-Her şey 8 Mart’ta ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki Silvergate Bankası’nın çökmesiyle başladı. Banka, 11 Kasım 2022’de mevduatlarının 3,8 milyar dolara düşmesi üzerine, banka faaliyetlerini tasfiye edeceğini ve bankayı likide edeceğini duyurdu. Aynı dönemde, ABD’de Silicon Valley Bankası, mevduat çıkışı nedeniyle 8 Mart’ta 2.25 milyar dolarlık hisse satacağını duyurdu. Ertesi gün bankanın hisse senedi fiyatı %60 düştü ve 10 Mart’ta banka, ABD Federal Mevduat Sigorta Fonu’nun (FDIC) yönetimi altına geçti.
-12 Mart’ta ise Signature Bankası, mevduatının %20’sini çok kısa bir süre içinde kaybettikten sonra federal devlet yetkililerinin bankaya kayyum atamasıyla birlikte ABD tarihindeki en büyük üçüncü banka iflası unvanını kazandı. First Republic Bankası, 20 Mart itibarıyla bankanın bilanço varlıklarının yarısından fazlasına denk gelen 89 milyar dolarlık mevduat çıkışına neden olan tedirgin mudilerin dördüncü potansiyel kurbanıydı.
–ABD’li yetkililer, First Republic’in bilançosunu güçlendirmek için zaman kazanmasına imkân tanıyacak olan bankalara acil kredi sağlayan uygulamanın kapsamını genişletmeyi düşünüyor. Piyasalar ABD’de başka kimlerin batabileceğini düşünürken, Atlantik Okyanusu’nun diğer tarafından gelen haberler yatırımcıları tekrar sarstı. Credit Suisse, yıllardır azalan kârlılığı, kötü yönetimi, üst düzey yöneticilerinin çok sık değişmesi ve son dönemdeki bazı yatırımlarda yaşadığı büyük kayıplar nedeniyle endişeli mudilerin dördüncü kurbanı oldu.
–Gergin mudilerin en son potansiyel kurbanı ise bankanın bilançosuyla ilgili endişeler nedeniyle hisselerinin Mart ayının başından bu yana %25 düşmesinin ardından kaderi hâlâ belirsiz olan Alman Deutsche Bank AG oldu. Kısacası, iki haftadan kısa bir süre içinde 4 büyük banka birkaç gün içinde battı. Diğer ikisinin akıbeti ise hâlâ belirsiz. Herkesin aklındaki büyük soru, neyin yanlış gittiği ve daha da önemlisi bunların hepsinin bir tesadüf olup olmadığı.
-Banka iflaslarından yatırımcıların çıkarması gereken dersler var. Piyasalar gerçekten tedirgin ve dolayısıyla temelleri zayıf olan kurumlar şu anda ciddi bir riske maruz. İkinci ders ise, ABD Merkez Bankası FED’in faiz oranlarına ilişkin kararının muhtemelen bankacılık sektörünün istikrarı üzerinde derin bir etkisi olacağı. Bu nedenle, FED şu anda zor bir seçim yapmak zorunda. Enflasyonla mücadele etmekle banka iflaslarının önünü kesmek arasında bir karar vermesi gerekiyor.
–FED faiz oranlarını arttırırsa daha çok banka iflas edebilir. Bunun bir nedeni, ABD tahvillerine sahip bankaların bilançolarının aniden küçülmesi. Çünkü daha yüksek faizler, daha düşük tahvil fiyatları demek. Asıl problem ise bu durumun tam da mevduat sahiplerinin kapıyı çaldığı anda gerçekleşmesi, çünkü o zaman bankalar aniden bir likidite kriziyle karşı karşıya kalabilirler.
–Faiz oranlarının daha yüksek olduğu dönemlerde mudilerin mevduatlarını bankalardan çekme ihtimali de yükselir. Bunun nedeni ise böyle zamanlarda mevduat sahiplerinin, getirileri bankalarınkinden çok daha yüksek olan para piyasası fonları gibi başka likit getiri kaynaklarına yönelmesi. Son donemde mudilerin mevduatlarını çekmesinin ana nedenlerinden biri de bu.
