♦ Avrupa Birliği‘ne dahil toplam 27 ülkenin 2010 yıl sonu itibariyle kamu borçlarının GDP’ye oranı % 80’lere çıktı. Oysa Maastricht Kriterleri’ne göre bu oranın referans değeri en fazla % 60 olmalı.
♦ En fazla bütçe açığını; İrlanda, Yunanistan, İngiltere, İspanya, Portekiz, Slovakya ve Polonya veriyor. Euro alanında işsizlik oranları 1998 yılında % 7,5 seviyelerindeyken, Eylül 2011’de % 10,24’e yükseldi. 1994’te 10.9 trilyon olan dış borçlar ise 11,1 trilyon Euro‘ya çıktı.
27 üLKENİN TOPLAM BORç STOKU 9.7 TRİLYON EURO
Euro alanında ve bilumum AB ülkelerinde borç stoku ve bütçe açıkları önemli seviyelere ulaştı. Euro alanına dahil olan 17 ülkenin kamu borç stoku toplamı 7,7 trilyon Euro, Euro alanı dışında kalan 10 ülkenin kamu borç stoku toplamı ise 2 trilyon Euro’dur. Dolayısıyla Avrupa Birliği’ne dâhil toplam 27 ülkenin GSYİH toplamı 9,7 trilyon Euro’dur. Avrupa Merkez Bankası ECB’nin verilerine göre, Euro alanında dâhil olan toplam 16 ülkenin kamu borçlarının Gayrisafi yurtiçi Hasılasına oranı 2010 yılsonu itibariyle % 85,20, 2011 yılının ikinci çeyreğinde de % 84,16 oldu. Avrupa Birliğine dahil olan ancak Euro dışında kalan alanlardaki toplam 11 ülkenin de bu hesaba dahil edilmesi halinde Avrupa Birliğine dahil toplam 27 ülkenin 2010 yıl sonu itibariyle kamu borçlarının GDP’ye oranı % 80. Hâlbuki Maastricht Kriterlerine göre bu oranın referans değeri maksimum % 60 olmalı.
YUNANİSTAN VE İTALYA‘DA BORçLAR MİLLİ GELİRİ AŞTI Avrupa Birliği’ne dâhil olan tüm ülkelerin kamu borçlarıyla GDP’lerinin kıyaslandığı grafikte, % 60’lık referans değeri temsil eden mavi renkli kesik çizginin seviyesini aşan Yunanistan, İtalya, Belçika, İrlanda, Portekiz, Almanya, Fransa, Macaristan, İngiltere, Avusturya, Malta ve kısmen Hollanda’nın kamu borçları Maastricht Kriterleri’nin üzerindedir. Bu ülkeler içerisinde özellikle Yunanistan, İtalya, Belçika, İrlanda ve Portekiz’in borçluluk oranları oldukça yüksek ve sürdürülebilirlikleri belirsizlik riski içeriyor. Yunanistan ve İtalya’nın kamu borçları kendi milli gelirlerinin üzerine çıkmış durumda. Euro alanında yer alan 16 ülkenin kamu borçlarının ve bütçe açıklarının GDP’ye oranlarının 1995 ve 2010 arasındaki 16 yıllık gelişimleri incelendiğinde 2009 ve 2010 yıllarındaki seviye ile 1995 yılındaki başlangıç seviyelerinin birbirine çok yakın olduğu görülüyor. Peki 1995 yılında kamu borçlarının ve bütçe açıklarının yüksekliği sürdürülebilirlik belirsizliği göstermezken, bugün neden belirsizlik baş gösterdi.
Zira buradan çıkan sonuç 2010 yılındaki krizin dünya geneline sirayet etmesidir. Diğer taraftan, Avrupa Birliği’ne bağlı 27 ülkeden Estonya hariç olmak üzere toplam 26 ülkede de kamu bütçesi açık veriyor. Maastricht Kriterleri’ne bütçe açıklarının GDP’ye oranının referans değeri maksimum – % 3 olması gerekirken, bütçe açıklarının GDP’ye oranı 2010 yıl sonu itibariyle Euro Bölgesinde – % 6, Avrupa Birliği genelinde ise – % 6,4 .
EN FAZLA BüTçE AçIĞINI HANGİ üLKELER VERİYOR ? En fazla bütçe açığı veren ülkeler ise sırasıyla İrlanda, Yunanistan, İngiltere, İspanya, Portekiz, Slovakya, Polonya gibi ülkelerdir. Euro alanında işsizlik oranları 1998 yılında % 7,5 seviyelerinde iken Eylül 2011 itibariyle % 10,24’e yükseldi.
