öncelikle şunu belirtmeliyim ki siyaset meslek değil, onurlu bir görevdir, ülkeye hizmet etmenin yoludur, yeter ki o onura layık olabilinsin.
Aktif siyaset yaptığımız dönemlerde genelde mesleğiniz ne sorusuna çok kimsenin milletvekiliyim dediğini, milletvekilliği bitince de seçilme bölgesinden koparak Ankara‘ya yerleşme durumunda kaldığını ibretle yaşadık.
Kim ne derse desin mevcut Anayasa, seçim ve siyasi partiler yasaları değişmedikçe milletin egemen olduğu bir seçim sonucunu elde etmek imkânsız görülüyor. Parti lideri kim olursa olsun bir müddet sonra tek seçici ve tek yönetici durumuna giriyor.
2007 yılında bir röportajımda “Tek adamlık ne siyasidir, ne İslamidir, ne de insanidir” dediğim zaman alınanlar oldu ama seçimlere günler kala bunu daha iyi görüyoruz.
Adayın kimliği ne olursa olsun parti lideri onu seçilebileceği yere ve sıraya koyarsa seçilme şansını kazanıyor, seçildikten sonra da tekrar seçilme arzusu ve hırsı varsa kendini seçecek milletin değil liderin vekili olmaya başlıyor.
Son yıllarda il ve ilçe yönetimlerinin halkla bütünleşme hareketlerinin yaygınlaşması ile gençlik kolları, kadın kolları başarılı girişimlerle halkın güvenini kazanmaya başlasalar da, aday belirleme konusunda sanıldığı kadar etkili olamıyorlar. Teşkilatta yapılan temayül yoklamaları, sivil toplum kuruluşlarının, kanaat önderlerinin eğilimi uygulamaları, hatta ön seçimler çok belirgin etki sağlayamıyor.
Neticede millet adayını değil parti tutkusu ile parti liderlerinin belirlediği listeyi seçiyor, oy sandığına o listeleri atıyor.
Tabii inançlarımıza göre toplum değişmedikçe yönetim değişmez ama bu değişim fırsatını iktidarı elinde bulunduranlar sağlayacaktır.
Sonuçta ülke menfaatlerini her şeyin üstünde tutabilecek sağlam karakterli, güvenilir, adil, dürüst kişileri bilerek seçmeyen halkımız parti listesinden seçilmişlerden siyasi ilkelere uymalarını bekliyorlar.
Seçim meydanlarında, mitinglerde, söylenenlere televizyon ve gazetelerde çıkan haberlere bakın hile, adam kayırma, yandaş kollama, iş ve ihale yolsuzlukları, insanları kamplara ayırma, dedikodu, iftira, yalan, dolan, tutarsız vaatlerle kitleleri kandırma vb. üzücü konuşmalar seçimlere damgasını vurdu.
Siyasi istikrar bozuldu. Unutmayalım ki kalkınma ve barış istikrarla sağlanabilinir.
Partiler proje ve programlarla yarışma yerine düşmanca saldırılarla karşı tarafı yıpratarak öne çıkmaya çalışıyorlar. Birinci sorumluları da bu tarzı sürdüren parti liderleri zira “at binicisine göre koşar”. Lider saldırgan olunca yalakaları ve çevresi de daha ölçüsüz hareket etmekte, olayların diğer üzücü tarafı ise bu gerginliklerin gençlere, özellikle üniversite ve lise gençliğine sirayet etme eğilimine girmesidir.
Oysaki ülkemiz bu çatışmalardan yıllarca çok şey kaybetti, dış güç odaklarının etkisiyle de krizlere sürüklendi, geçmişi yaşamayalım ama ibret alalım. Kim iktidar olursa memlekete hayırlı olsun, bu kadar gerginlikten sonra düşünüyorum da, liderler ve partililer aynı mecliste nasıl yüz yüze bakacaklar, nasıl işbirliği yaparak ülkede özlenen demokrasi insan hakları, hukukun üstünlüğü ve özgürlükler; yaşanır hale gelecek?
Bu kavgalar meclise de yansırsa vaat edilen Yeni Anayasa nasıl hazırlanacak? Baş kaldırma eğilimi sergileyen terör nasıl önlenecek?
Ekonominin yumuşak karnı olan cari açıklar, bütçe açıkları enflasyon, faiz, döviz nasıl kontrol altına alınabilecek? Büyüme hızımız nasıl yüzde beşlerin, yedilerin üzerinde seyredebilecek?
Hele, hele giderek sosyal bir karamsarlık sürecine giren işsizlik nasıl önlenecek?
Yatırım-üretim-İhracat seferberliliğini nasıl sürdüreceğiz?
En önemlisi de sarsılan güven ortamını nasıl sağlayacağız?
Şehit kanlarıyla yoğrularak bizlere emanet edilmiş olan ülkemizi bölünmeden, dünya‘da en büyük 10 ekonomi arasına yükselterek gelecek nesillere nasıl bırakacağız?
Son olarak Liderin söylediklerine ne pahasına olursa olsun gerçek ve doğru olmasa da inanan insanlar bu vebalden nasıl kurtulacaklar?
İnanıyorum ki uzun vadede, ülke gerçeklerini bilen, halkla bütünleşen, gerçek dışı vaatlerle halkı aldatmayan alkışlara ve kalabalıklara fazlaca aldanmayanlar zaferi kazanacaklardır.
Şu hikâye kalabalıkları, alkışları, yandaş medya teşvikleriyle içine sürüklendiğimiz siyasi tabloyu ne güzel anlatıyor?
DİŞİ DEVE VE ON BİNLER!
Bir gün Hz. Ali‘nin taraftarının yoğun olduğu Küfe‘den bir Arap devesiyle Şam‘a gelmiş. Şam sokaklarında dolaşırken, biri ona yanaşmış:
“Ver o dişi deveyi bana”! demiş. Tartışma büyümüş, Küfe‘den gelen adam, “Bu deve benimdir, üstelik dişi değil erkektir” diye itiraz etmişse de, anlaşamamışlar. Konu Muaviye‘ye yansımış. Halk meydanda toplanmış…
Muaviye, Küfe‘den gelen ile Şam‘da deveye sahip çıkan yerliyi dinledikten sonra kararını açıklamış: “Bu dişi deve Şamlı’nındır” Sonra toplananlara dönmüş ve sormuş: “Ey cemaat, bu dişi deve kimindir”. Cemaat hep birlikte bağırmış: “Şamlı’nındır” … Küfeli şaşkın bir vaziyette devesinin ardından baka kalırken, Muaviye onu yanına çağırmış: “Ey Küfeli dinle! Sen de, ben de biliyoruz ki; bu deve senindir ve dişi değil erkektir. Ama sen Küfe‘ye dönünce gördüklerini Ali‘ye anlat ve de ki: “Ey Ali, Muaviye‘nin dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen ama o ne derse “Evet” diyen 10 bin adamı var! Ayağını denk alsın!”
Mihenk Taşı
Ali Coşkun
58 ve 59 Hükümette Sanayi ve Ticaret Bakanı
İş Dünyası Vakfı Başkanı
coskun@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.