–Bankacılık sistemindeki problemlerin artma riski, merkezi olmayan finansal sisteme yaradı. Banka iflaslarından en çok yararlanan kripto piyasaları oldu. Hisse senedi piyasalarındaki olumlu hava ve FTX’in iflasının ardından yaşanan negatif havanın dağılması nedeniyle sene başından beri artan kripto piyasaları, Mart ayında da yükseliş trendini sürdürdü. 24 Mart itibarıyla Bitcoin ve Ethereum, sene başından beri sırasıyla %67 ve %46 arttı.
–Yatırımcılar önümüzdeki günlerde neler beklemeli? Resmi makamlar tüm banka mevduatlarının garanti kapsamında olduğunu ilan etmeyebilir. Bu oldukça düşük bir ihtimal. Bu durumda banka iflaslarının devamının gelmesi kuvvetle muhtemel. Ayrıca piyasa oyuncularının arasındaki ciddi görüş ayrılıkları nedeniyle önümüzdeki dönemde belli başlı yatırım araçlarında dalgalanmalar yaşanabilir.
–Daha evvel de yazdığımız üzere, şu an yatırımcıların portföylerini çeşitlendirmek ve altın, trend, “tail risk” gibi portföy riskini azaltmaya yönelik yatırımları içeren stratejileri portföylerine eklemek için harika bir dönem. Bu tür yatırımlar, hem portföy getirilerinin uzun vadede daha istikrarlı olmasını sağlar, hem de diğerleri çıplak yüzerken piyasada oluşan fırsatlardan yararlanabilmeleri için yatırımcılara en kritik zamanlarda likidite imkânı sunarlar.
-Türkiye hisse senedi piyasalarında açığa satış yasağı ve banka hisselerinin sınırlı yabancı yatırımcıların elinde olması nedeniyle Türkiye’de banka krizi olasılığı global piyasalara göre daha az. Türev araçların ve kompleks kaldıraç yöntemleriyle yapılan borçlanmaların Türk finans sisteminde daha sınırlı olarak kullanılıyor olması ve Türk bankalarının global bankalarla işlemlerinin nispeten sınırlı olmasının da benzer bir krizin Türkiye’de oluşma riskini azalttığının altını çizelim.
-Artan sermaye takviyeleri ve sorunlu kredilerin yatırımcılarda yarattığı endişeyi azaltmak amacıyla bankaların daha şeffaf ve ciddi bir mali disiplin uygulaması banka krizinin Türkiye’ye yayılmaması için önemli şartlardan biri. Ancak, son dönemde Türkiye’de yüksek faizle mevduat toplayan ve düşük faizle kredi veren bankaların bilançolarının bu dönemde daha sıkı takip edilerek, Avrupa ve Amerikan bankalarına benzer daha küçük ölçekli bir mevduat çıkışı yaşama ihtimali var.
Mart ayı sadece piyasa oyuncuları için değil, işi veya yatırımları ABD veya Avrupa’daki bankalara bağlı olan herkes için korkutucu bir ay oldu. Bu nedenle, bu ayki yazımızı global banka kriziyle ilgili sorulara ayırdık.
Her şey 8 Mart’ta ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki Silvergate Bankası’nın çökmesiyle başladı. Banka, 11 Kasım 2022’de olağanüstü bir şekilde iflas eden kripto borsası FTX ve onun kardeş şirketi Alameda Research ile çok yakın ilişkisi nedeniyle, mudilerinin güvenini kaybetti. Mevduatlarının 3,8 milyar dolara düşmesi üzerine, banka faaliyetlerini tasfiye edeceğini ve bankayı likide edeceğini duyurdu.
