– Gazi Mustafa Kemal Atatürk, daha cumhuriyet kurulmadan, istiklal harbinin en kritik günlerinde, 1921 yılında Maarif Kongresi’ni toplayarak, öğretmenler ve eğitim camiası ile bir araya geldi. Atatürk, bu kongreyi açarken yaptığı konuşmada, eğitimin bir milletin geleceğini belirlemedeki önemine vurgu yaparak, eğitimin milli, akli ve ilmi olacağını söyledi. 3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu çıkararak eğitim birliğini sağladı.
-Atatürk, 1 Kasım 1928’de yapılan harf devrimi ile birlikte eğitimde seferberlik başlattı. Yoksul çocukların da okuyabilmeleri için yatılı okullar açıldı. Ortaokul ve liseler ile öğretmen yetiştiren okulların sayısı hızlıca artırıldı. Öğretmenlik profesyonel bir meslek haline getirildi. Öğretmenlerin özlük hakları yüksek tutuldu. 17 Nisan 1940 tarihinde, Türkiye’de ilkokul öğretmeni yetiştirmek amacıyla açılan Köy Enstitüleri, bütün dünyada eğitimde bir devrim niteliği kazandı.
-1980‘li yıllardan itibaren gayrisafi yurt içi hasıla içerisinde eğitime ayrılan pay hep düşük kaldı, yönetenler tarafından adeta eğitimsiz bir toplumun temelleri atıldı. Uzun yıllardan bu yana, öğrenim çağındaki genç nüfus, kendini geliştirmesin diye adeta çaba sarf ediliyor. Gençler ya eğitim adı altında bilimsellikten uzak okullarla veya derslerle uyutuluyor ya da çağdaş eğitim düzeyinin altında bir eğitimle avutuluyor.
Eğitim, sadece okullarda öğretilen dar kavram değildir. Eğitim, hayatın her alanına ilişkindir. Üniversite mezunu olana eğitimli demek ne kadar yanlışsa, üniversite okumamış olan birine de cahil demek aynı derecede yanlıştır. Önemli olan öğrenmeyi hayatımızın bir parçası haline getirebilmektir. Zira her yer okul, herkes öğrenci, herkes öğretmendir. Her an, her yerde, öğreniyoruz, öğretiyoruz. Önemli olan öğrenmede sürekliliği sağlayabilmektir.
Çağdaş eğitim, yaşam boyu devam eden, öğrenim odaklı bir süreçtir. Özü itibariyle öğrenci odakli bir eğitim anlayışına dayanır. Amerikalı yazar Alvin Toffler, “21. yüzyıl cahilleri, okuyamayan ve yazamayanlar değil, öğrenemeyen, öğrendiğinden vazgeçemeyen ve yeniden öğrenemeyenler olacaktır” diyor (1)
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, daha cumhuriyet kurulmadan, istiklal harbinin en kritik günlerinde, 1921 yılında Maarif Kongresi’ni toplayarak, öğretmenler ve eğitim camiası ile bir araya geldi. Atatürk, bu kongreyi açarken yaptığı konuşmada, eğitimin bir milletin geleceğini belirlemedeki önemine vurgu yaparak, eğitimin milli, akli ve ilmi olacağını söyledi. (2)
Atatürk, bu kapsamda 03.03.1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu çıkararak eğitim birliğini sağladı. 01.11.1928’de yapılan harf devrimi ile birlikte eğitimde adeta bir seferberlik başlattı. Şehir ve kasabalarda, gündüzlü eğitime ek olarak, yoksul çocukların da okuyabilmeleri için yatılı okullar açıldı. Bunun yanında ortaokul ve liseler ile öğretmen yetiştiren okulların sayısı hızlıca artırıldı. Öğretmenlik (muallimlik) profesyonel bir meslek haline getirilerek özlük hakları yüksek tutuldu.