İhracattaki artışlar devam ederken, ithalat 2009 yılına göre düştü ve dolayısıyla dış ticaret fazlası arttı. Dış borçlar 11,1 trilyon Euro seviyesinde. Bu oran 1994’te 10,9 trilyon seviyesindeydi.
AB, DüNYA TİCARET HACMİNİN % 25’İNE SAHİP Dünya üretim hacminin yaklaşık % 25’lik kısmına sahip olan 27 ülkenin GSYİH toplamı 12.3 trilyon Euro seviyelerinde seyrediyor. Euro alanına dahil olan 17 ülkenin GSYİH toplamı 9,2 trilyon Euro, Euro alanı dışında kalan 10 ülkenin GSYİH toplamı ise 3,1 trilyon Euro’dur. Dolayısıyla Avrupa Birliği’ne dahil toplam 27 ülkenin GSYİH toplamı 12,3 Trilyon Euro olup, bu dünya üretim hacminin yaklaşık % 25’ine denk geliyor. üretim büyüklüğü yönünden Avrupa Birliği‘nin en büyük ilk 6 ülkesi sırayla Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya ve Hollanda’dır. Bu 6 ülke AB üretiminin % 76’sını gerçekleştiriyor. Geriye kalan 20 ülke ise toplam üretimin sadece % 24’üne sahip.
BORç KRİZİ EURO BöLGESİNİ SARIYOR AB ülkelerindeki borç artışıyla başlayan kriz birkaç ülkenin problemi olarak başlasa da, bu bölge için artık bütün olarak algılanan önemli bir sorun haline dönüştü. 2009 yılı sonlarından itibaren Euro bölgesi üyeleri, Yunanistan, İrlanda, İtalya, İspanya ve Portekiz ve aynı zamanda Euro bölgesi olmayan bazı Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde kamu borçlarının sorun yaratacağı sinyal vermeye başlamıştı.
Esasen, AB ülkelerinde, özellikle kamu borçları; başlangıcında banka kurtarma operasyonları ve bir güven krizi genişlemesi nedeniyle ortaya çıkmış, akabinde de ülkelerin tahvil fiyatları ve risk sigortası, kredi temerrüt swapları şekliyle de yayıldı. Avrupa Birliği üyeleri tarafından bütçe açıklarının ve kamu borçlanmalarının seviyelerini sınırlamak ve taahhüt altına almak amacıyla imzalanan Maastricht Antlaşması’na rağmen, Yunanistan ve İtalya gibi Avrupa Birliği üyesi devletler, bu düzenlemeleri aşmak için bir dizi ve karmaşık para ve kredi türev yapılarını kullanmak suretiyle bütçe açıklarını ve borç seviyelerini maskeleyip uzun süre dikkatlerden kaçırmayı başardılar.
Küresel ekonomik kriz ülke ekonomilerini olumsuz etkilemeye devam ederken, yıllar içerisinde meydana getirilen ve en büyük ülke oluşumlarından olan Avrupa Birliği krizin etkilerini en derinden hisseden bölge oldu.
Avrupa Birliği ülkelerinde küresel krizin etkilerini azaltmaya dönük desteklemeler nedeniyle bir taraftan hükümetler kamu harcamalarını artırırken, diğer taraftan piyasalardaki durgunluğa bağlı olarak vergi geliri düşüşleri yaşandı. Bu durum AB ülkelerinin ciddi bütçe açıkları ve borçlanma artışları ile karşı karşıya kalmalarına yol açtı.
Mevcut kriz, kamu borçları üzerindeki faiz oranlarının artmasına yol açarken, ülkelerin piyasalardan borçlanmasını daha da pahalı hale getiriyor. Ayrıca borç oranının yüksek olması ülkelerin büyüme hızını yavaşlatıyor. Bu nedenle Avrupa’nın büyümesinin 2011–2012 yıllarında daha da yavaşlayacağı bekleniyor.
EURO PARA BİRİMİ KRİZE RAĞMEN AYAKTA Krizin tüm süreçlerine rağmen Avrupa para birimi Euro’nun istikrarlı kalması, Avrupa Birliği projesinin herkes ve her ulus tarafından kabul edildiği anlamına geliyor.