Tam aynı dönemde, ABD’nin batı kıyısındaki özel sermaye ve risk sermayesi şirketlerinin gözbebeği olan Silicon Valley Bankası da mevduat sahiplerinin paralarını çekmesinden muzdaripti. Banka, mevduat çıkışını karşılamak amacıyla elindeki ABD Hazine bonolarını zararına satmak zorunda kaldı. Ancak bu durum, banka bilançosunda büyük bir açık yarattı. Aradaki farkı kapatmak amacıyla 8 Mart’ta banka 2.25 milyar dolarlık hisse satacağını duyurdu. Haber, hisse senedi yatırımcılarının bir anda yangın çıkışlarına hücum etmesine neden oldu ve ertesi gün bankanın hisse senedi fiyatı %60 düştü. 10 Mart’ta banka ABD Federal Mevduat Sigorta Fonu’nun (FDIC) yönetimi altına geçti.
Belli ki adı “S” ile başlayan bir banka olmak, uğursuzluk işaretiydi. Nitekim 12 Mart’ta Signature Bankası, mevduatının %20’sini çok kısa bir süre içinde kaybettikten sonra federal devlet yetkililerinin bankaya kayyum atamasıyla birlikte ABD tarihindeki en büyük üçüncü banka iflası unvanını kazandı.
First Republic Bankası, 20 Mart itibarıyla bankanın bilanço varlıklarının yarısından fazlasına denk gelen 89 milyar dolarlık mevduat çıkışına neden olan tedirgin mudilerin dördüncü potansiyel kurbanıydı. Tam bu sırada ABD merkezli 11 finans kurumu 30 milyar dolarlık nakit aktarımıyla bankanın imdadına yetişti. Ancak bu rakamın bankanın bilançosunu desteklemek için yeterli olup olmayacağı hala net değil. ABD’li yetkililer, First Republic’in bilançosunu güçlendirmek için zaman kazanmasına imkân tanıyacak olan bankalara acil kredi sağlayan uygulamanın kapsamını genişletmeyi düşünüyor. Ancak, bankanın öz kaynaklarının neredeyse tamamen erimiş olabileceği olasılığı göz önüne alındığında bankanın durumu oldukça zayıf görünüyor.
Piyasalar ABD’de başka kimlerin batabileceğini düşünürken, Atlantik Okyanusu’nun diğer tarafından gelen haberler yatırımcıları tekrar sarstı. Credit Suisse, yıllardır azalan kârlılığı, kötü yönetimi, üst düzey yöneticilerinin çok sık değişmesi ve son dönemdeki bazı yatırımlarda yaşadığı büyük kayıplar nedeniyle endişeli mudilerin dördüncü kurbanı oldu. Bardağı taşıran son damla ise bankanın en büyük destekçisi Suudi Ulusal Bankası’nın 15 Mart’ta kanuni kısıtlamalar nedeniyle Credit Suisse’e daha fazla para veremeyeceğini açıklaması oldu. 19 Mart’ta İsviçreli yetkililer, duruma müdahale ederek UBS Group AG’nin 166 yıllık İsviçre bankasını sadece 3 milyar İsviçre frangına (3,2 milyar ABD doları) almasını sağladılar.
Gergin mudilerin en son potansiyel kurbanı ise bankanın bilançosuyla ilgili endişeler nedeniyle banka hisselerinin Mart ayının başından bu yana %25 düşmesinin ardından kaderi hâlâ belirsiz olan Alman Deutsche Bank AG oldu.
Kısacası, iki haftadan kısa bir süre içinde 4 büyük banka birkaç gün içinde battı. Diğer ikisinin akıbeti ise 24 Mart itibariyle hâlâ belirsiz.
Herkesin aklındaki büyük soru, neyin yanlış gittiği ve daha da önemlisi bunların hepsinin bir tesadüf olup olmadığı. Yayınlanan araştırmaları, analizleri ve yorumları gözden geçirirseniz, tüm bu bankaların mudilerinin mevduatlarını çekmesi nedeniyle battığı veya neredeyse battığı, ama mevduat sahiplerini tedirgin eden nedenlerin birbirinden farklı olduğu sonucuna varabilirsiniz. Örneğin birinin nedeni kripto fiyatlarının düşmesiyken, diğerinin nedeninin ABD Hazine bonolarındaki zararı nedeniyle hisse satmaya karar vermesi olduğunu ve bir diğerinin ise yıllarca süren skandallar ve kötü yönetimden kaynaklandığını düşünebilirsiniz.
