Son Haberler

“Cumhuriyet’in Birinci Yüzyılı”nda bankacılık sektörü nereden nereye geldi?  

Cumhuriyet döneminde kurulan ilk ulusal banka İş Bankası oldu. Atatürk’ün direktifleriyle 26 Ağustos 1924 tarihinde kurulan bankanın il ilk Genel Müdürü Celal Bayar’dı. İş Bankası, 1 milyon nominal sermaye ile iki şube ve 37 personel ile hizmete başladı. Bu sermayenin fiilen ödenen 250 bin TL’lik bölümü ise bizzat Atatürk tarafından karşılandı.

-Atatürk, kalkınma ve gelişmenin önemli itici güçlerinden biri olduğunu düşündüğü bankacılık sektörünün gelişmesini teşvik etti ve kendi döneminde birçok bankanın kurulmasını da sağladı. Türkiye Tütüncüler Bankası, Sanayi ve Maaddin Bankası, Emlak Ve Eytam Bankası, Esbank, Egebank, Merkez Bankası, Sümerbank, Halkbank, İller Bankası, Etibank ve Denizbank da Atatürk döneminde kuruldu.

-Bankacılık sektörünün düzenlenmesine ilişkin 1933 yılında 2243 sayılı Mevduatı Koruma Kanun’u çıkartıldı. Sektörün denetlenmesini sağlamak üzere bugünkü adı ile Bankalar Yeminli Murakıbı olan Yeminli (Bankalar Murakıbı) unvanlı denetim görevlileri ihdas edildi. 1958 yılında 2243 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılarak 7129 sayılı Bankalar Kanunu yürürlüğe sokuldu. 

-1960-1980 döneminde faiz oranları ve döviz kurları gibi temel göstergeler dünya piyasalarından bağımsız bir biçimde belirlendi. Bu dönemde bankacılık sektörü, önemli ölçüde devlet kontrolü ve etkisi altında kaldı. Bu dönemde ithal ikamesi politikası çerçevesinde yeni yabancı banka ve bazı özel durumlar dışında yeni ticaret bankası kurulmasına izin verilmedi.

– Buna göre, 1961 yılında 52 olan banka sayısı, takip eden yıllarda azaldı ve yaklaşık 18 yıl sonra yani 1979 yılı itibari ile 43’e geriledi. Faiz ve döviz fiyatı değişmelerinden kaynaklanan risklerin bulunmadığı, ürün ve fiyat rekabetinin olmadığı böyle bir ortamda faaliyet gösteren özel sektör bankaları, negatif reel faizle topladıkları mevduatları artırmak amacıyla şube bankacılığına yöneldiler.

-Finansal serbestleştirme yolunda alınan ilk kararlar 1981 tarihinde, önce banka faizlerinin sonra tüm faizlerin serbest bırakılması ile ilgili oldu. 70 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile bankacılık sektörüne giriş kolaylaştırıldı. Bu kararlar sonucunda, mali sistemde liberalizasyon ve ‘deregulation’ süreci başladı. Yapılan düzenlemelerle esnek döviz kuru ve pozitif reel faiz uygulamalarına geçildi, döviz işlemleri ve sektöre yeni banka girişi serbest bırakıldı.

1989 yılı, Türk bankacılık sektörü için en önemli dönüm noktalarından biri oldu. Çünkü kambiyo rejimi serbestleştirilerek yurt dışı borçlanmaların kolaylaştırılmasını sağlayan Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkında 32 sayılı Karar ile başladı. Bu düzenleme ile sıcak para girişleri, başta 1994 yılında ortaya çıkan bankacılık krizi olmak üzere daha sonra meydana gelen krizlere de zemin hazırladı.

-1993 yılında Körfez krizi nedeniyle yurt dışı kredi akışı olumsuz etkilendi. Kurlarda yaşanan önemi artışlar sonucunda 1994 yılında önemli bir kriz yaşandı. Fiktif işlemlerle, olması gerekenden çok daha fazla açık pozisyona sahip olan TYT Bank, İmpex Bank ve Marmara Bank olmak üzere 3 banka, finansal sisteme ilişkin yükümlülüklerini yerine getiremedi ve TMSF’ye devredilerek tasfiye edildiler. Bu kriz ve tasfiyeler sonucunda bankacılık sektörü çok önemli bir darbe aldı.

Bankacılık sektöründe 1999 yılında oldukça önemli bir gelişme yaşandı. 1985 yılından itibaren yürürlükte olan 3182 sayılı Bankalar Kanunu yürürlükten kaldırılarak, 18 Haziran 1999’da 4389 sayılı Bankalar Kanunu yürürlüğe girdi. Bu Kanun ile sektörü düzenleme, gözetim ve denetim işleri, Hazine Müsteşarlığı’ndan alınarak özerk bir statüde kurulan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)’na verildi. Kurum, 2000 yılının Temmuz ayında faaliyete geçebildi.

-Makro ekonomik göstergelerde kaydedilen aşırı bozulma, özellikle 1999 yılından itibaren faiz oranlarının ve kurların yükselmeye başlamasına neden oldu. Bu ve diğer gelişmelere bağlı olarak beklentilerin daha da olumsuza dönmesi ile birlikte, faiz ve kurlardaki yükseliş daha da arttı ve Kasım 2000 krizi patlak verdi. Krizle birlikte, gecelik faizler 7000’lerin, DİBS faizleri ise %100’lerin üzerine çıkarak astronomik oranlarda arttı.

-2001 yılında aktifinde önemli oranda Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) bulunan sektörün en önemli bankalarından biri olan Demirbank ile birlikte 3 banka TMSF’ye devredildi. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yaşanan kavganın kamuoyuna sunuluş biçiminin de etkisi ile yaklaşık 3 ay sonra Şubat 2001 krizi patlak verdi. Krizle birlikte kurlardaki artış % 100’lerin üzerine çıktı. 8 banka daha TMSF’ye devredildi.

-BDDK ve İMF arasında gerçekleşen resmi mail trafiğinden, bazı bankaların TMSF kapsamına alınmasında IMF’nin ne kadar etkin bir rol oynadığı ve dönemin yetkililerine fona devirler dışında fazla bir seçeneğin bırakılmadığı açıkça görüldü.

-Ekonomik ve siyasi alanda yaşanan bu olağanüstü şartlar sonunda, banka kaynaklarının hakim hissedar ve yöneticiler tarafından ciddi biçimde istismarı ve denetim raporlarına ilişkin gereklerin zamanında ve etkin olarak yapılamamış olmasının da etkisi ile daha sonra Fon’a devredilen Pamukbank ve İmarbank ile birlikte toplam 13 banka daha TMSF’ye devredildi ve TBS’de tarihin en büyük  hasarı meydana geldi.

