Mevduat vadelerinin zok kısa vadelerde yoğunlaşması, KOBİ’lere sağlanan kredi tahsisinde de sorunlara yolaçıyor. Merkez Bankacı’nın acilen olaya el atmasında ve karşılık oranlarını düşürmesinde fayda var.
Son yıllarda ekonomik tartışmalarda en fazla gündeme gelen konulardan biri yapısal reformları gerçekleştirerek Türkiye’nin refahını artırabilmek oldu. Genellikle yüzeysel bir retorik olarak kalan yapısal reformların gerekliliği konusunu analitik bir biçimde ele almak; bir başka ifadeyle yapısal reformdan neyin anlaşılması gerektiğini somut bir biçimde ortaya koyabilmek gerekiyor. Bu bağlamda bu yazıda finansal alanda yapısal sorunlarımızdan bazılarını ele almaya ve dolayısıyla yapılabilecek reformları tartışmaya çalışacağım.
BDDK tarafından yayımlanan Mart 2015 Temel Göstergeler Raporu’nda bankacılık sistemimizin detaylı bir görünümü yer aıyor. Bu raporun ortaya koyduğu veriler çerçevesinde dikkat çeken bazı hususlar şunlar:
-Açılış vadelerinde göre mevduatların dağılımı incelendiğinde ciddi bir biçimde kısa vade ağırlığı görülüyor. Toplam mevduat ve katılım hesaplarının yüzde 18’i vadesiz, yüzde 15’i 1 aya kadar, yüzde 54’ü 1-3 ay arasında, yüzde 5’i 3-6 ay arasında ve yüzde 4’ü de 6-12 ay arasında vadelerdedir. Mevduatların (ve katılım hesaplarının) sadece yüzde 4’ünün vadesi 1 yılı aşıyor. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, bankacılık bilançosunun yüzde 52’sini oluşturan mevduatların çok kısa vadede yoğunlaştığı ve bankaların vade uyumsuzluğu riskiyle karşı karşıya olduğu ortadadır. Nitekim bilanço büyüklüğüne göre yüzde 62 düzeyinde olan kredilerin ortalama vadesinin çok daha uzun olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. 2001 krizi ertesinde ortaya konulan reformlar kapsamında bankacılık sisteminin oldukça sağlam bir konumda olduğu vurgularına alışmış olmamıza rağmen söz konusu vade uyumsuzluğunun üzerinde durmamamız ciddi bir handikaptır. BDDK’nın ve bankacılık sisteminin paydaşlarının özsermaye yeterliliği ve/veya açık pozisyon sorununun olmaması üzerinden ortaya koydukları ezberin biraz dışına çıkarak, uzun vadede bankacılık sisteminin sürdürülebilir bir başarıya sahip olabilmeleri açısından mevduatların ortalama vadelerinin nasıl uzatılabileceğini tartışmaları yerinde olacaktır.
Merkez Bankası karşılık oranlarını düşürmeli
Mart 2015 itibarıyla bankacılık sisteminin toplam aktif büyüklüğü 2.128 milyar TL düzeyindedir. Aktifler içerisinde önemli bir yer tutan zorunlu karşılıkların ise 194 milyar TL düzeyinde olduğu görülüyor. Oransal olarak ifade edilecek olursa zorunlu karşılıkların aktiflere oranı yüzde 9,1 düzeyinde. Bilindiği üzere TCMB’nın para politikası çerçevesinde ortaya koyduğu zorunlu karşılık politikası açısından bankalar edilgen konumda. Bu nedenle bankaların bilançolarının esnekliğinin azaldığını iddia etmek mümkün. Dahası TCMB bu karşılıklar için yakın zamana kadar herhangi bir bedel ödememiş iken, içinde bulunduğumuz dönemde de cüz’i miktarda faiz ödüyor. Bu nedenle bankacılık sisteminin karlılık oranlarının olumsuz etkilendiği söylenebilir. TCMB’nın bu karşılıklara daha yüksek faiz ödemek yerine, karşılık oranlarını düşürmek suretiyle bankaların asli işleri olan finansman yaratmaya odaklanmalarına yardımcı olması uygun olacaktır.
Bankacılık sektörü bilançosuna krediler açısından bakıldığında toplam kredilerin 1.323 milyar TL düzeyinde olduğu görülüyor. Kredilerin içerisinde ticari ve kurumsal kredilerin payı yüzde 46, KOBİ kredilerinin payı yüzde 26 ve tüketici kredilerinin (kredi kartları dahil) payı yüzde 28’dir. Son yıllarda finansal istikrar ve makro ihtiyati tedbirler bağlamında kredilerin artış hızı tartışması öne çıktı ve kredi artış hızının kontrol altına alınmasının önemi vurgulanageldi. Her ne kadar yavaşlatılan kredi artış hızının özellikle cari açığın düşüşü üzerindeki etkisi göz ardı edilemez olsa da bazı söylemlerin hatalı olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. özellikle tüketici kredileri ve kredi kartlarına yönelik sınırlamaların öne çıkartılmasıyla finansal istikrara katkı vurgusu yapılırken, yavaşlaması sağlanan kredilerin içerisinde yüzde 72 paya sahip olan ticari, kurumsal ve KOBİ kredilerinin de yer aldığı unutuluyor. Büyümenin, yatırımların ve istihdamın artırılmasında başrollerde yer alacak iktisadi aktörlerin kullandığı kredilerin de artış hızı yavaşlıyor. Son yıllarda büyüme ortalamasının yüzde 3 düzeyine düşmesinde söz konusu olgunun da payı olduğu unutulmamalıdır. Başka bir biçimde ifade edilmeye çalışılırsa, yapısal bir sorunumuz olan cari açığı düşürebilmek için konjonktürel politikalara (TCMB açısından adı makro ihtiyati tedbirler) ağırlık vererek reel sektörün finansmana erişimini sınırlandırıyoruz ve kaçınılmaz biçimde düşük büyüme patikasına mahkum oluyoruz. Dolayısıyla cari açık gibi yapısal nitelikteki bir sorunu sadece finansal sistem üzerinden çözemeyeceğimizi kabul ederek tartışmaya başlamak gerekecektir.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.