Birkaç bankanın iflası, özellikle normal piyasa koşullarında olduğu takdirde ve finansal piyasalar için bir tehdit oluşturmayacak kadar küçüklerse, gerçekten rastgele ve birbirinden bağımsız olaylar olabilir. Ancak, son dönemdeki banka iflaslarından telaşlanmamak elde değil. Bunun nedeni ise sadece bunların büyük bankalar olması değil, aynı zamanda hepsinin art arda gerçekleşmiş olması. Bu da bankacılık sisteminin kendi içinde oldukça birbirine bağlı olduğunun altını çiziyor.
Art arda oluşan bu tür büyük banka iflasları, kötü piyasa koşullarında bile oldukça nadirdir. Örneğin bugün yaşadığımıza benzer bir durum, en son 2008 küresel mali krizi sırasında, bilanço varlığı 300 milyar doların üzerindeki (enflasyon bazında 386 milyar dolar) Washington Mutual Bankası’nın 25 Eylül’deki iflasıyla yaşanmıştı. Ancak bu seferki olaylar biraz farklı. Bunun nedeni ise bir banka yerine 209 milyar dolarlık varlığa sahip Silicon Valley Bankası ile 118 milyar dolarlık varlığa sahip Signature Bankası gibi hatırı sayılır büyüklükte iki bankanın iflas etmesinin yanı sıra bunların sadece birkaç gün arayla olması.[1]
Faiz oranlarının yükseldiği dönemlerde mudilerin mevduatlarını bankalardan çekme ihtimali de yükselir. Bunun nedeni ise böyle zamanlarda mevduat sahiplerinin, getirileri bankalarınkinden çok daha yüksek olan para piyasası fonları gibi başka likit getiri kaynaklarına yönelmesi. Son donemde aslında mudilerin mevduatlarını çekmesinin ana nedenlerinden biri de bu. Ve eğer söz konusu bankanın bilançosu mükemmelin biraz bile altındaysa, bu durum sorunun daha çok büyümesi ve hatta bankanın iflas etmesi anlamına gelebilir.
Burada yatırımcılar için bir dizi önemli çıkarım var. Aşikâr olanla başlayalım: Piyasalar gerçekten tedirgin ve dolayısıyla temelleri zayıf olan kurumlar şu anda ciddi bir riske maruz. Bazı okuyucularımızın hatırlayacağı üzere, Warren Buffet’ın meşhur bir sözünü daha önce paylaşmıştık “Kimin çıplak yüzdüğünü ancak gelgitte sular çekilince anlarsınız” ve suların bir süredir çekildiğini de eklemiştik. Suların çekildiği kesin ve şimdi kimin yüzme takımlarının olmadığı ve daha da önemlisi kimin çok uzakta yüzdüğü ve bu nedenle de boğulma riskinin yüksek olduğu daha net ortaya çıkmaya başladı.
İkinci çıkarım ise, ABD Merkez Bankası FED’in faiz oranlarına ilişkin kararının muhtemelen bankacılık sektörünün istikrarı üzerinde derin bir etkisi olacağı. Bu nedenle, FED şu anda zor bir seçim yapmak zorunda. Enflasyonla mücadele etmekle banka iflaslarının önünü kesmek arasında bir karar vermesi gerekiyor. İlki, faiz oranlarının arttırılmasını gerektirir. Ancak bu durumda daha çok banka iflas edebilir. Bunun bir nedeni, ABD tahvillerine sahip bankaların bilançolarının aniden küçülmesi. Neden? Çünkü daha yüksek faizler, daha düşük tahvil fiyatları demek. Asıl problem ise bu durumun tam da mevduat sahiplerinin kapıyı çaldığı anda gerçekleşmesi, çünkü o zaman bankalar aniden bir likidite kriziyle karşı karşıya kalabilirler.