-2001 krizinden gerekli dersler çıkarılarak sonraki yıllarda TBS’nin öz kaynak yapısı güçlendirildi, risk yönetimine ilişkin alınan önlemlerle sektörün aktif yapısı ve karlılığı hızla artmaya başladı.  Küresel krizin dünyayı derinden etkilediği ve ülkelerden birinin neredeyse batışına şahit olduğumuz 2008 yılında, Türk bankacılık sektörünün mali yapısı itibari ile bulunduğu olumlu seviye, sadece bankacılık sektörü açısından değil, Türkiye açısından da önemli bir şans oldu.                      

-Küresel kriz sonrası, özellikle de 2015 yılına kadar hem ülke ekonomisi, hem de bankacılık sektörü açısından olumlu bir dönem oldu. Ülkemizde ekonomik alanda alınan tedbirler, Avrupa Birliği Üyeliği için atılan adımlar ve siyasi alanda sağlanan istikrar ile birlikte önemli bir güven ortamı yaratıldı ve uluslararası piyasalardan önemli bir kaynak girişi sağlandı.

Bu bağlamda TCMB. verilerine göre küresel krizin de etkisi ile 2009 yılında net sermaye çıkışı yaşanmasına karşın 2010-2013 döneminde yıllık ortalama 59 milyar dolar tutarında sermaye girişi oldu, rezervlerde de 10 milyar dolarlık bir artış sağlandı. Bu olumlu konjoktür, TBS’nin de karlılık düzeylerini artırarak istikrarlı olarak büyümeye devam etmesi için önemli bir destek sağladı.

-2013-2018 dönemi ise, bir önceki dönem kadar parlak değil. Bu dönemde sermaye girişleri yıllık ortalama 26 milyar dolar, rezervlerdeki artış ise 5 milyar dolar seviyelerine geriledi, doğal olarak Türk bankacılık sistemi de bu gelişmelerden olumsuz etkilendi.

-2021 yılı, bankacılık sektörü açından önemli dönüm noktalarından biridir. Enflasyonun sebebinin faiz olduğu düşünüldüğü için TCMB Para Politikası Kurulu tarafından Eylül 2021’de %19 olan politika faizinde indirim süreci başlatıldı ve faiz oranları, kademeli olarak düşürülerek, Şubat 2023 itibari ile %8.5 seviyesine kadar indirildi.

-Faiz indirim süresiyle başlayan politika değişikliğinden sonra başta enflasyon ve döviz kurları olmak üzere ekonomik göstergelerde olağanüstü artışlar yaşanmaya başladı ve artışları durdurabilmek için çıkartılan Kur Korumalı Mevduat (KKM) gibi uygulamalar kamuya ciddi bir maliyet yüklerken, bankalar tarihi kar patlaması ile tartışmaların odak noktasında yer aldı. 

DR. RAMAZAN BAŞAK

Fon arz edenlerle talep edenlerin buluştuğu piyasaları ifade eden mali piyasaların en önemli aktörleri, kuşkusuz bankalardır. Tasarrufların yatırıma dönüşmesinde önemli bir işlevi yerine getiren bankacılık sektörü, bu anlamda da kalkınma ve gelişmenin lokomotif gücüdür.

Peki Cumhuriyetimizin birinci yüzyılında Türk bankacılık sektörü, nereden nereye geldi? Bu dosyamızda, Türk bankacılık sektöründe kaydedilen gelişmeleri ele alacağız.

CUMHURİYETİMİZİN BİRİNCİ YÜZYILINDA TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ

Türk bankacılık sektörü(TBS)’nde kaydedilen gelişmeleri daha iyi anlamak için sektörün belirli dönemlerdeki kritik dönemeçlerine bakmak gerekir.  Bu dönemeçleri şöyle özetlemek mümkün;

Birinci dönem; uluslararası ölçekte liberal politikaların hayata geçirilmesi ile birlikte ekonomi ve finansal piyasalarda oldukça kapsamlı değişikliklerin yaşandığı 1980 yılına kadar olan dönemde Türk bankacılık sektöründeki gelişmeler,

İkinci dönem; uluslararası konjonktürün de etkisi ile liberalleşme politikalarının uygulanmaya başlandığı, dolayısı ile başta banka sayısı ve hizmet çeşitliliği olmak üzere yabancı banka sayısının artmaya başladığı 1980-1990 dönemi,

Üçüncü dönem; gerek ekonominin genel görünümünün gerekse bankaların mali yapısının belirgin bir biçimde bozulmaya başladığı ve Cumhuriyet tarihinin en önemli ve en tahrip edici krizleri olarak görülen 1994, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin yaşandığı 1990-2001 dönemi,

Dördüncü dönem ise; yaşanan krizler sonrasında Türk bankacılık sektöründe meydana gelen önemli değişmeler ve günümüze kadar olan gelişimleri ele alacağımız dönem.

1923-1980 DÖNEMİNDEKE ÖNEMLİ GELİŞMELER

1923-1980 döneminde yaşanan gelişmeleri ele almadan önce kısaca bankacılığın tarihine bakmakta fayda var. Bankacılığın başlangıcı MÖ. 3500 yılına kadar dayanıyor. Dünyanın en eski bankası 1472 yılında kurulan Monte dei Paschi di Siena bankasıdır.  Banka, Monte di Pietà adı altına bir rehin dükkânı olarak kurulmuş ve 1624 yılında bugünkü adını almış. Modern anlamda ilk banka ise 1609’da Hollanda’da kurulan Amsterdam Bankası’dır. Bunu 1637’de Venedik’te kurulan, Venedik Bankası ve birçok ülkede kurulan çok sayıda banka takip etmiş.

Osmanlı döneminde kurulan ilk banka ise Bank-ı Der Saadet’dir.  Galata bankerleri tarafından 1847 yılında İstanbul’da kuruldu. Banka, ilk önce İngiliz sermayesi ile faaliyetine başladı, sonra Fransız sermayesiyle yoluna devam etti. Bank-ı Der Saadet, yabancı ülkelere olan kısa vadeli borçlarını ödeyemediği için 1852 yılında kapatıldı ve yerine 1856 yılında Osmanlı Bankası adı altında bir banka kuruldu. Osmanlı dönemindeki ikinci banka, 1888’de kurulan Ziraat Bankası’dır.

