Türk insanı olarak yetiştirilme tarzımız, kültürümüz hep “kusursuzluk” üzerine kurulu. Ebeveynler, çocuklarına sürekli olarak “onu yapma, bunu yapma, o yanlış, bu yanlış” diye nasihatte bulunurlar. (Bu arada ben de böyleyim) çocuklar da hata yapmamak adına, her türlü dikkatini, konu her neyse onun üzerinde yoğunlaştırır, hata yapmamaya, kusur işlememeye özen gösterir. Bu durumun iyi sonuçlar doğurup doğurmayacağı ise yıllar sonra anlaşılır, ya da belki anlaşılmaz bile. Bu yaklaşım bir yanıyla çok güzel görünmekle birlikte, diğer yanıyla yaratıcılığı ve gelişmeyi inanılmaz derecede azaltır.
özel yaşamın yanında iş yaşamında da durum böyle. Aman hata yapma aksi halde “İşten atılırsın, müdürün çok kızar, terfi edemezsin..vs” durumları. Banka müfettişi olarak mesleğe başladığım yıllarda üstatlarımdan bu ve buna benzer sıkıntıları o kadar sıkça yaşamıştım ki unutmam mümkün değil. Sürekli olarak bir taciz durumu “Aman hata yapmayalım, Müfettiş hata yapmaz”, “Müfettiş sıfır hata yapar ” vs. Şunu açıklıkla belirtmeliyim ki; bu yaklaşımın tavan olduğu üstatlarla çalıştığım dönemlerde yaratıcılığım neredeyse sıfıra yakın, tersi durumda ise yaratıcılığım tavan idi. Bu kadar net. Şu an sizin de geçmişinizde yaşadıklarınızı gözünüzün önüne getirdiğiniz ve benzer şeyi düşündüğünüze eminim.
Aslında hata yaparak öğreniyoruz, gelişiyoruz. Hata durumunda önemli olan iki şey var. Birincisi yapılan bu hatanın maliyeti nedir. Neye / nelere mal oldu. üstlenilebilir bir durum mudur, değil midir? İkincisi ve daha da önemlisi ise yaptığım hata, bana bir şey öğretti mi? Yani hatadan ders çıkardım mı? (çukura iki kere düşmeme durumu) Dolayısıyla önemli olan, hata yapmaktan korkmamak, yapılan hatalardan ders çıkarmak, aynı hatanın tekerrür etmemesini sağlamaktır. Tekrarlanan hataların maliyeti, ilk hatanın maliyetinin en az iki, bazen yüzlerce katıdır. Einstein’a göre “bir hatayı iki defa tekrar etmeyen en mükemmel insandır”.
Japonların Kaizen Modeli de bu anlayış üzerine kuruludur. ölçülen kusur durumlarından kusursuzluğu yaratmaya çalışıyorlar. Yaptıkları budur. Kusurlu ürün oranı, mutsuz iç-dış müşteri sayısı, hatanın yoğunlaştığı konular/alanlar, hatalı yazılım vs. vs. ölçüyorlar ve sonrasında bu mükemmel (!) ham maddeleri (kusur-hata) iyileştirici çalışmalarda kullanıyorlar. Onlara göre mükemmeli oluşturmanın yolu, hata yapmaktan geçiyor.
Bu temel anlayış sonucunda başarıları ortada, küçücük coğrafyada dev sonuçlar elde ediyorlar.
Bazı ebeveynlere, iş yerlerinde yöneticilere ya da eğitmenlere imreniyorum. Gerçekten bu konuda genel bilinenin tersine davranabiliyor, kusur-hataları enerjiye (çiçeğe) dönüştürebiliyorlar. Bu çok ileri bir yaklaşımdır. Kutlamak gerekir onları. Eminim, mükemmele giden yolda çok güzel sonuçlar elde ediyorlar.
Hatalar sebep oldukları sonuçlar kadar önemli. Bu konu gerçekten çok ama çok derinlemesine incelenecek, çok şey söylenecek bir konu. Buraya kadar anlattıklarımızı aşağıdaki küçük hikaye çok güzel özetliyor.
çin’de bir adam her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna astığı testilerle dereden su taşırmış evine. Bu testilerden birinin yan kısmında bir çatlak varmış. Diğeri ise hiç kusursuz olup sağlammış. Her seferinde bu kusursuz testi, adamın doldurduğu suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve. Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yarım; diğeri ise dolu olarak ulaşırmış.
İki sene boyunca her gün böyle olmuş. Adam her iki testiyi suyla doldururmuş ama evine vardığında sadece bir buçuk testi su kalırmış. Tabii ki kusursuz, çatlaksız testi görevini mükemmel yaptığı için çok gururlanırmış. Fakat çatlak olan kusurlu testi çok utanırmış. Adam da doldurduğu suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için çok üzülürmüş.
İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi ırmak kenarında adama şöyle demiş: “Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle sular eve gidene kadar akıp gidiyor”. Adam gülümseyerek dönmüş testiye: “Göremedin mi? Yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu. Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok. çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlağını biliyordum. Senin tarafına çiçek tohumları ektim. Ve her gün o yolda ben su taşırken, sen onları suladın. İki senedir senin suladığın o güzel çiçekleri toplayıp masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim” diye cevap vermiş…
Peki tüm ebeveynler, üstatlar, yöneticiler ve patronlar siz ne yapıyorsunuz? Kusuru çiçeğe mi dönüştürüyorsunuz, yoksa toprağa mı gömüyorsunuz?
Vizyon
Şaban çağıran
Denizbank A.Ş. Genel Müdürlük / Grup Müdürü
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.