Yükselen kamu borçları ile birlikte dünya genelinde mali piyasalarda başlayan alarmı boşa çıkartmak ve piyasaları yatıştırmak için, Mayıs 2010 de, Avrupa Maliye Bakanları, Avrupa Finansal İstikrar Fonu (EFSF) adı altında 750 milyar Euro değerinde bir kurtarma paketi oluşturarak Avrupa‘da finansal istikrarı sağlamaya yöneldi. Ekim 2011‘de ise Euro bölgesi liderleri Brüksel‘de üye ekonomilerin çökmesini engellemek için tasarlanmış bir önlemler paketi üzerinde anlaştılar. Bu Yunanistan’ın borçlarının % 50 oranında azaltmak için EFSF değerinin 750 milyar Euro’dan 1 trilyon Euro’ya artırılması kararlaştırıldı. Ancak tüm süreçlerde Avrupa para birimi Euro’nun stabil kalması çok anlamlıydı. Zira bu sonuç, Avrupa Birliği, insanoğlunun 20. yüzyılda da yarattığı en önemli projelerden birisi olduğunun herkes ve her ulus tarafından kabul edildiği anlamına geliyordu.
GENİŞLETİCİ PARA POLİTİKALARI KRİZİ DERİNLEŞTİRDİ Genişletici para politikaları krizin derecesini iyice arttırdı. ABD ve Avrupa’da iflas eden veya konsolidasyona giden finansal kuruluşların enkazı için çare olarak kamu müdahalelerinin gerçekleşmesi kamusal borçların artmasında önemli rol oynadı.
Küresel krizin sorumluları ABD, Avrupa ve diğer gelişmiş ülkelerdir. Krizin olası sebepleri ise 2002-2004 yıllarında risk ölçümü göz ardı edilerek verilen kredilerin kötüleşmesi, yanlış dağıtım modelleri, sürdürülemez finansal altyapı ve finansal türevlerin aşırı kullanımı, aşırı kar hırsı ve geniş küresel dengesizliklerin arz ve talep üzerinde yarattığı suni baskılar olarak sıralanabilir. Böyle bir ortamda ABD ve diğer gelişmiş ülkeler tarafından izlenen genişletici para politikaları ise krizin derecesini iyice arttırdı.
ABD ve Avrupa’da bazı bankların iflas etmesi, bir kısmının da finansal konsolidasyona gitmesi ve çare olarak kamu müdahalelerinin gerçekleşmesi kamusal borçları iyice arttırdı. İktisaden, dış borca ödenen reel faiz oranının, dış borcun milli gelir üzerindeki genişletici etkisini aştığı noktada, sürdürülebilir borçlanma sınırına ulaşılmış sayılır
Dış borçlara ödenen reel faiz oranının, dış borcun milli gelir üzerindeki genişletici etkisini aştığı noktada, ülkelerin ödeme gücü sorunu başlıyor. Bu durum ülkenin ödeme gücü sorununu yansıtıyor. ülkelerin ödeme gücünü belirlemede ihracat, büyüme oranı ve faiz oranı önemli göstergelerdir. Ekonominin büyüme oranı reel faiz oranını aştığı sürece ülkelerin ödeme gücü sorunu olmayacak.
KRİZ BULAŞICI HASTALIK GİBİ YAYILDI Yüksek bütçe açığı ve yüksek kamu borç stoku bulunan Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İrlanda gibi ülkelerin sorunu esasen tek başına kendi sorunları değildir. Kredi ve ticari ilişkisi içinde olduğu Euro bölgesindeki nispeten diğer zayıf ülkelerin yanında çekirdekte bulunan Almanya Fransa gibi ana ülkelerin de etkilenmesi kaçınılmazdır.
Euro bölgesi içindeki ülkeler veya Euro bölgesiyle ticaret yapanların tamamı, Avrupa ortak para birimi üzerindeki etkileri yüzünden bu durumdan eşit oranda etkilenebilir. Krize karşı yapılacak müdahalelerde de eşit oranda sorumluluk sözkonusu olacak.
Zira kullanılan para birimleri ortaktır. Avrupa Birliğindeki ülkelerin tek tek para basma imkânlarının olmaması nedeniyle kamu borçlarını para politikası araçları ile (emisyon vb.) gidermek şansına sahip değillerdir. Sadece tasarruf politikaları, vergi artırımları ve kamu harcamalarının kısılması gibi kısmi tedbirler almaları söz konusudur. Tam ve kesin müdahale tüm ülkelerle birlikte yapılmakta ve yapılacak. Bu durum ise çözüm gücünün yüksekliğini sağlıyor.