Banka iflaslarını engellemek için FED faizleri artırmayı erteleyebilir. Ancak FED’in bu kararı ekonomiye daha fazla zarar verme ihtimali olan aniden oluşan yüksek seviyeli bir enflasyona neden olabileceği için gene ciddi bir problem teşkil eder.
Bu nedenle banka bilançolarına bakmaksızın, piyasalar şu anda FED’in faiz arttırmaya ilişkin tutumuna ve özellikle de bankalarla ilgili sorunlara rağmen faiz arttırmaya devam edip etmeyeceği sorusuna odaklanmış durumda. Bu sorunun da cevabı muhtemelen “evet”. Nitekim FED 22 Mart’taki toplantısında bir banka krizinin olabileceğini kabul etmesine rağmen enflasyonla mücadeleye devam edeceğine dair kararlılığını yineleyerek gösterge faiz oranını bir çeyrek puan daha arttırdı. Bu da FED’in önceliğinin resesyon değil enflasyon olduğunun tekrar altını çizmiş oldu.
FED’in bu kararı, toplantıdan önce sürekli dalgalanan piyasalardaki dalgalanmayı daha da arttırdı. Öyle ki ABD hisse senedi piyasası endeksi SP500, ABD’deki ilk bankanın iflas ettiği gün olan 8 Mart ile ABD enflasyon verilerinin beklenenden daha iyi çıktığı 14 Mart arasında tam %3,5 düştü. Ancak 14 Mart’ta açıklanan geniş bazlı tüketici enflasyonunun yıllık bazda %6 artarak bir önceki ay açıklanan %6,4’ün altında kaldığı haberi, müteakip 10 gün içinde endeksin %3 fırlamasına neden oldu. Nihayetinde, 24 Mart itibarıyla SP500 aylık bazda sabit kalırken yıllık %3,4’lük kazancını korudu. Aynı şekilde global hisse senedi piyasaları endeksi MSCI ACWI ve gelişmekte olan hisse senedi piyasaları endeksi MSCI EEM de aylık bazda sabit kalırken sene başından itibaren sırasıyla %3,8 ve %2 getirisini muhafaza etmiş oldu.
Global banka krizi ve FED’in faiz kararları bazı hisse senedi piyasalarda gözle görülür bir etki yaratmadı. 2022 yılında Türk Lirası ve ABD Doları bazında sağladığı olağanüstü getiriye rağmen, Türk hisse senetleri 24 Mart itibariyle sene başından itibaren -%8,7 (ABD Doları bazında -%10,4) kayıp ile düşüşünü sürdürdü. Bunun ana nedenlerinden biri, 6 Şubat’ta Türkiye’nin doğusunda yaşanan ve ciddi hasara neden olan iki büyük depremdi. Aynı dönemde Türk Lirası ABD Doları karşısında -%1,9 kayıpla aşağı yönlü seyrini sürdürdü. Mayıs ortasında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar Türkiye piyasalarında bir miktar dalgalanma olması muhtemel.
Banka iflaslarının ana sorumlusu, yüksek faiz oranları gibi görünse de aslında ana neden bu değil. Her şey mevduat sahiplerine ve onların bankalarına olan güven düzeyi veya güven eksikliğine bağlı demek daha doğru olur. Öyle ki en güçlü bilançoya sahip olan bankaların bile mudilerin ”bankaya hücum etmesi” durumunda ayakta kalması mümkün değil. Bunun nedeni ise bankacılık sisteminin mudilerin paralarının yalnızca bir kısmının likidite amacıyla “rezerv” olarak tutulacak şekilde kurulmuş olması. Geri kalan mevduatlar şirket ve bireysel kredi, ipotek veya diğer krediler olarak piyasaya verilir, çünkü bankalar bu şekilde para kazanır. Amaç daha düşük faizle borç almak ve daha yüksek faizle borç vermektir.
