Son Haberler

Özgürlük, eşitlik, kardeşlik…..

-Kardeşlik ile birlikte eşitlik ve özgürlük, modern toplumun üzerinde sağlam bir şekilde kurgulanacağı sac ayağını oluşturur. Ancak, bu ilkelerin kavranışı ve yüklenen anlamlar çok büyük farklılıklar gösterebiliyor. Liberalizm açısından özgürlük, iktisadi zeminde öne çıkarılır. Liberalizm’de eşitlik genellikle fırsat eşitliği veya siyasal ve hukuksal düzlemdeki eşitlik olarak anlaşılır.

-Marksizm, bu kurguyu ters yüz etmek gerektiğini ileri sürüyor. Buradaki işlem, esasen burjuvanın yerine proletaryanın konulmasıdır. Başka bir ifadeyle, sömürü ile imlenen kapitalistin yerine proleterin perspektifinden bir çıkış yolu inşa edilmesidir. Proleter eşitlikten uzak kalmış ve hiçbir zaman da eşit olamayacağı bir konuma itilmiş durumdadır. Mülkiyetsizdir, metalaşmış emeğiyle hayata tutunmaya çalışıyor.

Fransız Devrimi’nin ünlü sloganı. Çoğunlukla özgürlük-eşitlik karşıtlığı üzerinden tartışma yürütülmüş olsa da bunlara kardeşliğin eklenmesi önemlidir. İster Platon’da dahi örneği görülen üçlü toplumsal yapı anlayışının (tiers états) isterse de Teslis inancının bir yansıması olarak görülsün, kardeşlik ile birlikte eşitlik ve özgürlük, modern toplumun üzerinde sağlam bir şekilde kurgulanacağı sac ayağını oluşturur. Ancak, bu ilkelerin kavranışı ve yüklenen anlamlar çok büyük farklılıklar gösterebiliyor. Özellikle 19ncu yüzyılın iki büyük teorisinin, liberalizm ve marksizmin bu bağlamda birbirlerinin negatif imgeleri olduğu iddia edilebilir.

MÜLKİYETİN BİREYE AİT OLMASI VE BU MÜLKİYETİN ÖZGÜR BİREYİN İRADESİ İLE KULLANILMASI KAPİTALİST SİSTEMİN OLMAZSA OLSAZ UNSURLARIDIR

Liberalizm açısından özgürlük, iktisadi zeminde öne çıkarılır. Sadece Fransız Devrimi açısından düşünülecek olursa bunu iddia etmek tabii ki zor görünebilir. Ama 19ncu yüzyılda yaşanan Sanayi Devrimi ve sonrasında yaşanan kapitalist dönüşüm ile özgürlük insan doğasının temel bir bileşeni olarak kabul edildi. Mülkiyetin bireye ait olması ve bu mülkiyetin özgür bireyin iradesi ile kullanılması kapitalist sistemin olmazsa olmaz unsurlarıydı. Yine bireylerin özgür iradeleriyle piyasada buluşmaları, orada meydana gelen üretici ve tüketici öznelliklerini benimsemeleri ve mübadeleleri serbestçe gerçekleştirmeleri de söz konusu olunca genellikle kapitalizm olarak adlandırdığımız yapı tamamlanıyor. İktisatçıların piyasa mekanizmasına müdahale olmaması gerektiğini iddia etmeleri, özel mülkiyeti esas kabul etmeleri ve bireysel girişim özgürlüğünü savunmaları bu kapsamda anlam kazanıyor.

ULUS, VATANI İÇİN ÖLÜMÜ GÖZE ALANLARIN BİRLİĞİ VEYA KARDEŞLİĞİDİR

Liberalizm, kardeşlik ilkesini ulus’ta ve onun somutlaşması anlamında ulus-devlet’te bulmaktadır denilebilir. Birlikte nasıl yaşanacak sorunsalına bulunan bir cevaptır ulus kavramı. Tanrı ile ilişkilendirilmiş bir hükümdarın tebası olarak amorf bir görünüm arz eden insan topluluğu, ulus kavramıyla birlikte büyük bir aile görünümü kazanıyor. Bir vatan üzerinden birbirlerine bağlanan insanlar büyük ailenin kardeşleridir. Geleneksel ailedeki biyolojik bağlar (kan bağı) yerini ulusta vatan için dökülmeye hazır olunan kan ile kurulan kan bağına (kan vergisi de denilebilir) bırakır. Bilinen formül kurulmuş olur: Vatanı için ölümü göze alanların birliği veya kardeşliği anlamında ulus. Ulus-devletin ise bu kardeşliğin görünür üst yapısı olduğu açıktır. Geniş ailenin üyesi olmak burada vatandaşlık kavramı ile ifade edilir. Ulus-devlet, vatandaşların faydası için gerekenleri yapmakla yükümlü iken, vatandaşlar da ulus-devlette somutlaşmış olan siyasal-hukuksal düzenin getirdiği yükümlülükleri yerine getirmeye ve hakları kullanmaya yönelirler.