Avrupa’nın ortalama büyüme oranı ABD, Hindistan, Türkiye ve çin’in gerisinde kaldı. Ayrıca nüfusun yaşlanması, verimin düşmesi, sosyal güvenlik açıklarının artması ve ortak pazar çatısı altında kapsamlı ve büyüme odaklı bir reform sürecinin başlatılmasını, borç seviyelerinin azaltılması gerekiyor.
TüRKİYE DE AB’DEKİ KRİZDEN ETKİLENECEK Türkiye şu anda AB ülkeleriyle kıyaslandığında oldukça iyi durumda gözükmesine rağmen, ihracat kanalı yoluyla cari açığı, artan faiz kanalıyla da borçlanma maliyetleri daha da olumsuz etkilenecek.
Türkiye gerek iç tasarruf açığı, gerekse dış ticaret açığı nedeniyle sürekli dış finansman kaynaklarına başvurmak zorunda kalıyor. Küresel ekonomik kriz döneminde özel sektör borçlanmalarını da dikkate alır isek sürekli artmakta olan dış borç stokuna rağmen, mali disiplinini sürdürebilmiş olması ve bankacılık sistemine fon aktarma durumunda kalmamış olması nedenleri ile Türkiye’nin şimdilik iyi durumda olduğu görünüyor.
Ancak Avrupa Birliği‘nin içine düştüğü ekonomik kriz nedeniyle, ikili ticari ilişkiler göz önüne alındığında, Avrupa kıtasında yaşanan olumsuz ekonomik gelişmelerden Türkiye ekonomisi ciddi şekilde etkilenecek. AB ülkeleri kamu borç yükünü ve bütçe açıklarını kapatmak için ek vergiler getirmeleri ve talep azaltıcı tasarruf tedbirlerine başvurmaları kaçınılmaz olduğu için piyasalar daralacak. Daha geniş pazarların daralması Türkiye’nin ihracatını da olumsuz yönde etkiliyor. Türkiye ihracatının yarıdan fazlası AB ülkelerine yönelik.
özellikle Türk imalat kesimi bu durumdan zarar görecek. Türkiye’nin ihracatında Euro, ithalatında ise dolar ağırlığı fazla. Dolayısıyla ihracatın ithalatı karşılama makası, parite etkisiyle daha da açılabilecek. Yani cari işlemler açığı olumsuz etkilenecektir.
İkili ekonomik ilişkiler Türkiye açısından son derece önemli. Küresel ekonomik kriz döneminde daha da artan dış ticaret açığı, cari açık sorununu ve cari açık da dış kaynak bulma gereğini her geçen gün daha da arttırıyor. Hem özel sektörün, hem de kamunun dış kaynak arayışında Avrupa önemli bir yer tutuyor. Mevcut koşullarda kaynak ihtiyacını gidermek kolay olmayacak.
Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermayenin en büyük kısmı Avrupa Birliği orijinlidir. Mevcut durumda Avrupa’dan Türkiye’ye doğrudan sermaye girişi düşmüş durumda. Yine Avrupa’da mali ve borç krizin derinleşmesi Türkiye’nin uluslararası borçlanma maliyetlerini de arttırıyor. Bu açılardan bakıldığında şu anda riski düşük gibi gözüken Türkiye ya yüksek faizlerden dış kaynak bula bilecek ya da dış kaynak bulmak konusunda zorlanacak.
Bunun sonucunda Türkiye’nin, özellikle de bankacılık kesiminin borç krizine girmesi kaçınılmaz olur. Düşük ihracat oranları, yetersiz döviz geliri, ara malı ve enerji girdilerinden dolayı artan döviz ihtiyacı, verimli ve rekabet gücünü artırıcı alanlara yatırım hususlarında Türkiye’nin, gerekli önlemleri almadığı takdirde yeniden çok borçlu bir ülke konumuna gelmesi olasılık dâhilindedir.
GöZLER FAİZ ORANLARI VE POLİTİK KARARLARDA Türkiye gerek iç tasarruf açığı, gerekse dış ticaret açığı nedeniyle sürekli dış finansman kaynaklarına başvurmak zorunda kalıyor. Küresel ekonomik kriz döneminde özel sektör borçlanmalarını da dikkate alır isek sürekli artmakta olan dış borç stokuna rağmen, mali disiplinini sürdürebilmiş olması ve bankacılık sistemine fon aktarma durumunda kalmamış olması nedenleri ile Türkiye’nin şimdilik iyi durumda olduğu görünüyor.