ATATÜRK, EĞİTİMİ EN ÖNEMLİ YERE KOYDU
Atatürk, söylev ve demeçlerinde, daima eğitimi en önemli yere koydu, eğitimli bir toplumun medeni ve müreffeh bir millet olabileceğini, eğitimsizinin ise yoksulluk, zillet ve esarete sürükleneceğini sıklıkla dile getirdi. Atatürk, ilelebet payidar olma ve muassır medeniyetler seviyesine çıkma hedefinin de ancak yaygın ve nitelikli bir eğitimle gerçekleşeceğini ifade etti.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, nüfusun yüzde 80’i köylerde yaşıyordu. İlköğretim çağındaki her beş çocuktan sadece biri okula gidebiliyordu. Okuma yazma oranı yüzde 10’un altındaydı. Öğretmen okullarından mezun şehirli gençlerin kırsal kesimde görev almak istememesi önemli bir sorundu. Bunun üzerine Atatürk, köylere köy okullarından mezun öğretmenler yetiştirmek için köy enstitülerini kurdu.
KÖY ENSTİTÜLERİ, EĞİTİMDE DEVRİM NİTELİĞİ KAZANDI
1923-24 yılında 4.894 olan ilkokul sayısı 1937-38 yılında 6.700’e, öğretmen sayısı 10.238’den 15.775’e, öğrenci sayısı 341.941’den 764.691’e çıktı. Atatürk vefat ettiğinde sayısı 40.000 olan köylerin hala %83’ünde okul yoktu. (2) 1930’lu yıllardan sonra ise ülkenin ihtiyaçları kapsamında mesleki ve teknik okullar açılmaya başlandı. Daha sonra eğitim seferberliği devam etti. 17.04.1940 tarihinde, Türkiye’de ilkokul öğretmeni yetiştirmek amacıyla açılan Köy Enstitüleri, sadece ülkemizde değil bütün dünyada eğitimde adeta bir devrim niteliği kazandı. Köy Enstitüleri, eğitimi hayatın bir parçası olarak gördü, eğitim ve köy hayatı başta olmak üzere bütün yaşamı uygulamalı olarak ele aldı. Derslerin yüzde ellisi teorik, yüzde ellisi ise pratik eğitimden oluşmaktaydı. Resim, müzik ve sanat dersleri de ağırlıktaydı. Köy Enstitüleri’nden mezun öğretmenler hem eğitimi, hem de hayatı öğrendiler, öğrencilerine de aynı şekilde öğrettiler. Bu dönemde eğitimle üretim adeta birleşti. Ne yazık ki 1946 yılından itibaren Köy Enstitüleri birer birer kapatılmaya başlandı ve eğitim niteliği daha da zayıf olan Köy Öğretmen Okulları’na dönüştürüldü. Buna rağmen Köy Öğretmen okulları da 27.01.1954 tarihinde kapatıldı.
Köy Enstitüleri’nin kapatıldğı yıl 20 okuldan toplam 15.000 öğretmen mezun oldu. Kapanmadan önceki dönemde Köy Enstütülü öğretmen sayısı, köylerde görev yapan öğretmen sayısının üçte ikisine ulaşmıştı. Türk edebiyatına damgasını vuran Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Ümit Kaftancıoğlu, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Pakize Türkoğlu gibi yazarlar bu dönemde ortaya çıktı. (2)
EĞİTİM ENSTİTÜLERİ, FİNLANDİYA EĞİTİM MODELİNİ ESAS ALIYOR
Köy Enstütüleri’nin kurulmasında Atatürk’ün Finlandiya Eğitim Modelini esas aldığı biliniyor. Finlandiya Eğitim Sistemi de uygulamalı, özgürlükçü, tam bir eğitim seferberliğini yansıtıyor.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Köy Enstitüleri’nin kapatılmasını bir karşı devrim olarak görüyordu. Kapatılmanın CHP döneminde olması da ayrıca ele alınması gereken dramatik bir konudur. Acıdır ki gençlerin bilgi, kabiliyet ve yeteneklerinin ortaya çıkartılarak ülkenin kalkınmasında öncü rol almasına engel olundu. Ülkemiz bunun sıkıntısını bugün bile çekiyor.
