2013 ile 2014 yılları Türk tarihi için 1071 ve 1453 yılları kadar önemli olacak. Başbakan Erdoğan, Türkiye’yi tek başına sırtlamış, yalçın dağı aşmaya çalışıyor. Peki başarabilecek mi?
Türkiye iki çok önemli sorununu aynı anda çözmeye çalışıyor. Birincisi: dağılma, bölünme noktasına sürüklenmeden Kürt meselesini çözebilmek. Tehlike büyük. çünkü Osmanlı, etnik ateşlerin alevlenmesi yüzünden yıkılmıştı. Dünyanın bir numaralı ekonomik gücü ABD bütünlüğünü; ayrılmak isteyen Güney Eyaletlerini, ordusuna ezdirerek, yakarak, yıkarak ve Güneyi tekrar Birliğe bağlayarak sağladı. Peki Başbakan Erdoğan barış içinde birliği sürdürme başarısını gösterebilecek mi? Bu Türkiye’nin 2013’teki bir numaralı sorunu. Sorun sanıldığı gibi bir “akil adamlar” grubuyla çözümlenecek değil. “Akil adamlar” bu büyük okyanusta bir ada. Sorun çok daha geniş, çok daha derin. 2013’te gelinen son nokta hiç şüphesiz başarılı ve bu başarının mimarı Tayyip Erdoğan… Bu başarıyı doğru analiz etmek gerekiyor.
TüRK EKONOMİSİNİN ŞAHLANIŞI, PKK’YI DİZE GETİRDİ
2013’te Türkiye savaştan, barışa geçme noktasına geldi. Pes eden PKK tarafı oldu. Şüphesiz PKK içinde Che Guevara örneği “sonuna kadar savaş” görüşünde olan azınlıklar da var. Ama yönetim, silah bırakma noktasına geldi. Bunun nedeni Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başarısından çok, Türk ekonomisinin dünyanın hayranlığını uyandıracak derecede atağa kalkmasıydı. Sonuçta PKK militanları da, Türkiye’yi ve dünyayı izliyorlar. ölümüne savaştıkları ve düşman gördükleri bir ülkenin yıldız gibi parlamasının kendi moralleri üzerinde yıkıcı bir etki yaptığı şüphe götürmez. Türkiye’nin ekonomik başarısının bir diğer etkisi de düne kadar PKK’yı destekleyen dış güçlerin kendi içlerinde ekonomik düzeyde havlu atmaları. Yunan ekonomisi çökmüş, Suriye yanıyor. İran dünya da yalnızlaşmış. Fransa yeni sosyalist yönetimin beceriksizliği sonucunda tam bir inişte. Almanya, Türkiye karşısında eskisine oranla daha ürkek. ABD’nin ise Orta Doğu ve Asya politikasında artık vazgeçemeyeceği stratejik ortağı Türkiye. PKK’yı dize getiren işte bu iç ve dış gelişmeler. Temelde güçlü Türk ekonomisi var. Bu ekonominin de tek bir kahramanı var: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
2014’DE İKİNCİ SORUN REJİM DEĞİŞİKLİĞİ
Türkiye demokrasiye geçtiği 1950’den bu yana siyasi depremlerden çok derin yaralar aldı. Tarlada derin siyasi faylar oluştu. Birbirine düşman kamplar, birbirlerini yıllar boyunca hırpaladılar. Türk ekonomisi faturayı çok ağır ödedi. çok gerilerden gelen Güney Kore ekonomisi, Türkiye’yi süratle solladı.
Başbakan Erdoğan 2014 yılında Türkiye’yi buradan kurtarmak istiyor: kriz, askeri darbe, karşı darbe… bu gidişin sonu yok. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi doğru okuyor. Parlamenter sistemin Türkiye’yi bunalıma sürüklediğinin farkında. Başkanlık rejimini siyasi bir ihtirasın ötesinde Türkiye’nin kurtuluşu olarak gördüğüne şahsen inanıyorum.