Ancak Avrupa Birliği‘nin içine düştüğü ekonomik kriz nedeniyle, ikili ticari ilişkiler göz önüne alındığında, Avrupa kıtasında yaşanan olumsuz ekonomik gelişmelerden Türkiye ekonomisi ciddi şekilde etkilenecek. AB ülkeleri kamu borç yükünü ve bütçe açıklarını kapatmak için ek vergiler getirmeleri ve talep azaltıcı tasarruf tedbirlerine başvurmaları kaçınılmaz olduğu için piyasalar daralacak. Daha geniş pazarların daralması Türkiye’nin ihracatını da olumsuz yönde etkiliyor. Türkiye ihracatının yarıdan fazlası AB ülkelerine yönelik. özellikle Türk imalat kesimi bu durumdan zarar görecek. Türkiye’nin ihracatında Euro, ithalatında ise dolar ağırlığı fazla. Dolayısıyla ihracatın ithalatı karşılama makası, parite etkisiyle daha da açılabilecek. Yani cari işlemler açığı olumsuz etkilenecektir.
AVRUPA‘DA BANKACILIK KRİZİ KAPIDA Euro Bölgesini sarıp sarmalayan borç krizinin önümüzdeki dönemde bankacılık krizine dönüşmesi bekleniyor. Bu arada küresel risk iştahında da belirgin düşüş gözleniyor.
Avrupa Birliği ülkelerinde giderek derinleşen kamu borç krizi bankacılık krizine dönüşmek üzere. Borç krizinin yayılması ile birlikte küresel risk iştahında belirgin düşüşler gözleniyor. Euro Bölgesindeki bu borç krizinin yarattığı risk iştahındaki azalma, küresel sermayenin bir müddet daha gelişmekte olan ülkelere akmasına ve bu sürecin bir müddet daha devam etmesine neden oluyor. ECB’nin İspanya ve İtalya’nın tahvillerini satın alması ve EFSF’nin genişletilmesi gibi tedbirler alınsa da, bunlar sorunu öteleyen tedbirler olarak algılanmakta ve piyasalarda kalıcı olarak güveni tesis edemedi. Borç sorunu yasayan ülkelerin tahvillerinin Alman tahvilleriyle getiri farkları belirgin şekilde yükseltti.
Borç krizinin getirdiği riskler Avrupa bankacılık sektörünü de olumsuz etkiledi, bankalara ait CDS oranları belirgin şekilde yükseltti. Bankacılık sektöründe karsı taraf riski arttı, TED ve OIS farkları yükseltti. Risk iştahındaki bozulma gelişmekte olan ülkeleri de olumsuz etkiledi, söz konusu ülkelerin risk göstergelerinde artışlar gözleniyor. Bu gelişmeler neticesinde yoğun sermaye çıkışları gerçekleşmiş, gelişmekte olan ülkelere ait varlıkların değeri duşmuş ve kurlarda sert değer kayıpları görülüyor. öte yandan Euro Bölgesi’nde yaşanan olumsuzluklar kredi piyasalarını daha olumsuz etkiliyor. ECB Kredi Eğilim Anketi’ne göre kredi koşullarındaki sıkılaşma devam ederken, küçük ve orta ölçekli firmaların kredi taleplerinde gerileme gerçekleşti.
Borç sorunu, borçlanma maliyetlerini artıracak, bankalara ek sermaye ihtiyaçları doğuracak, güven bunalımı sonucunda küresel likiditeyi azaltacak ve iktisadi daralma yaratacak şeklindeki piyasa algılarını bertaraf etmek üzere, BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, çin) ülkelerinin Avrupa Birliği’nin borç krizinden bir an önce çıkması için portföylerinde bulunan Euro cinsi tahvilleri daha da artıracaklarını beyan etmeleri en olumlu bir gelişme olacak. Ancak çözüm çok uzun süre alabilir. Zira borç stokunun oluşumu en az 15 yıllık bir periyod içerisinde oluştuysa çözümü de en az bu kadar bir süre alması gayet doğaldır.
Dış borçlara ödenen reel faiz oranlarının, dış borcun milli gelir üzerindeki genişletici etkisinin üzerine çıktığı noktada, ülkelerin ödeme gücü zafiyet göstermeye başlıyor. Dolayısıyla reel faizlerle, borcun üretime yaptığı katkı arasındaki optimum seviye ülkelerin ödeme güçleri hakkında net bilgiyi veriyor. ülkelerin ödeme gücünü belirlemede, ihracat seviyeleri, büyüme ve faiz oranları en önemli göstergelerdir. Ekonominin büyüme oranı reel faiz oranını aştığı sürece ülkelerin ödeme gücü sorunu olmayacak
Orhan öKMEN JCR EURASIA RATING Başkanı
okmen@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.