İŞ BANKASI: CUMHURİYET DÖNEMİNİN İLK ULUSAL BANKASI

Cumhuriyet döneminde kurulan ilk ulusal banka ise İş Bankası’dır. Atatürk’ün direktifleriyle İzmir Birinci İktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda 26 Ağustos 1924 tarihinde kuruldu. İş Bankası ilk Genel Müdürü Celal Bayar’ın liderliğinde 1 milyon nominal sermaye ile iki şube ve 37 personel ile hizmete başladı. Bu sermayenin fiilen ödenen 250 bin TL’lik bölümü ise bizzat Atatürk tarafından karşılandı.

Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Atatürk, kalkınma ve gelişmenin önemli itici güçlerinden biri olduğunu düşündüğü bankacılık sektörünün gelişmesini teşvik etti ve kendi döneminde birçok bankanın kurulmasını da sağladı. Onun döneminde kurulan bankalar ve kuruluş tarihleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Görüleceği gibi 1944’e kadar olan dönem, aynı zamanda özel amaçlı kamu bankalarının da kurulduğu yıllardır.

                   TABLO 1 – ATATÜRK DÖNEMİNDE KURULAN BANKALAR

 YIL                                                BANKA ADI

—————————————————————————————-

1924                                            İş Bankası

1924                                            Türkiye Tütüncüler Bankası

1925                                            Sanayi ve Maadin Bankası

1926                                            Emlak ve Eytam Bankası

1927                                            Esbank

1928                                            Egebank

1930                                            Merkez Bankası

1933                                            Sümerbank

1933                                            Halkbank

1933                                            İller Bankası

1935                                            Etibank

1937                                            Denizbank

Özel bankaların geliştiği 1945 – 1959 döneminde ise Yapı ve Kredi Bankası (1944),   Türkiye Garanti Bankası (1946), Akbank (1948), Pamukbank (1955) ve T Sınai Kalkınma Bankası (1950) kuruldu.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken bankacılık sektörünün düzenlenmesine ilişkin 1933 yılında 2243 sayılı Mevduatı Koruma Kanun’u çıkartıldı ve sektörün çalışma esasları ile denetimine ilişkin çeşitli düzenlemeler yapıldı. Kanun’un 19’uncu maddesi ile sektörün denetlenmesini sağlamak üzere bugünkü adı ile Bankalar Yeminli Murakıbı olan Yeminli (Bankalar Murakıbı) unvanlı denetim görevlileri ihdas edildi. Sektörün gelişmesine bağlı olarak daha kapsamlı düzenlemelere ihtiyaç duyulması üzerine 1958 yılında 2243 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılarak 7129 sayılı Bankalar Kanunu yürürlüğe sokuldu.

1960-1980 DÖNEMİNDE BANKALAR MEVDUAT TOPLAMAKTAN VE KREDİ VERMEKTEN ÖTEYE GİDEMEDİ  

Planlı dönem olarak nitelendirilen 1960-1980 döneminde Türk ekonomisinde uzun yıllar ithal ikameci politikalar uygulandı ve faiz oranları ve döviz kurları gibi temel göstergeler dünya piyasalarından bağımsız bir biçimde belirlendi. Bu dönemde bankacılık sektörü, önemli ölçüde devlet kontrolü ve etkisi altında kaldı, mevduat ve banka kredilerine uygulanacak faiz oranları, banka komisyon oranları ve kredi limitleri, izlenen ithal ikamesi politikası doğrultusunda belirlendi. Bu dönemde yeni yabancı banka ve bazı özel durumlar dışında yeni ticaret bankası kurulmasına izin verilmedi. Yeni banka kurulmasına izin verilmemesi daha çok banka tasfiyelerinin artış göstermesinden kaynaklandı. Yani tasfiyeye tabi bankaların fazlalığı planlı dönemde mümkün olduğu kadar yeni banka kurulmaması yönünde bir politikaya da dayanak oldu. Banka kuruluşlarına izin verilmemesi ve tasfiye edilen bankaların çokluğu nedeniyle bu dönemde banka sayısında bir azalış yaşandı. Buna göre, 1961 yılında 52 olan banka sayısı, takip eden yıllarda azaldı ve yaklaşık 18 yıl sonra yani 1979 yılı itibari ile 43’e geriledi. Böylece sınırlı olan sektör kaynaklarının, sınırlı bir rekabet ortamında, mevcut bankalar aracılığıyla, planlarda belirtilen şekilde dağılımının sağlanmasına çalışıldı. Faiz ve döviz fiyatı değişmelerinden kaynaklanan risklerin bulunmadığı, ürün ve fiyat rekabetinin olmadığı böyle bir ortamda faaliyet gösteren özel sektör bankaları, negatif reel faizle topladıkları mevduatları artırmak amacıyla şube bankacılığına yöneldiler. Nitekim anılan dönemde banka sayısında görülen azalışa karşın, sektörün şube sayısında ciddi bir artış yaşandı. 1961 yılında bankacılık sektöründe şube sayısı 1.716 iken, bu sayı % 235 oranında artarak 1979 yılı itibari ile 5.748’e yükseldi.

Kısacası 1980 öncesi dönemde Türk bankacılık sektörü, sorunları gittikçe artan bir ekonomik ortamda ve Türk ekonomisi gibi dışa kapalı bir biçimde, dar bir rekabet ortamında faaliyet gösterdi. Türk bankacılığı, hizmet çeşitliliği, mevduat toplamak ve kredi vermekten öteye gidemedi.

TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN LİBERALLEŞME DÖNEMİ (1980 – 1990)

1980 öncesi dönemde enflasyona yol açan yöntemlerin kullanılması, 1980’li yılların kronik enflasyon dönemine de zemin hazırladı. Bu dönemde belli aşamalardan geçen Türk bankacılık sektörü ise finansal liberalizasyonun etkisiyle yeni bir boyut kazandı.

Finansal serbestleştirme yolunda alınan ilk kararlar 1981 tarihinde, önce banka faizlerinin sonra tüm faizlerin serbest bırakılması ile ilgili oldu. Çıkarılan 70 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile bankacılık sektörüne giriş kolaylaştırıldı,  ayrıca atıl kaynakların ve kayıt dışı ekonomideki paranın bir kısmının sektöre çekilmesi amaçlandı. Bu kararlar sonucunda, mali sistemde liberalizasyon ve ‘deregulation’ süreci başladı. Yapılan düzenlemelerle esnek döviz kuru ve pozitif reel faiz uygulamalarına geçildi, döviz işlemleri ve sektöre yeni banka girişi serbest bırakıldı. Mali piyasalarda yapılan bu reformlarla, tasarrufların artması, sistemin derinleşmesi ve sektörde rekabetin yoğunlaşmasıyla finansal faaliyetlerin etkinleşmesi hedeflendi. Artan rekabet ise bankaların klasik mevduat bankacılığı yerine, hem kaynak hem de plasman çeşitliliğinin arttığı bir bankacılık modelinin benimsenmesini sağladı.