BAŞKANLIK SİSTEMİ: AMA HANGİ BAŞKANLIK?
Başkanlık sistemi Türk ekonomisini birinci lige taşıyabilir. Mega projelere sarılan bir Türkiye’nin makul bir sürede Fransa’yı geride bırakıp Almanya’yı yakalayabileceğine ben inanıyorum. Bunun yolu da ekonomiye ağır faturalar çıkartan siyasi türbülansların bertaraf edilmesinden geçiyor. Bu başkanlık sistemi sayesinde olacak. Ama hangi başkanlık sistemi?
ABD SİSTEMİ TüRKİYE’DE YüRüMEZ.
Katıldığım tüm televizyon programlarında ve yazdığım tüm yazılarda inatçı bir şekilde ABD sisteminin Türkiye’de yürümeyeceğini tekrarladım. Neden? Amerikan anayasası anglo-sakson modelinde olup Türk toplumuna hiç uymamakta. Neden mi? çünkü Amerika dikensiz bir gül bahçesidir. Dozer tarlayı sürmüş, tarlada derin iz kalmamıştır. Amerika’yı vizyon sahibi, gözü kara, çok zeki ve çok hırslı liderler kurmuşlardır. ülke büyük olsun istemişlerdir: Atlantik Okyanusundan Pasifik’e kadar. önce Kızılderilileri tasfiye etmişler. Güneydeki bugünkü 13 eyaleti ise Fransa’dan parayla satın almışlar. Meksika’dan ise önce savaşla, sonra parayla California ve Teksas’ı kopartmışlar.
İkinci aşama: Bütünlük. Birlikten ayrılmak isteyen Güney eyaletlerini son derece sert bir iç savaşla tekrar birliğe bağlamışlar. Ordunun sivil halkı adeta katlettiği bu acımasız iç savaşı Hollywood “Rüzgar gibi geçti” filmiyle ölümsüzleşti.
Son aşama: İdeolojik bütünleşme: 1920’lerden itibaren FBI ülkedeki tüm sosyalist, sol, komünist, Bolşevik hareketleri yok etti.
Netice: Dikensiz bahçe haline gelen ABD’de birlikten ayrılmamak, birliği ideolojik olarak eleştirmemek şartıyla her renkten, her ırktan, her kökenden, her dinden üç yüz milyon insana özgürlükler verildi: “Amerikan Rüyası…” çalışın siz de zengin olun denildi. Amerikan bayrağı, Beyaz Saray, Amerikan Başkanı bu sistemin muhafızları oldu.
Amerikan sisteminde siyasal yapı Türkiye’ye hiç benzemiyor. Amerika’da siyasette ideolojilere yer yok. Mecliste örgütlü partiler, parti genel başkanları, parti disiplini yok. Kongre üyeleri özgür. Oylamada kendi özgür iradeleriyle oy kullanırlar. Her birinin tek tek ikna edilmesi gerekiyor. Bu nedenle Amerika’da lobi şirketleri çok gelişmiştir ve yasaldır. Her bir kongre üyesi için hedefe odaklı faaliyetlerde bulunurlar.
OSMANLIYI öRNEK ALAN FRANSIZ TüRü BAŞKANLIK SİSTEMİ TüRKİYE’DE UYGULANABİLİR
Fransız türü Başkanlık sistemi Türkiye’ye uygundur. Geçmişte bu iki büyük millet dünyada number one olmuşlar ve birbirlerinden çok etkilenmişlerdir. Kötü günleri birbirine çok benziyor. Laik-anti laik çatışması, ihtilaller, darbeler, yozlaşmış demokrasi Fransa tarihinin son iki yüz yılını oluşturuyor. Fransa düzlüğe başkanlık sistemi sayesinde çıktı. Geçmişte Türkiye, Fransa kurumlarından ve kanunlarından büyük ölçüde etkilendi. Bundan da Türkiye zarar görmedi. Futboldan da bir örnek vermek gerekirse Fransızlar Sultan çocukları için Galatasaray Lisesini kurmuşlar ama Galatasaray futbol takımı Fransa’yı aşarak, Avrupa’da UEFA kupasını müzesine kazandırmıştır.