İlerleyen yıllarda Türkiye’de eğitim sistemi bir türlü tam olarak kendisini toparlayadı, 12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte, her alanda olduğu gibi eğitimde de yeni bir kırılma noktası oluşturuldu, düşünce özgürlüğü kısıtlandı, üniversiteler yaşamdan kopartıldı, özerklikten uzaklaştırıldı, çağdaş bilim insanları üniversitelerden ihraç edildiler.
İSKANDİNAV ÜLKELERİ, EĞİTİME ÜLKEMİZDEN 3 KAT DAHA FAZLA KAYNAK AYIRIYOR
Kamuda bir şeye verilen önem ona ayrılan kaynakla ölçülür düşüncesiyle, 1980‘li yıllardan itibaren gayrisafi yurt içi hasıla içerisinde eğitime ayrılan pay hep düşük kaldı, yönetenler tarafından adeta eğitimsiz bir toplumun temelleri atıldı. Verilere göre (3), 1980 yılında eğitim harcamalarının gayrisafi yurt içi hasılaya oranı %2.2 iken, bu oran 1990’da 2.4, 2000’de 2.8, 2005’te 3.0, 2010’da 3.7, 2015’te 4.3, 2020’de 5.4, 2021’de ise 4.8 oldu. Bu oran Avrupa Birliği ortalamasının yarısıdır. Eğitime en çok kaynağı, ülkemizin yaklaşık 3 katı olarak İsveç, Norveç, İzlanda, Danimarka gibi İskandinav ülkelerinin ayırması, eğitim ile demokratikleşme arasındaki ilişkiye işaret ediyor.
Eğitime ayrılan kaynak kadar, eğitimin içeriği de çok önemlidir. Öğrencilere matematik, fen, mantık, felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi derslerin yanında ; resim, müzik, sanat gibi derslerin de aktarılarak öğrencilerin akıl, sosyal zeka ve becerilerinden üst düzeyde yararlanılması hedeflenmelidir.
İlköğretim okullarındaki ders saati sayısında oldukça geri durumdayız. Bir öğrenci, ilköğretim hayatı boyunca OECD ülkelerinde ortalama 4.553 saat ders alırken, Avrupa Birliği ülkelerinde ortalama 4.290, Türkiye’de ise 2.880 saat ders alıyor.
GENÇLER, BİLİMSELLİKTEN UZAK OKULLARLA VE DERSLERLE UYUTULUYOR
Ülkemizde ne yazık ki, uzun yıllardan bu yana, bu ülkenin öğrenim çağındaki genç nüfusu, insan kaynağı kendini geliştirmesin diye adeta çaba sarf ediliyor. Gençler ya eğitim adı altında bilimsellikten uzak okullarla veya derslerle uyutuluyor ya da çağdaş eğitim düzeyinin altında bir eğitimle avutuluyor.
Çağdaş eğitim; öğrenciye üstten bakarak onu ezen değil, öğrenciye düşünmeyi ve öğrenmeyi öğretmek amacıyla; akla, bilime, araştırmaya, özgür ve sorgulayıcı yaklaşıma dayalı bir eğitim sistemidir. Bu nedenle eğitimin amacı çözümleri öğretmek değil, esas olarak çözüm bulma becerisini geliştirmek olmalıdır.(5)
Server Tanilli’ye göre, planlayacağımız eğitim, tekniğe, mesleki eğitime başköşeyi veren; insanları ezbere değil, düşünmeye, tartışmaya ve yaratmaya götüren; üretici, üretime dönük, okul-üretim ilişkisini kurmuş bir eğitim olmalıdır. (6)
Einstein, “Mevcut bilgi ve birikimimizle öyle sorunlar yaratırız ki aynı birikimimiz bu sorunları çözmemize yetmez” demiştir. Bu nedenle, sürekli eğitim, sürekli gelişim için vazgeçilmezdir.
Ama eğitimde özgür düşünce, akıl ve bilimsellik esas alınmalıdır. Ne yazık ki bugünkü eğitim sistemi bu nitelikten çok uzaktır. Bugünü yaratanlar, dün karar alanlardır.
Şaban Çağıran
İktisatçı/Denetçi
cagiran@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.