Ülkemizde işletme yönetmenin, hatta yaşıyor olmanın “buzda araç kullanmak”la eşdeğer olduğunu ifade etmek yanlış olmaz. Buzda araç kullanmak, bir yönüyle marifet elbette, zira kullanmayı bilmeyenlere göre üstünlük sağlar ancak diğer yandan müthiş bir enerji kaybı, risk ve maliyet yaratır.
İçinde bulunduğumuz coğrafya ve bu coğrafyanın ürettiği siyasi, iktisadi ve kültürel yapı, sürekli olarak kaygan bir zemin oluşturuyor ve bu da gerek bireylerin, gerekse işletmelerin yere sağlam basmalarını, geçmişi dikkate alarak gelecek planlarını doğru yapmalarını önemli ölçüde engelliyor. Buna bir de genetik yapımız ve globalleşmenin getirdiği, dünyanın öbür ucundaki bir ülkenin iktisaden nezle olması ile bulaşan ağır iktisadi hastalıkları eklediğimizde, ülkemizde ne siyasi ne de iktisadi sarsıntılar bitmek bilmiyor ve tekrar tekrar her 5-10 yılda bir yeniden karşımıza çıkıyor. Hal böyle olunca, gerek bireyler ve gerekse işletmeler, dolgu alanına yapılmış binalar gibi en ufak bir sarsıntı durumunda sıkıntılı dönemler yaşayarak sallanıyor ve pek çok ülkenin belki de 50 yılda yaşadıklarını biz ülke olarak 3-5 yılda bir yaşayabiliyoruz.
Yukarıda anlatılanlara bir de iktisadi birimlerin karar ve davranışlarını eklediğimizde, ülkemizde işletme yönetmenin, hatta yaşıyor olmanın “buzda araç kullanmak”la eşdeğer olduğunu ifade etmek yanlış olmaz. Buzda araç kullanmak, bir yönüyle marifet elbette, zira kullanmayı bilmeyenlere göre üstünlük sağlar ancak diğer yandan müthiş bir enerji kaybı, risk ve maliyet yaratır.
RİSK VE GETİRİ, ANLAŞAMAYAN İKİ KARDEŞTİR
Böylesi bir ortamda faaliyet gösteren işletmeler kolay kazanabildikleri halde sıklıkla da kazalara/kayıplara maruz kalabiliyor. Zira buzda araç kullanmanın şartlarına göre karar alıp faaliyet gösteriyorlar. Alınan kararların içinde hedeflenen başarı kadar her türlü risk de bulunuyor. Örneğin, öz kaynağı yeterli olmadığı halde aşırı borçlanabiliyor, kolaylıkla orantısız borç verebiliyor, dövizde açık pozisyon alabiliyor, kısa vadeli almasına rağmen aşırı uzun vadeli mal satabiliyor, karlı dönemlerde yönetsel yetersizliklere göz yumabiliyor, mal-hizmetin kalite ve maliyeti ile müşteri odaklılığı önemsemeyebiliyor.
Bütün bunların sonucu olarak, ekonominin büyüdüğü dönemlerde, alınan aşırı risklerden dolayı şirketlerin karları önemli ölçüde artarken, küçüldüğü ve sarsıntı geçirdiği (enflasyonist, deflasyonist, kur oynaklığı, siyasi sarsıntılar vs.) dönemlerde bir anda birkaç yıllık karlar ortadan kalkabiliyor, hatta şirketler yok olabiliyor. Zira risk ve getiri, anlaşamayan iki kardeştirler. Biri artarsa diğeri de artar, biri azalırsa diğeri de azalır. Bu nedenle her iki durum çok iyi yönetilmelidir.
FİNANS DIŞI ŞİRKETLER, SATIŞLARINI YÜZDE 30 ARTTIRDI
Ece Ceyhun’un yaptığı bir araştırmaya göre (1), Borsa İstanbul’da faaliyet gösteren finans dışı şirketlerin ana bilanço kalemlerini incelediğimizde ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. Buna göre 2018 yılının aynı döneminde, geçen yılın 9 aylık dönemine göre satışlar yüzde 30 artmış. Buna bağlı olarak, FAVÖK dediğimiz faiz, amortisman ve vergiden önceki kar yüzde 52 artarken, net kar yüzde 16 azalmış. Bunun en önemli nedeni, aynı dönemde borçlarının yüzde 63, faiz giderlerinin ise yüzde 228 artmasıdır.
Bahse konu şirketleri tek bir işletme olarak ele aldığımızda, büyüme ve satışlarını önemli ölçüde artıran bir işletmenin nette kar değil zarar ettiğini, bunun en büyük nedeninin ise amortisman ve vergi giderinin stabil olduğu dikkate alındığında, faiz giderlerinin yüksekliği olduğunu anlıyoruz. Faiz giderinin bu kadar artmasının birkaç ana nedeni olabilir. Bunlar kısaca; öz kaynağın yetersiz olması, yüksek faiz oranıyla aşırı borçlanma, alacağın zamanında tahsil edilememesi veya satış politikasındaki vade yanlışlıkları şeklinde özetlenebilir.
Aynı dönemde, yine borsada işlem gören holdinglerin bilançosuna bakıldığında ise FAVÖK yüzde 32 artarken, satışlar yüzde 42, net kar ise yüzde 51 artmış görünüyor. Holding şirketlerinin gerek öz kaynak yeterliliği gerek borçlanma gereksinimi ve bu anlamda gelir-gider dengesini diğer şirketlere göre oldukça iyi bir şekilde yönettiği net bir şekilde ortada.
DÖVİZ KURU, KOBİ’LERİN KAZANÇLARINI ERİTTİ
Yaşar Üniversitesi’nin KOBİ işletmeleri üzerinde yapılan bir araştırmaya göre (2), orta ölçekli KOBİ’lerin yüzde 75’inde kredi maliyetlerinin oldukça yüksek, yüzde 58’inde öz kaynakların yetersiz ve yüzde 40’ının ise yeterli öz kaynağı yaratamadığı anlaşılıyor.
Aynı araştırmada, aktif toplamının yüzde 90’ına varan yükümlülükler kaleminin öz kaynakların 2.24 katı olduğu ve yüzde 62’sinin kısa vadelide yoğunlaştığı, diğer yandan karlılığın ise yüzde 7 civarında olduğu anlaşılıyor.
Bir habere göre (3), KOBİ’lerin girdilerinin yüzde 60-72 aralığında ithal girdi ile çalıştığı, döviz kurunun artması ile bütün kazançların eridiği, tahsilatta yaşanan zorluklar ve dövize bağlı borcun yanında TL vadeli satışlarla önemli ölçüde sıkıntı çekildiği belirtiliyor.
İŞLETME SAHİPLERİ VE YÖNETİCİLER, NE YAPMALI?
Özetlersek, ülkemizde işletme sahibi ve/veya yöneticisi olmanın buzun üzerinde araç kullanmakla eş değer olduğu, bu nedenle özellikle işletmelerin aşağıdaki konulara dikkat etmeleri büyük önem taşıyor.
(1) Dünya Gazetesi
(2) İ.E Karaa ve U.B.Geyikçi
(3) 19.06.2018 tarihli Sözcü Gazetesi
Şaban ÇAĞIRAN
cagiran@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.