Fransa’da Başkanlığın kilidi Başbakan’ın konumudur. Bunalımlı, gergin, stresli, sinirli, kavgacı, asabi, kıskanç, hilekar, hırslı Fransız toplumunda parlamenter sistemden Başkanlık sistemine geçiş Başbakanın konumu sayesinde mümkün oldu. Bu nasıl bir Başbakan’dır? Adı bile değiştirilmiştir. Parlamenter sistemde adı “President du Conseil” yani “bakanlar kurulu başkanı” olan Başbakan, Başkanlık sistemine geçince bütün yetkileri elinden alınan bir memur durumuna düşürüldü. Adı artık sadece “Premier Ministre” yani Birinci Bakandır. Göreve Cumhurbaşkanı tarafından getirilir. Görevden Cumhurbaşkanı tarafından alınır. Bakanlar kurulu her hafta Cumhurbaşkanı Sarayında Cumhurbaşkanı Başkanlığında yapılır. Alınan kararları Başbakan yani Birinci Bakan uygulamakla yükümlüdür. Uygulayamazsa görevden Cumhurbaşkanı tarafından alınır.
Bu sistemin faydası nedir? Başkanlık sistemini yalnız bir Siyaset Bilimi Profesörü olarak kitaplardan öğrenmedim. Paris’de bu sistemin oluşturulduğu okullarda okuyup orada öğretim üyesi olarak öğrendim. Başkanlık sistemini Fransa’da kuran Fransa tarihinin en büyüğü olduğu kabul edilen Avrupa Birliğini kuran de Gaulle’ün bursuyla Fransa’ya gidip, onun ekibinde “araştırma ekip şefi” olarak çalışarak öğrendim. Hayatımın 50 yıllık dilimi bu sistem içinde, bu sistemi izleyerek geçti. Bu sistem Türkiye’yi kanatlandırır. çünkü Türkiye için en büyük iki avantajı sağlar: önce iktidarın ayaklarının altındaki ağırlıkları kaldırır. İktidar patikadan bir otoyola çıkar. İkinci olarak tarlada izlerinin çok derin olduğu Türkiye’de, Başbakan’ın yeni konumu Cumhurbaşkanını rahatlatır. Güçsüz ama uygulamakla yükümlü olan Başbakan görevden her an alınabilir. Ortak bir kitabımızın olduğu (Mort des dictatures. Paris 1981) Fransa’nın en ünlü anayasa ve siyaset bilimi profesörü Maurice Duverger, bana Fransa’da yeni durumda Cumhurbaşkanı artık seçilmiş bir Kral’dır demiştir. Ama diktatör değil. çünkü kilit kelime seçimdir. Krallar, babadan oğula göreve gelir. Demokrasilerde ise yöneticiler seçimle gelir, seçimle gider. Duverger, bana “iktidarı Topkapı Sarayı’nda anladım” demişti. çünkü Osmanlı sistemini çözmüştü. Osmanlının kilidi Sadrazamdı. Padişahlar, Sadrazamları göreve getiriyorlar ve görevden alıyorlardı. Ben Duverger’den bir adım öteye giderek bu duruma “amortisör fonksiyonu” diyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nda Sadrazam toplumla, iktidar arasında bir “amortisör”dü. Bu Padişahlara çok büyük bir siyaset sahası kazandırıyordu. Padişah görevde kalıyor ama başarısız Sadrazam gidiyordu. Padişah halkı nezdinde güven tazeliyordu. Bugünkü Fransız Beşinci Cumhuriyet anayasasında görünen durum aynen budur.
PROF. DR. BENER KARAKARTAL
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.