1982 YILINDA BANKER KRİZİ PATLADI

Dünyada esen liberal rüzgarlarla birlikte 24 Ocak 1980’de açıklanan istikrar programının ana öğesi, Türkiye’nin ithal ikameci büyüme modelinden ihracata dayalı dışa açık bir büyüme modeline geçmeyi amaçlamasıdır. Programın uygulamaya konulduğu 1980 yılında, mali sistemin büyüklüğünün GSMH’ye oranı %15,6 ve reel faiz oranları negatif olarak %25 ila %50 arasında değişiyordu. Oluşturulan mevzuat çerçevesinde bu yıllarda başlatılan mevduat sertifikası uygulaması ise banker krizinin yaşanmasına önemli bir zemin hazırladı. Nitekim bankerlik kuruluşları arasında ortaya çıkan faiz yükseltmeleri, bir süre sonra bankerleri borç alınan paraların faizinin ödenmesi için, sonradan daha yüksek faiz ile borçlanmak zorunda bıraktı. Böyle bir ortamda ayakta kalmanın tek yolu, devamlı olarak faiz yükseltmektir. Nitekim, böyle de yapıldı, ancak bu kısır döngünün sürdürülememesi sonucunda 1982 yılında ‘Bankerler Krizi’ olarak adlandırılan olay gerçekleşti.

Rekabete hazır olmayan bankacılık sektörünün faizlerin serbest bırakılmasına tepkisi, faizlerin artırılması yönünde oldu. Bu gelişmeler hiç kuşkusuz mevduatın bankalara maliyetini de önemli ölçüde yükseltti. Yüksek maliyetlerle toplanan kaynakların riskin temel kurallarına göre plase edilmemesi sonucunda ise 1983 yılında İstanbul Bankası, Hisarbank, Ortadoğu İktisat Bankası (Odibank) ve T. Bağcılar Bankası (Bağbank)  olmak üzere dört banka kamulaştırıldı, beşinci banka olan İşçi Kredi Bankası ise İş Bankası’na devredildi.

Kısacası, 1982’de yaşanan Bankerler Krizi ve 1983 yılında yaşanan ve 5 bankanın faaliyetlerine son verilmesi ile birlikte liberalizasyon süreci, daha ilk yıllarında olumsuz gelişmelerle karşı karşıya kaldı.

MALİ SİSTEME GÜVEN SAĞLAMAK İÇİN TMSF KURULDU

1985 yılında, 3182 sayılı Bankalar Kanunu yürürlüğe girdi. Bu kanunda yer alan düzenlemelerle söz konusu krizlere yol açan bankacılık sisteminin yapısal eksiklikleri giderilmeye çalışıldı. Bu amaçla Sermaye Yeterliliği Rasyosu (SYR) yükümlülüğü ve kredi sınırları tanımı getirildi. Uluslararası bankacılık standartları, denetim ve gözetim sistemleri bankalara tanıtıldı, bilançoların dış denetime tabi tutulması ve tek düzen muhasebe sistemi uygulaması başlatıldı. Ayrıca mali sistemde güven unsurunu güçlendirmek amacıyla Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) kuruldu ve takipteki krediler için karşılık ayırma zorunluluğu getirildi

Bu gelişmeler yaşanırken 1983 yılından itibaren ekonomide vergi politikaları yerine kamu iç borçlanma politikalarına ağırlık verilmeye başlandı. Bankalar için ihdas edilen disponibilite yükümlülüğü ve risksiz bir yatırım aracı olma özelliği nedeniyle bankacılık sektörünün aktifinde kredilerin payı yavaş yavaş azalırken Menkul Değerler Cüzdanının (MDC) payı hızla artmaya başladı. Bu bağlamda 1980-1983 yılları arasında MDC. bakiyesi, bankacılık sektörü aktif toplamının ortalama olarak % 4.3’ünü oluştururken, oran bu yıldan itibaren önemli ölçüde artmaya başladı ve 1984-1988 yılları arasında ortalama olarak % 9.6 düzeyine yükseldi. Böylece bankacılık sektörünün en önemli riski, kredi riski iken menkul değerlerin payının artması ile birlikte sektör faiz riski ile de karşı karşıya kalmaya başladı.

BANKACILIK SEKTÖRÜ, ASLİ FONKSİYONUNDAN UZAKLAŞTI

Bu gelişmelere bağlı olarak sektörün kullandırdığı kredilerin aktif toplamı içerisinde payı azalmaya başladı ve toplam kredilerin bankacılık sektörü aktif toplam içerisindeki payı 1983 yılında %47.5’den 1988 yılında %40.6’ya geriledi. Yani, bankacılık sektörünün asli işlevi olan kredi verme fonksiyonundan uzaklaşması, dolayısıyla da kamu finansman açıklarını finanse etmeye başlaması bu yıllara dayanmaktadır.

Bu dönemde TBS. gerek karlılık gerekse de öz kaynaklar açısından olumlu bir performans gösterememiş, öz kaynak karlılığı enflasyon oranlarının altında kalmıştır. İnceleme döneminde olduğu gibi diğer dönemlerde de öz kaynak yetersizliği, TBS’nin en önemli yapısal problemlerinden biri olmaya devam etti ve bankacılık sektörünün krizlere karşı direncini azalttı. Nitekim öz kaynak yetersizliği 1994 krizinin de önemli nedenlerinden biri oldu.

TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN KRİZLER DÖNEMİ (1989 – 2001)

Bu bölümün 1989 yılı başlangıç alınarak analize tabi tutulmasının temel nedeni, söz konusu dönemin, kambiyo rejiminin serbestleştirilerek yurt dışı borçlanmaların kolaylaştırılmasını sağlayan Türk Parasının Kıymetini Koruma hakkında 32 sayılı Karar ile başlaması ve bu düzenleme ile başlayan gelişmelerin ve sıcak para girişlerinin, başta 1994 yılında ortaya çıkan bankacılık krizi olmak üzere daha sonra meydana gelen krizlere de zemin hazırlamış olmasıdır. Başka bir deyişle bu dönem, yüksek faiz ve düşük kur politikalarının daha yaygın olarak uygulanmaya başladığı bir dönemi ifade ediyor.

TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ, KUR RİSKİ ALTINDA KALMAYA BAŞLADI

1989 yılında yürürlüğe konan 32 sayılı Kararla birlikte bankacılık sektörü, mevduata dayalı kaynaklara alternatif olarak yurt dışı kaynaklara yöneldi ve buna bağlı olarak TBB tarafından yayımlanan aşağıdaki grafikten de görüleceği üzere 1989-1994 döneminde tamamına yakınını TL mevduatların oluşturduğu (TL. kaynakların) payı azalırken, yabancı kaynakların (YP mevduatlar dahil) payı artmaya başladı.