Borç verme izni olmayan veya daha fazla “likit” rezerve sahip olmayı tercih eden bankalar ise, bu mevduatların ciddi bir miktarını devlet tahvili gibi daha “güvenli” olduğu düşünülen ve faiz getiren yatırımlarda tutabilirler. Bu sistem, son dönemlerdeki gibi faiz oranlarının kısa sürede yükselerek tahvillerin değerini eriterek bilançolarda kayıplara neden olduğu durumlar haricinde oldukça iyi işler. Aslında, bu tarz kayıplar, mudiler mevduatlarını geri istemedikçe gene bir soruna neden olmaz. Asıl sorun, mevduat sahiplerinin “bankaya hücum” etmesi üzerine mudilere paralarını kısa bir süre içinde ödeyebilmek için bankaların ellerindeki tahvilleri zararına sattığı durumlarda ortaya çıkar.
Bu nedenle büyük bir tahvil portföyü olmayan ve kredi verme eğiliminde olan bankalarda herhangi bir iflas riski olmayacağı sonucuna varabilirsiniz. Ancak bu çıkarım da doğru olmaz. İpotek ve kredi tarzındaki borçlar daha uzun vadeli varlıklar olduğu için bu tür yatırımları kısa sürede tasfiye etmek oldukça zordur. Bankalar genel prensip itibariyle kısa sürede büyük miktarlarda likidite sağlamak amacıyla kurulmadıkları için, mudilerin bir anda “bankaya hücum etmesi” her banka için ölümcül olabilir. Bu da bankaları kendileriyle ilgili her türlü olumsuz habere ve hatta bilançoları veya finansal istikrarları hakkındaki en basit söylentilere karşı çok hassas hale getirir.
12. Bankaların iflas etmesi hangi piyasalara yaradı?
Bankacılık sistemindeki problemlerin artma riski, merkezi olmayan finansal sistemin faydalarının altını çizdiğinden, banka iflaslarından en çok yararlanan da kripto piyasaları oldu. Hisse senedi piyasalarındaki olumlu hava ve FTX’in iflasının ardından yaşanan negatif havanın dağılması nedeniyle sene başından beri artan kripto piyasaları, Mart ayında da yükseliş trendini sürdürdü. 24 Mart itibarıyla Bitcoin ve Ethereum, sene başından beri sırasıyla %67 ve %46 arttı.
Avrupa ve Kuzey Amerika’da beklenenden daha hafif geçen kış, ham petrol fiyatlarını baskılamaya devam etti. 24 Mart itibarıyla ABD ham petrolü WTI için ilk ay vadeli işlem sözleşmesi sene başından itibaren -%13,7 kaybetti. Yönsüz bir 2022’nin ardından altın, banka iflaslarının artma ihtimaline karşı yatırımcıların daha güvenli yatırımlara yönelmesi nedeniyle 2000 doları geçerek yükselişini sürdürdü. 24 Mart itibariyle, altının ilk ay vadeli işlem sözleşmesi, Mart ayında %9 artış göstererek sene başından itibaren getirisini %9,6’ya çıkardı.
Zorlu bir 2022’nin ve 2023’e inişli çıkışlı bir başlangıcın ardından, tahviller Mart ayında tekrar çıkışa geçti. Kripto ve emtia piyasalarında olduğu gibi, tahviller de yatırımcıların daha az riskli yatırımlara yönelmesinden faydalandı. Piyasalar bu dönemde banka iflaslarının gelişmiş ülke ekonomilerinin üzerindeki olumsuz etkisini de fiyatladı. Bu sebeple, ABD tahvil faizlerinin getiri eğrisi bir nebze düştü. Bu da tahvil fiyatlarının yükselmesi olarak piyasalara yansıdı.
Bu durum, 24 Mart itibarıyla aylık %2,7 ve yıllık %3,7 artış gösteren Bloomberg Global Toplam Tahvil Endeksi (Global Aggregate Bond Index) fiyatlarına da yansıdı. Bloomberg Global Kurumsal Tahvil Endeksi (Global Corporate Bond Index) ise Mart ayında %2,2 yükselerek toplam endeksin biraz altında kaldı. Bunun nedeni, yatırımcıların risk azaltma eğiliminde olduğu dönemlerde toplam tahvil endeksinin daha riskli olarak görülen kurumsal tahvillere nazaran daha çok tercih edilmesidir. Kurumsal tahvillere göre daha riskli olarak değerlendirilen Bloomberg Global Yüksek Getirili Tahvil Endeksi ise (Global High Yield Bond Index), Mart ayında -%1 düşerek yıllık getirisi %1,4’e geriledi.