YÖNETEN İLE YÖNETİLENİN STATÜLERİ…

Liberalizm’de eşitlik genellikle fırsat eşitliği veya siyasal ve hukuksal düzlemdeki eşitlik olarak anlaşılır. Evrensel hukuk normlarının eşit bireyleri, aralarında bir ayrım gözetilmeksizin haklardan faydalanırlar. Önceki yapıların getirmiş olduğu birlikten çok daha geniş bir birlik oluşturulur bu yolla. Her bir vatandaş din, dil, ırk, cinsiyet vb. ayrımlara tabi olmadan aynı hak ve yükümlülüklerle ilişkilendirilir. Benzer biçimde, hukuksal zemin üzerinde işleyen siyasal yapı da her bir vatandaşa eşit siyasal haklar ve yükümlülükler getirir. Dolayısıyla artık yöneten ile yönetilenin statüleri eşitleniyor. Yöneten yönetiliyor ve yönetilen yönetiyor. Veya şu şekilde ifade edilebilir: Yöneten ve yönetilen aynı statülere sahiptir. Genellikle cumhuriyet ve demokrasi kavramlarıyla anlatılmak istenen de bu eşitlik ilkesi bağlamında somutlaşır.

LİBERALİZME VE MARKSİZME GÖRE ÖZGÜRLÜK…

Marksizm, bu kurguyu ters yüz etmek gerektiğini ileri sürüyor. Buradaki işlem, esasen burjuvanın yerine proletaryanın konulmasıdır. Başka bir ifadeyle, sömürü ile imlenen kapitalistin yerine proleterin perspektifinden bir çıkış yolu inşa edilmesidir. Proleter eşitlikten uzak kalmış ve hiçbir zaman da eşit olamayacağı bir konuma itilmiş durumdadır. Mülkiyetsizdir, metalaşmış emeğiyle hayata tutunmaya çalışıyor. Buradaki eşitsizlik perspektifinde, geniş kitlelerin insan onuruna yakışır bir modern yaşama eklemlenmesinin imkansızlığı vurgulanır. Proletarya, hayatta kalmak kaygısında sıkışmış, insan yaşamının büyük bölümünden dışlandı. Fabrikada bir “organik makine”, gündelik yaşamında ise bir “yaşayan ölü” konumundadır, burjuvazinin aksine. O halde denilebilir ki, marksizm eşitlik idealinden yola çıkar. Esasen bu yaklaşıma da itiraz edilebilir. Kanımca, marksizm kardeşlik ilkesinden hareket ediyor. Buradaki kardeşlik, insana dair kurgulanan tipolojide somutlaşır. Kapitalizmde yaşamını sürdürme zorunluluğu bağlamında insanın metalaşmaya maruz kalması bir tür kardeşlik olarak görülür. Bu durum insanın özüne yabancılaşması olarak görülür. Medeniyeti kurgulayan, meydana getiren insan emeği bir üretim girdisine indirgendi. Dolayısıyla insan yaşamının yaratıcısı konumundaki insanlığın fertleri arasındaki potansiyel kardeşlik ihmal edildi. Kardeşlerin (proletaryanın) eşitlik arayışı mülksüz oluşun tersine çevrilmesidir ki somutlaşması kamu mülkiyetidir (proletarya diktatörlüğü). Kapitalizmin yarattığı sorunlar olarak sömürünün ve eşitsizliğin ortadan kalkması da özgürlüğün gerçekleşmesi olarak kabul edilir: “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre”.

Bu noktada her iki yaklaşımın da özgürlüğü sorunsallaştırdığı görülüyor. Liberalizm özgürlüğü sisteme içkin bir dinamik olarak görürken, marksizm sistemin özgürlüğün önünde bir engel oluşturduğunu kabul ediyor.

Doç. Dr. Ertuğrul KIZILKAYA

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

kizilkaya@turcomoney.com

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlgili Haberler

Site Haritası