GRAFİK 1- 1989-1994 DÖNEMİNDE BANKA KAYNAKLARININ YAPISI (TL/YP)

Bankacılık sektörü kur artışlarının nispeten istikrarlı olduğu bir dönemde mevduata göre oldukça uygun maliyetlerle elde ettikleri yabancı kaynakları TL.’ye dönüştürerek aktifte kredilere ve MDC’ye plase ederek kısa zamanda önemli karlar elde etmeye başladı. Ancak sektör, kredi riski ve faiz riskinin yanında bu sefer de kur riski ile karşı karşıya kaldı.

Disponibilite yükümlülüğünün ihdas edilmesi ile birlikte aktifte kredilerin payı azalıp MDC.’nin payı artmaya başlamış, bir diğer deyişle aktif kompozisyonu nasıl değişmişse, 32 sayılı Karar’da yapılan değişiklikle ise bu sefer pasif yapısında bir değişiklik oldu ve mevduatın payı azalırken yurtdışından sağlanan kredilerin payı artmaya başladı.

Ancak bu şekilde yaratılan açık pozisyonlar sektör açısından giderek önemli bir kur riski yaratmaya başladı ve bazı bankalar, sahip oldukları kur riski oranlarını fiktif bazı işlemlerle yasal sınırların (%90 -%110 olan yasal sınır aralığı, % 25’lere kadar indirildi) altına çekmeye çalıştılar. Söz konusu fiktif işlemler, bu bankalara öz kaynakları ile orantısız biçimde daha fazla açık pozisyon imkanı yarattı, doğal olarak da onları çok ciddi bir kur riski ile de karşı karşıya bıraktı. Bankalar Yeminli Murakıpları, ilgili bankalarda yaptıkları incelemeler sonucunda bu işlemleri tespit etti ve gerekli önlemlerin alınması için bazı raporlar tanzim etti. Ancak raporların gereği zamanında yerine getirilemedi ve yasal sınırların çok üzerinde açık pozisyon uygulamalarına devam edildi.

BANKALAR TASFİYE EDİLDİ, SEKTÖR BÜYÜK BİR DARBE ALDI

1993 yılında yaşanan Körfez krizi nedeniyle yurt dışı kredi akışının olumsuz etkilenmesi ve kurlarda kısa bir dönemde yaşanan önemi artışlar sonucu 1994 yılında önemli bir kriz yaşandı. Başta anılan fiktif işlemlerle olması gerekenden çok daha fazla açık pozisyona sahip olan TYT Bank, İmpex Bank ve Marmara Bank olmak üzere 3 banka, finansal sisteme ilişkin yükümlülüklerini yerine getiremedi ve TMSF’ye devredilerek tasfiye edildiler. Yaşanan kriz ve anılan tasfiyeler sonucu bankacılık sektörü çok önemli bir darbe aldı. Bu krizin etkisi ile bankalar o ana kadar uyguladıkları politikaları terk etmek durumunda kaldılar ve yurt dışı krediler yolu ile artırdıkları açık pozisyonlarını kapatarak yeniden mevduat kaynağına yönelmeye başladılar. Şiddetini artıran bu kaos ortamını sona erdirmek amacı ile bankacılık sektörüne azalan güvenin tekrar sağlanması ve oluşan panik havasının dağıtılabilmesi amacı ile 5 Nisan 1994 tarihinde sektördeki tüm tasarruf mevduatları %100 devlet güvencesi altına alındı. Bu kararlar sonucu ekonomide göreceli bir istikrar sağlanmış olsa da, mevduatlara getirilen bu güvencenin, makul bir süre sonra kaldırılamaması, sektörün sorunlarının çözülmesine ilişkin etkili önlemlerin alınamaması ve üstelik de 68 olan banka sayısının yine özensiz bir şekilde 81’e yükseltilmesi, daha sonraki yıllarda sadece bankacılık sektörüne değil, tüm ekonomiye de zarar verdi. Bütçe açıkları, iç borçlar, dış borçlar, dış ticaret dengesi ve cari açık gibi makro ekonomik göstergelerde var olan bozulmalar daha da artmaya başladı. Öte yandan, kısa ömürlü ve etkin kararlar alamayan koalisyon hükümetlerinin yarattığı politik istikrarsızlıklar da, bu olumsuzlukları önemli ölçüde artırdı ve olası çözüm yollarını da tıkadı.

1999 YILINDA 6 BANKA TMSF’YE DEVREDİLDİ

Yaşanan bu ekonomik ve politik istikrarsızlık ortamında, bankacılık sektörü de sağlıksız gelişimine devam etti ve sektörün sahip olduğu mali bünye problemleri önlem alınmadığı için giderek ağırlaştı. 1997 ve 1998 yıllarında gerçekleşen Asya ve Rusya krizleri ise bu olumsuzluğu daha da artırdı.  Bu olumsuz gelişmeler sonucunda yetersiz özkaynaklar, aktif kalitesinde yaşanan bozulmalar ve başta kredi, faiz ve kur riskinin yönetilememesi olmak üzere riskin temel kurallarına uymadan hayata geçirilen uygulamalar sonucunda uğranılan zararların artması üzerine 1999 yılında 6 banka TMSF’ye devredildi.

Önceki dönemlerde olduğu gibi 1995-2001 döneminde de Türk bankacılık sektörü, asli fonksiyonlarından uzaklaşmaya devam etti, kamunun finansman açıklarını finanse etti. Bu nedenle tasarrufların önemli bir bölümü yatırım ve üretim harcamalarının finansmanı için reel sektöre kullandırılacağı yerde, çoğu verimsiz ve popülist olan harcamaların finansmanı amacı ile kamuya kullandırıldı. Üstelik bu borçlanmaların önemli bir bölümü açık pozisyonlarla finanse edildiği için, bankacılık sektörü giderek artan ölçüde kur riski ve faiz riski altına da girdi. Yine yaşanan bu olumsuz süreçte, sektörün takipteki kredilerin de etkisi ile donuk aktifleri artmaya başladı ve bu trend, 1999 yılından itibaren hızlanarak sektörün aktif kalitesinin daha da bozulmasına sebep oldu. Bu gelişmelere paralel olarak, zaten yetersiz özkaynaklarla faaliyetlerine devam etmeye çalışan bankacılık sektörünün karlılık rasyoları da olumsuz bir gelişim gösterdi. 1999 yılından itibaren ise, sektörün zarar etmeye başlaması ile birlikte, karlılık rasyoları da negatife döndü. Öte yandan, yine bu dönemde, kamu bankalarının aşırı likidite ihtiyaçları ve önemli büyüklüklere ulaşmış görev zararları nedeniyle mali sistemin işleyişini ve disiplinini bozucu uygulamaları da artarak devam etti. 1995-2001 döneminin en dikkat çekilecek gelişmelerinden biri de, bankacılık sektörünün açık pozisyon uygulamalarını önemli ölçüde artırmaları ve bu aşırılığı da 1994 krizi öncesinde olduğu gibi bazı fiktif işlemlerle gizlemeye çalışmalarıdır. Tüm bu risklerin sınırlandırılması için etkin önlemler alınamadığı gibi, 1994 krizinden sonra önemli ölçüde tahrip olan bankacılık sektörünün, rehabilite edilmesi ve sorunlarına kalıcı çözümler bulunması yönünde gerekli adımlar da atılamadı.