Resmi makamlar tüm banka mevduatlarının garanti kapsamında olduğunu ilan etmedikçe, ve bu da oldukça düşük bir ihtimal, banka iflaslarının devamının gelmesi kuvvetle muhtemel.
Peki yatırımcılar, önümüzdeki günlerde neler beklemeli?
Piyasa oyuncuları arasındaki ciddi görüş ayrılıkları nedeniyle önümüzdeki dönemde belli başlı yatırım araçlarında dalgalanmalar yaşanabilir. Örneğin, Bloomberg tarafından derlenen verilere göre, 24 Mart itibarıyla piyasa stratejistlerinin SP500’nin en yüksek ve en düşük yıl sonu tahmini arasındaki fark tam %47! Bu da son yirmi yılda görülen en yüksek seviye.
Kaynak: Bloomberg
14. Şu anda yatırımcılar portföylerini korumak için neler yapmalı?
Daha evvel de yazdığımız üzere, şu an yatırımcıların portföylerini çeşitlendirmek ve altın, trend, “tail risk” gibi portföy riskini azaltmaya yönelik yatırımları içeren stratejileri portföylerine eklemek için harika bir dönem. Bu tür yatırımlar, hem portföy getirilerinin uzun vadede daha istikrarlı olmasını sağlar, hem de diğerleri çıplak yüzerken piyasada oluşan fırsatlardan yararlanabilmeleri için yatırımcılara en kritik zamanlarda likidite imkânı sunarlar. Ne de olsa yatırımda önemli olan sadece ne alacağını bilmek değil ne zaman alacağını da bilmektir. Ve bunun için de mühim olan doğru analiz ve yeterli likiditedir. Türkiye piyasaları da bu vesileyle olayları ve gelişmeleri yakından takip etmeli ve krizden dersler çıkarmalıdır.
Global bir banka krizinin Türkiye’ye sıçrama ihtimalini anlamak için öncelikle şu ana kadar batan veya batma riski yaşayan bankalar arasındaki ilişkiye bakmak doğru olur. Avrupa ve ABD’de sorun yaşayan bankaların endişeli mudiler haricinde bir diğer ortak noktası da ciddi bir kısmının halka açık ve global piyasalarda işlem görüyor olması. Bunun sonucu da herhangi bir bankayla ilgili en ufak bir sorunun bile kısa bir sürede hisse senetlerinde aşağı yönlü baskı yaratarak halihazırda zaten zayıflamış olan bir bankanın bilançosunu daha da zayıflatıp öz kaynaklarını kısmen veya tamamen eritmesi. Türk bankalarının da bilançoları nedeniyle hisse senetlerinde benzer bir baskı yaşaması muhtemel. Ancak Türkiye hisse senedi piyasalarında açığa satış yasağı ve banka hisselerinin sınırlı yabancı yatırımcıların elinde olması nedeniyle bu riskin global piyasalara göre daha az olduğu bir gerçek.
Son dönemdeki banka iflaslarının diğer bir nedeni de daha evvel değindiğimiz üzere yükselen faiz ortamı ve bankaların mevduat faizlerinin diğer likit alternatiflerin altında kalması. Ancak Türk bankalarının mevduat faizlerinde rekabet etme gücü bu tarz para çıkışlarını ve dolayısıyla bir banka krizi riskini azaltmak açısından önemli bir diğer faktör.
Türev araçların ve kompleks kaldıraç yöntemleriyle yapılan borçlanmaların Türk finans sisteminde daha sınırlı olarak kullanılıyor olması ve Türk bankalarının global bankalarla işlemlerinin nispeten sınırlı olmasının da benzer bir krizin Türkiye’de oluşma riskini azalttığının altını çizelim.
