-Deprem, Güneydoğu Anadolu bölgemizi adeta yerle bir etti. Depremin hem madden hem de manen yüksek kayıplar yaratması, yüksek şiddette olması, uzun sürmesi ve ardı ardına yaşanmasından kaynaklandı. Ama görülüyor ki, yerleşim yeri seçiminde hata yapılmış, çürük-dayanıksız binalar onaylanmış ve yapılmış. Bu durum, suiniyet ve ahlaki çöküntünün tavan yaptığını gösteriyor.
–Ülkemizde 1999 depreminden sonra çıkarılan Deprem Yönetmeliği, son derece makul ve depreme karşı dayanıklılığı neredeyse garantileyen bir yönetmelik. Ama sonuçlara bakıldığında yönetmeliklere uyulmadığı anlaşılıyor. Artık liberal-kapitalist ve ne pahasına olursa olsun daha fazla kar elde etme girdabından kurtulmamız, ahlaki ve sosyal denge sağlayacak mekanizmalar üretmemiz gerekiyor.
Az gelişmişliğin sonucu olsa gerek, ülkemizde ne yazık ki sorunlar bitmiyor. Enfllasyon, devalüasyon, işsizlik, cari açık, bütçe açığı gibi sıkça karşılaştığımız ve mağdur olduğumuz iktisadi konulara ek olarak, her on yılda bir yaşadığımız askeri darbeler, siyasi kavgalar, diğer ülkelerle yaşanan sorunlar vs. hiç bitmiyor.
Son yıllarda yoğun yaşanan sel baskınları ve orman yangınlarına ek olarak, bu kez de depremlerle sıkça karşılaşmaya başladık. İktisadi-siyasi krizleri, uygulanan politikalar ve tercihler belirliyor. Ancak sel, yangın ve depremlerde hasar ve mağduriyet oranımızın yüksekliği, esas olarak akıl ve bilimden uzaklaşan yönetenlerin sorumluluğundadır. Eğer uzmanların görüşleri ile başta imar ve ilgili diğer kanunlar olmak üzere, yasa ve yönetmeliklere tam olarak uyulsa idi 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen bu son acı depremde yaşanan kayıplar, en az yarıya düşebilirdi.
AHLAKİ ÇÖKÜNTÜ TAVAN YAPMIŞ
Deprem, Güneydoğu Anadolu bölgemizi adeta yerle bir etti. Depremin hem madden hem de manen yüksek kayıplar yaratması, teknik olarak; yüksek şiddette olması, uzun sürmesi ve ardı ardına yaşanmasından kaynaklandı. Ama bunlardan daha da önemlisi, yerleşim yeri seçimindeki hata ve çürük-dayanıksız binaların onaylanmış ve yapılmış olmasıdır.
Deprem toplumun tavrı ile ortaya çıkmıyor, ama depremden az ya da çok zarar görmek toplumun tavrına göre şekilleniyor. Sonuçları görünce, anlıyoruz ki ortaya çıkan bu sonucu adeta önceden, yıllarca kurgulamışız. Aksi halde, yani kurgulamamış olsak; bir şehir, hatta on şehir kağıt gibi nasıl yıkılır, tuz-buz olur? Evet sarsılabilir, binanın duvarları patlayabilir, ama binanın kağıt gibi bir birine yapışıp yerle bir olması nasıl izah edilebilir?
Bir inşaatın yapılabilmesi için ruhsatından iskanına kadar en az otuz imza gereklidir. Buna müteahhidini, ustasını-işçisini, kontrolörünü eklediğinizde neredeyse kırk elden geçiyor. Bu kadar kişinin ardı ardına yanlış yapması basit bir mantıkla açıklanamaz, bu durum olsa olsa suiniyet ve ahlaki çöküntünün tavan yaptığına işaret eder.
DOĞANIN YASALARINA UYMAK ZORUNDAYIZ
Yeryüzü değişik tabakalardan oluşuyor ve aşağıya doğru inildikçe toprak katı olmaktan uzaklaşmakta ve sürekli hareket ediyor. Bu nedenle deprem hep var ve de bundan sonra da var olmaya devam edecek. Milyonlarca yıldan bu yana böyledir. İnsanoğlu, bu gerçeği görerek bilinçle hareket etmeli ve davranışlarını buna göre şekillendirmelidir. Doğanın yasalarına uymak zorundayız.
Deprem sonrası, Özdemir İnce’nin bir televizyon kanalında ifade ettiği gibi, doğa vicdan ve duygudan yoksundur, aklı da yoktur. Dolayısıyla doğadan şefkat beklenemez. Doğaya karşı güçlü olmanın yolu, ona bilimsel yöntemlerle yaklaşmaktır. Yani deprem olacağı dikkate alınarak, fay hattının üzerine olabildiğince bina yapmamak gerekiyor. Eğer fay hattının üzerine veya yumuşak bir zemine bina inşa edeceksek, mühendislik hesaplamaları, statiği iyi hesaplamak, bilimsel yöntemlerden faydalanmak gerekir.
11 MİLYON KİŞİ UMAR BARIŞI İÇİN BAŞVURMUŞ
Klasik örnek olacak belki, ama Japonya bu yaklaşımları gayet güzel uyguluyor ve 9 şiddetinde depreme dayanıklı binaları gayet güzel yapıyor. Aslında, ülkemizde 1999 depremi sonrası çıkarılan Deprem Yönetmeliği son derece makul ve depreme karşı dayanıklılığı neredeyse garantileyen bir yönetmelik. Ama sonuçlara bakıldığında bu ve diğer yönetmeliklere uyulmadığı anlaşılıyor.
Bir ülkede toplum neyi ödüllendiriyorsa, uygulamalar buna göre şekillenyor. Örnek olarak; ülkemizde çıkarılan son imar barışı uygulamasında yaklaşık 11 milyon kişi imar barışına başvurmuş. Bu başvuru, imar uygulamalarının proje aykırılıklarının ne kadar yoğun olduğunun açık göstergesidir. Bu kadar yaygın proje ve imar aykırılıkları, bir miktar tahsilat (harç) yapılarak resmen affedildi. Son derece yanlış bir uygulamadır.
Yönetenler kanunlara harfiyen uyulmasını sağlayabilseler, ülkede yaşanan sorunların büyük çoğunluğu kendiliğinden çözülür. Bu yaşanan dramlar ve mali kayıplar yaşanmaz.
DEVLET, GERÇEK ANLAMDA SOSYAL DEVLET ANLAYIŞIYLA HAREKET ETMELİ
Son olarak; depremden daha az etkilenmek istiyorsak, liberal-kapitalist ve ne pahasına olursa olsun daha fazla kar elde etme girdabından kurtulmamız, ahlaki ve sosyal denge sağlayacak mekanizmalar üretmemiz gerekiyor. Bu da ancak devletin/sistemin, laf olsun diye değil, gerçek anlamda sosyal devlet anlayışıyla düzenleyici ve dengeleyici rolünü koruyarak/geliştirerek olur.
Bu korkunç sonla yüzleştikten sonra, bizleri teselli eden iki önemli konu var. Birincisi toplumsal dayanışma/yardımlaşma ruhumuzun bütün bu tahrifatlara rağmen hala üst düzeyde olması, ikincisi ise sürekli eleştirilen gençlerimizin toplumsal konularda ne kadar duyarlı olduklarının bir kez daha ortaya çıkmasıdır.
Şaban Çağıran
Bankacı/Denetçi
cagiran@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.