 BANKALARI DÜZENLEME, GÖZETİM VE DENETİM İŞLERİ BDDK’YA VERİLDİ

Bankacılık sektöründe 1999 yılında oldukça önemli bir gelişme yaşandı. 1985 yılından itibaren yürürlükte olan 3182 sayılı Bankalar Kanunu yürürlükten kaldırılarak, 18 Haziran 1999’da 4389 sayılı Bankalar Kanunu yürürlüğe girdi. Bu Kanun ile sektörü düzenleme, gözetim ve denetim işleri, Hazine Müsteşarlığı’ndan alınarak özerk bir statüde kurulan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)’na verildi. Kurum 2000 yılının Temmuz ayında faaliyete geçebildi.

Makro ekonomik göstergelerde kaydedilen aşırı bozulma, özellikle 1999 yılından itibaren faiz oranlarının ve kurların yükselmeye başlamasına neden oldu. Bu ve diğer gelişmelere bağlı olarak beklentilerin daha da olumsuza dönmesi ile birlikte, faiz ve kurlardaki yükseliş daha da arttı ve Kasım 2000 krizi patlak verdi. Krizle birlikte, gecelik faizler 7000’lerin, DİBS faizleri ise %100’lerin üzerine çıkarak astronomik oranlarda arttı. Bu artış sonrasında aktifinde önemli oranda Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) bulunan sektörün en önemli bankalarından biri olan Demirbank ile birlikte 3 banka TMSF’ye devredildi. Yaşanan olumsuzlukların çok daha ileri boyutlarda artmasıyla ve Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yaşanan kavganın kamuoyuna sunuluş biçiminin de etkisi ile bu sefer de yaklaşık 3 ay sonra Şubat 2001 krizi patlak verdi. Krizle birlikte kurlar ilk etapta % 40’ın üzerinde arttı ve bu artış kısa bir zaman sonra % 100’lerin üzerine çıktı. Kurlarda yaşanan bu artış sonrasında da toplam 8 banka daha TMSF’ye devredildi.

TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ, TARİHİNİN EN BÜYÜK HASARINI GÖRDÜ

Ekonomik ve siyasi alanda yaşanan bu olağanüstü şartlar sonunda, bankacılık lisansı verilirken gerekli hassasiyet ve özenin gösterilmemesi, banka kaynaklarının hakim hissedar ve yöneticiler tarafından ciddi biçimde istismarı, bu istismarlarla ilgili raporların zamanında düzenlenmeyerek caydırıcılık yaratılamaması, buna karşın ise zamanında düzenlenen mali bünye inceleme raporlarına ilişkin gereklerin zamanında ve etkin olarak yerine getirilememiş olmasının da etkisi ile daha sonra Fon’a devredilen Pamukbank ve İmarbank ile birlikte toplam 13 banka daha TMSF’ye devredilmesi sonucu TBS’de tarihin en büyük hasarı meydana geldi. Bu krizler sonrasında Fon’a devredilen bankalar nedeniyle oluşan milyarlarca liralık zarar kamunun üstüne kaldı, binlerce şirket kapandı ve yine binlerce banka çalışanı işsiz kaldı.

Öte yandan Vakıfbank eski genel müdürü Hasan Kılavuz tarafından yazılan “Hortum Düzeni” kitapta da yer verilen BDDK ile IMF arasında gerçekleşen resmî mesaj trafiğinden, bazı bankaların TMSF kapsamına alınmasında IMF’nin ne kadar etkin bir rol oynadığı ve dönemin yetkililerine fona devirler dışında fazla bir seçeneğin bırakılmadığı sonraki süreçte ortaya çıktı.

Yaşanan bu gelişmeler sonrasında bankacılık sektöründe kullandırılan kredilerin toplam aktifler içerisindeki payı %26.5 gibi dramatik seviyelere gerileyerek bankacılık sektörü asli görevini yapamaz duruma geldi. Ekonomiye ve özellikle de reel sektöre önemli zararlar veren bu olumsuz gelişime, Bankacılık Kanunu’nda yer alan cezai müeyyidelerin oldukça ağır olmasından (Örneğin; zimmet başlıklı 160’ıncı madde)  ve krizlerde sergilenen yanlış ve abartılı yaklaşım tarzından kaynaklandı. Anılan dönemde doğru bir şekilde tahsis edilerek kullandırılan ve konjonktürden ya da firmanın yanlış faaliyetlerinden kaynaklanan kredi sorunlarının bile zimmet suçu ile ilişkilendirilmesi nedeniyle banka yöneticileri kredi faaliyetlerine daha marjlı ve soğuk bakmaya başladılar.

TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN KRİZLERDEN SONRAKİ DÖNEMİ (2001 – 2023)

Cumhuriyet tarihinin en önemli krizleri olan 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinden sonra BDDK. tarafından yaraların sarılması amacı ile başta yeniden sermayelendirme ve “İstanbul Yaklaşımı” olarak adlandırılan kredilerin yeniden yapılandırılması süreçleri olmak üzere gerekli önlemler süratle alınmaya çalışılırken, TBS’de yabancılaşma eğilimi de hızla artmaya başladı. Türk bankacılık tarihinin başlangıcından bu yana %5’ler düzeyinde bir gelişim gösteren yabancı bankaların toplam bankacılık sektöründeki payı, özellikle 2005 yılından itibaren hızla arttı ve Temmuz 2008 tarihi itibari ile TBS’nin % 41.5’lik bölümünü oluşturur düzeye yükseldi. Başka bir deyişle, yabancı bankalar, kamu bankaları ile yerli özel sermayeli bankaların payını geride bırakarak, 2008 yılı itibari ile TBS’de hakim konuma yükseldi.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken 2005 yılında 4389 sayılı Bankacılık Kanunu yürürlükten kaldırıldı ve bugün yürürlükte olan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu yürürlüğe girdi.