Ancak daha evvel de bahsettiğimiz üzere, bilançosu en kuvvetli bankaların bile mevduat sahiplerinin aynı anda bankaya hücum etmesi durumunda ayakta kalması mümkün değil. Dolayısıyla yatırımcıların herhangi bir nedenle yaşayabileceği güven bunalımının banka krizini Türkiye’ye yayma ihtimali olduğu da bir gerçek.
Ayrıca, son dönemde Türkiye’de yüksek faizle mevduat toplayan ve düşük faizle kredi veren bankaların bilançolarının bu dönemde daha sıkı takip edilerek, Avrupa ve Amerikan bankalarına benzer daha küçük ölçekli bir mevduat çıkışı yaşama ihtimali var.
Yatırımcıların dikkat etmesi gereken bir husus Türk bankacılık sisteminin siyasal ekonomi politikaları ile entegre edilerek son yıllarda kamu kontrollü bir görünüme bürünmüş olması. Artan sermaye takviyeleri ve sorunlu kredilerin yatırımcılarda yarattığı endişeyi azaltmak amacıyla bankaların daha şeffaf ve ciddi bir mali disiplin uygulaması banka krizinin Türkiye’de oluşmaması için önemli şartlardan biri. Dolayısıyla kamu tercihlerinin ağırlığının artması veya azalması Türk bankalarının geleceklerini belirleyici bir faktör olabilir.
Bütün bu nedenlerden dolayı yatırımcıların mevduatlarını hem banka hem de altın gibi alternatif yatırım araçları açısından çeşitlendirmesinde fayda olduğunu unutmamak gerekir.
ELA KARAHASANOĞLU, MBA, CFA, CAIA
Uluslararası Yatırım Uzmanı
karahasanoglu@turcomoney.com
ela.karahasanoglu@ekrportfolioadvisory.com
https://www.linkedin.com/in/elakarahasanoglu/
Ela Karahasanoğlu kimdir?
Ela Karahasanoğlu, merkezi Kanada’nın Toronto şehrinde bulunan EKR Total Portfolio Advisory’nin CEO’su olarak görev yapıyor. EKR, global kurumsal yatırımcılara ve varlık yöneticilerine alternatif yatırımlar ve portföy kurulumu ve yönetimi konularında danışmanlık hizmeti veriyor. Karahasanoğlu, daha önce 200 milyar doları aşan portföyü ile ABD ve Kanada’nın en büyük varlık yöneticilerinden biri olan BCI’da Fon Yönetimi Grubu’nun başındaydı. Ela Karahasanoğlu, uluslararası yatırım ve finans alanlarında 25 yılı aşkın yönetici liderlik tecrübesi var. New York, Londra ve Toronto gibi dünyanın ileri gelen finans merkezlerinde UBS, Merrill Lynch, Mercer, CIBC Asset Management ve BCI gibi tanınmış varlık yönetimi, danışmanlık ve emeklilik fonu şirketlerinde çalıştı. Karahasanoğlu, kurumsal portföy yönetimi alanında konferanslara sık sık konuşmacı olarak davet ediliyor, Makaleleri ve konuşmaları küresel olarak yayınlanan Karahasanoğlu’nun, finans konusunda çok sayıda basılı eserleri bulunuyor. Ela Karahasanoğlu, merkezi Amerika’da bulunan ve kurumsal yatırım alanının önde gelen yayınlarından biri olan Institutional Investor tarafından 2020’de “Küresel Yenilikçi Lider“ ve 2018’de “Hedge Fund Yükselen Yıldızı” ödülüne layık görüldü.
Üsküdar Amerikan Lisesi mezunu olan Ela Karahasanoğlu, 2000 yılında Amerika’da Georgetown Üniversitesi’nde MBA’ni tamamladı. 2002’den beri CFA ve 2010’dan beri CAIA unvanlarına sahip. 2018’den bu yana CAIA’nın Toronto Bölgesi Eş Başkanı olarak görev yapıyor. Evlidir ve Toronto’da yaşıyor.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.