2000 ve 2001 yıllarında yaşanan krizlerden sonra gerek ekonomide ve BDDK. tarafından bankacılık sektöründe alınan tedbirler ve gerçekleştirilen düzenlemeler, gerekse 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nda alınan önlemler ile TBS’de oluşan bu büyük tahribatın giderilmesine çalışıldı ve kısa bir süre sonra alınan önlemlerin olumlu sonuçları ortaya çıkmaya başladı. BDDK ilgili dönemde bir taraftan krizin tahribatını ortadan kaldıracak yapısal önlemler paketini uygular iken bir taraftan da uluslararası bankacılık ve risk yönetimi düzenlemelerini de yakından takip etti ve Basel II ve Basel III olarak adlandırılan risk yönetimi düzenlemelerini gecikmeksizin tam uyum ile ülkemiz mali sistemine entegre etmeye çalıştı ve bu konuda oldukça önemli aşamalar kaydedildi. Bu gelişmeler sonucunda TBS’nin öz kaynak yapısı güçlendirildi, risk yönetimine ilişkin alınan önlemlerle sektörün aktif yapısı ve karlılığı hızla artmaya başladı.  Küresel krizin dünyayı derinden etkilediği ve ülkelerden birinin neredeyse batışına şahit olduğumuz 2008 yılında, Türk bankacılık sektörünün mali yapısı itibari ile bulunduğu olumlu seviye, sadece bankacılık sektörü açısından değil, Türkiye açısından da önemli bir şans oldu.

2013-2018 DÖNEMİ, ÖNCEKİ DÖNEM KADAR PARLAK DEĞİL

Küresel kriz sonrası, özellikle de 2015 yılına kadar hem ülke ekonomisi, hem de bankacılık sektörü açısından olumlu bir dönem oldu. Ülkemizde ekonomik alanda alınan tedbirler, Avrupa Birliği Üyeliği için atılan adımlar ve siyasi alanda sağlanan istikrar ile birlikte önemli bir güven ortamı yaratıldı ve uluslararası piyasalardan önemli bir kaynak girişi sağlandı. Bu bağlamda TCMB. verilerine göre küresel krizin de etkisi ile 2009 yılında net sermaye çıkışı yaşanmasına karşın 2010-2013 döneminde yıllık ortalama 59 milyar dolar tutarında sermaye girişi oldu, rezervlerde de 10 milyar dolarlık bir artış sağlandı. Bu olumlu konjoktür doğal olarak TBS’nin de karlılık düzeylerini artırarak istikrarlı olarak büyümeye devam etmesi için önemli bir destek sağladı. 2013-2018 dönemi ise, bir önceki dönem kadar parlak değildir. Bu dönemde sermaye girişleri yıllık ortalama 26 milyar dolar, rezervlerdeki artış ise 5 milyar dolar seviyelerine geriledi, doğal olarak Tük bankacılık sistemi de bu gelişmelerden olumsuz etkilendi. Üstelik 17-25 Aralık 2013 operasyonları ve 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü de sorunları ve olumsuz havayı daha da ağırlaştırdı.

2021 YILI, BANKACILIK SEKTÖRÜNDE ÖNEMLİ DÖNÜM NOKTALARINDAN BİRİ OLDU

TBS.’nin tarihinde 2021 yılı önemli dönüm noktalarından biridir. Enflasyonun sebebinin faiz olduğu düşünüldüğü için TCMB Para Politikası Kurulu tarafından Eylül 2021’de %19 olan politika faizinde indirim süreci başlatıldı ve faiz oranları, kademeli olarak düşürülerek, Şubat 2023 itibari ile %8.5 seviyesine kadar indirildi. Faiz Politikasının Ekonomiye ve Bankacılık Sektörüne Etkileri başlıklı yazımızda da ayrıntılı olarak belirttiğimiz gibi bu politika değişikliğinden sonra başta enflasyon ve döviz kurları olmak üzere ekonomik göstergelerde olağanüstü artışlar yaşanmaya başladı ve artışları durdurabilmek için çıkartılan Kur Korumalı Mevduat (KKM) gibi uygulamalar da kamuya ciddi bir maliyet yükledi. Kısacası; Hazine, hane halkı ve reel sektörde faaliyet gösteren birçok şirket bu yeni dönemin kaybedeni olmuşken, kazananı ise hiç kuşkusuz TBS. oldu. Sektör tarihinde görülmemiş oranlarda bir karlılık seviyesine ulaştı. TBS’de 2022 yılında kelimenin tam anlamı ile bir kar patlaması yaşandı. Nitekim Mart 2022’de bir önceki yılın aynı ayına göre % 286.0, Haziran 2022’de yine bir önceki yılın aynı ayına göre % 400.5 ve Aralık 2022 itibari ile ise %364.3 oranında bir kar artışı gerçekleşti. Bu artış oranları, TBS tarihinde bir ilktir.

Bu süreçte pandemi döneminin de kazandırdığı tecrübelerden hareketle TBS’de ciddi bir dijitalleşme hareketi başladı. BDDK tarafından dijital bankacılığa ilişkin çıkartılan Yönetmelikte amacın,  sadece elektronik bankacılık hizmetleri dağıtım kanalları üzerinden hizmet veren şubesiz bankaların faaliyetlerine ve bankacılık hizmetlerinin finansal teknoloji şirketleri ve diğer işletmelere bir servis modeli olarak sunulabilmesine ilişkin usul ve esasların belirlenmesi, olarak belirlendi. Şuana kadar 2 banka BDDK’dan dijital bankacılık izni aldı. Bu sayının artması beklenmektedir.

SEKTÖRDE 57 BANKA FAALİYET GÖSTERİYOR

BDDK. Raporlarına göre Haziran 2023 itibari ile TBS’nde faaliyet gösteren bankaların türleri ve çalışan sayılarına ilişkin verilere göre; sektörde 35’i mevduat, 6’sı katılım ve 16’sı ise kalkınma ve yatırım olmak üzere toplam 57 banka faaliyet gösteriyor. Sahiplik durumuna göre bu bankaların 12’si kamu, 17’si yerli özel ve 28’i ise yabancıdır. Sektörde toplam çalışan sayısı ise 207.266’dır.

BDDK verilerine göre baz alınan tarihlerde ana bilanço kalemleri ise şöyle:

TABLO 2 – TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN BİLANÇO KALEMLERİ BİLANÇO

2022 HAZİRAN 2022 ARALIK 2023 HAZİRAN
AKTİF 11.708 14.344 19.103
Menkul Değerler 1.137 1.353 1.695
Krediler 6.279 7.581 10.010
PASİF

11.708

14.344

19.103

Mevduat 6.796 8.862 11.651
Öz kaynaklar 1.028 1.406 1.691

Cumhuriyetimizin birinci yüzyılını tamamlarken, TBS’nin genel görünümünü şöyle özetleyebiliriz.

– Öz kaynak yapısı güçlü ve Sermaye Yeterlilik Rasyosu (SYR) %17.96 ile oldukça iyi bir düzeydedir.

–  Takipteki alacakların artmasına rağmen aktif kalitesi iyidir.

–  Kurumsal Yönetim İlkeleri azami ölçüde uygulanıyor.

–  Basel II, Basel III gibi uluslararası bankacılık düzenlemelerine uyum maksimum düzeydedir.

–  Çeşitli sorunlar yaşanıyor olsa da Risk Yönetimi, İç Kontrol ve İç Denetim’den oluşan İç Sistemleri etkin olduğu söylenebilir.

–  Bilgi sistemleri alt yapısı ve teknoloji kullanımı bakımından dünyanın birçok ülkesi ile rekabet edebilir durumdadır.

–  Dijital bankacılık uygulamalarında dünya’da pek çok ülkeden daha ileri düzeyde ve öncü konumundadır.

–  Ürün hizmet çeşitliliği ve kalitesi bakımından olumlu bir yapıdadır.

–  Hakim hissedarların mali gücü ve itibarı yeterli düzeylerdedir.

CUMHURİYETİMİZİN İKİNCİ YÜZYILINDA TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ BEKLENTİLER

Cumhuriyetimizin birinci yüzyılında çeşitli krizlerle karşı karşıya kalmasına rağmen hızlı gelişen, teknolojik ve kurumsal alt yapı itibari ile dünya standartlarını yakalayabilmeyi başarmış en iyi sektör kuşkusuz Türk bankacılık sektörüdür. Haziran 2023 itibari ile sektörün toplam büyüklüğü 19.103 milyar TL (yaklaşık 740 milyar USD)’ye ulaşmış olsa da aşağıda vereceğimiz ve The Banker tarafından yayımlanan büyüklük sıralarının da belirtildiği verilere göre bazı yabancı bankaların 2022 sonu bilanço büyüklükleri dikkate alındığında, ülke ölçeğinde büyük, ancak dünya ölçeğinde oldukça küçük bir sektör büyüklüğüne sahip olduğumuz görülüyor.

 TABLO 3 – DÜNYANIN EN BÜYÜK BANKALARI

SIRA BANKA  AKTİF TOPLAMI

      Milyar USD

KURULUŞ YILI               ÜLKE
1 Industrial and Commercial Bank of China 5.667 1984  

ÇİN

5 JPMorgan Chase 3.666 2000 ABD
7 HSBC Holdings plc 2.966 1865 İNGİLTERE
8 Mitsubishi UFC Financial Group 2.898 2005 JAPONYA
9 BNP Paribas 2.837 1999 FRANSA

Bu konuda çarpıcı bir örnek de Hollanda merkezli Rabobank’tır. Hollanda 41.545 m2 yüzölçümü ve 17.5 milyon nüfusu ile ülkemizin yüzölçümünün neredeyse yirmide biri, nüfusta ise beşte biri büyüklüğündedir. Hollanda’da kurulu bir Rabobank Haziran 2023 itibari ile 630 milyar Euro’ya yaklaşan aktif toplamı ile ülkemizin tüm bankalarının toplamına yakın bir büyüklüğe sahip. Nüfus bakımından ilk sırada yer aldığımız Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında TBS’nin yerine baktığımızda da yine çarpıcı sonuçlar söz konusudur. TBB tarafından yayımlanan, Temel Ekonomi ve Bankacılık Göstergeleri Türkiye–AB Ülkeleri Ekim 2023 tarihli aşağıdaki çalışmaya göre 720 milyar Euro büyüklüğe sahip TBS, çok daha küçük ülkelerin bankacılık sektöründen de büyüklük itibari ile geri konumdadır.

 TABLO 4 – AB ÜLKELERİNDE BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN AKTİF BÜYÜKLÜĞÜ

Bankacılık sektöründe aktif büyüklüğünü etkileyen en önemli kriterlerden biri de kuşkusuz öz kaynak seviyesidir. BDDK tarafından yayımlanan son verilere göre TBS’nin SYR’si %17.96 olsa da yukarıda belirttiğimiz çalışmada yer alan ve AB üyesi ülkelerde bankacılık sektörünün sahip olduğu özkaynak seviyelerini gösteren aşağıdaki grafikte de çarpıcı sonuçlar vardır. Buna göre özkaynak potansiyeli bakımından açık ara önde olan Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya gibi ülkeler bir yana, TBS’nin özkaynak toplamı, nüfus ve yüz ölçüm bakımından Ülkemizden çok daha küçük Hollanda, Avusturya, İrlanda ve Belçika gibi ülke bankalarının özkaynak toplamından  bile daha küçüktür.

GRAFİK 2- ÜLKELERE GÖRE BANKALARIN ÖZKAYNAKLARI

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, Türk bankacılık sisteminin gündemini işgal edecek olan en önemli konu başlıkları, dijitalleşme, inovasyon, bilgi sistemleri ve bilgi güvenliği, iklim ve çevre konularını da bünyesinde barındıran sürdürülebilirlik konsepti ile bu konuların hizmet kalitesine yansıması konuları olacaktır. Her ne kadar değişime ve yeniliklere açık bir bankacılık sistemimiz olsa da yazımızın ilgili kısımlarında bahis konusu edilen olumsuzluklar sektörün büyümesinin önündeki en önemli engel olarak görünüyor. Nitekim yukarıda verilen büyüklükler ve rakamlar bize TBS’nin dünyadaki bankacılık büyüklüklerine göre yetersiz seviyelerde olduğunu gösteriyor. Teknoloji, ürün ve hizmet çeşitliliği, bu hizmetlerin kalitesi ve kurumsal alt yapı bakımından dünya standartlarında faaliyet gösteren bankalarımızın Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında dünya çapında büyüklüğe ulaşmaları hedeflenmelidir. Bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için de başta hukuk reformu olmak üzere, ekonomik ve siyasi kararlarda istikrar sağlanmalı ve her alanda kalıcı güven ortamı tesis edilmelidir. Bunlar sağlanabilirse nüfus, özellikle de genç nüfus,  yüzölçümü, coğrafi konum ve hatta iklim gibi sahip olduğumuz büyük avantajlarla bankalarımızın dünya ölçeğinde büyüklüğe ulaşmaları zor olmayacaktır.

Dr. Ramazan Başak

basak@turcomoney.com

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası