Dünya düzleşti ama, gelir dağılımı çok bozuldu
*Dünyanın temel sorunu, refah düzeyini artırmak olduğu kadar, refahtan adil bir şekilde bütün vatandaşlarını belirli kriterlere göre paylaştırmak, adil bölüşümdür. Sosyal barış adına, harcamalar, vergiler, sosyal yardımlar vs. yoluyla bunu, yani adil bölüşümü sağlayabilen ülkelerde huzur ve refah artacak, aksi durum oldukça önemli toplumsal sorunlara yol açacak.
*Dünyanın düzleşmesi sonrası karşımıza çıkan bir başka gerçek ise ülkelerde kişi başı milli gelir dağılımının bozulmaya devam ettiğidir. IMF’ye göre, Lüksemburg, kişi başı milli gelirde 114.234 dolar ile 330 dolar olan Güney Sudan’ın tam 377 katı zenginlikte. Bu katsayı İsviçre, Norveç, İrlanda gibi ülkelerde 250-260 civarında seyrediyor.
Ekonomide son yıllarda yaşanan küreselleşme dünyayı düzleştirdi ve tek bir dev ülkeye dönüştürdü. Para, mal, yatırımlar ve kısmen de iş gücü ülkeler arasında akışkan hale geldi. Bu akışkanlığı sağlayan ana neden ucuz üretim, yüksek kar amacıdır. Ucuz üretimin altı başlıkları ise yüksek teknolojinin yarattığı verimliliğe ek olarak, düşük maliyetli olan toprak, ham madde, enerji ve iş gücüdür.
Girişimci açısından bu unsurlar hangi ülkelerde daha ucuzsa yatırımlar o ülkelere akmaktadır. Sermaye hareketlerinde en az bu faktörler kadar hukuk ve güvenlik unsurları da önemlidir. Yani, sermayenin elde edeceği karla birlikte geri dönüşünü sağlayacak koruma sistemleri çok önemli. Zira sermaye hareketleri daima yüksek getiri, düşük risk döngüsünü en iyi şekilde yöneterek varlığını en kısa sürelerde katlamak ister.
BİR MALI DAHA UCUZA ÜRETEBİLEN ÜLKE REKABET ÜSTÜNLÜĞÜ SAĞLAR
Sonuç olarak, aynı kalitede bir malı daha ucuza üretebilen ülke, diğer ülkelere oranla rekabet üstünlüğü sağlar. Küreselleşmenin altında yatan asıl neden budur. Buraya kadar anlatılanlar şirketler için de geçerlidir. Küresel ölçekte faaliyet gösteren şirketlerin logolarını tüm dünyada görmemizin nedeni budur.
Sistemde yüksek kar elde etmenin bir yolu da tüketimi artırmaktır. Zira tüketim olmazsa üretilen ürünü satamazsınız, bu durumda üretimin bir anlamı kalmaz. Tüketim, hele aşırı tüketim toplumlara verilen kortizon gibidir.
Tükettikçe yapay refah düzeyi artar. Yeni teknolojinin getirdiği ürünler baş döndürücüdür ve insanlara öyle güzel ve de cazip fırsatlarla sunulur ki ondan vaz geçemezsiniz. Hatta bu tüketim alışkanlığı o kadar tavan yapar ki, mevcut varlığınız yetmez. Bu kez borçlanarak tüketim aşamasına gelinir. Borçlanarak tüketimi artırmak, gelecek neslin geleceğine el koymaktır. Bir anlamda onlardan çalmaktır. Tıpkı doğadan çalmak gibi.
AŞIRI TÜKETİM GELİRİN BÖLÜŞÜMÜNDE DE ÖNEMLİ TAHRİFATLAR YARATIR
Liberalleşme ve buna bağlı aşırı tüketim; yüzyılımız insanına inanılmaz cazip fırsatlar ve yararlanma olanakları sunarken, diğer yandan yaratılan gelirin bölüşümünde de önemli tahrifatlar yaratır.
Zira sermaye birikimi yüksek, güçlü şirketler ve güçlü ülkeler ortak görünen rekabet şartlarına haksız rekabetle başlamakta doğal olarak yarışı önde götürürler. Hal böyle olunca sistem; az sayıda aşırı zengin, milyarlarca yoksul üretir hale geliyor. İşte yüzyılımızın yakın gelecekteki siyasilerine ve yöneticilerine düşen asıl sorumluluk burada başlamaktadır. Toplam milli geliri artıyor ama acaba bunun dağılımı nasıl olacak.
2010-20197DA EN ZENGİN 10 KİŞİNİN SERVETİ 297 MİLYARDAN 823 MİLYAR DOLARA YÜKSELDİ
Forbes dergisinin (*) haberine göre, dünyadaki 2.153 milyarderin serveti dünyadaki en fakir 4.6 milyar kişinin serveti kadar oldu. 2010 yılından 2019 yılına kadar dünyanın en zengin 10 kişisinin serveti 297 milyar dolardan 823 milyar dolara yükseldi. Aynı dönemde dünyanın servet toplamı ise 200 trilyon dolardan 361 trilyon dolara çıktı. Özetle, dünyadaki servet toplamı yüzde 80 artarken, en büyük en zenginin servet toplamı yüze 177 artarak, bozulma daha da arttı.
2018’de yapılan Küresel Adaletsizlik-Dünya Yoksulluk ve Eşitsizlik Raporuna göre, dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığı, dünya nüfusunun %50’sine tekabül eden 3.6 milyar kişinin mal varlığına, en zengin 10 ülkenin mal varlığı ise en fakir 10 ülkenin tam 77 katına eşit.(2)
Aynı çalışmaya göre, dünyada günlük 1 doların altında bir parayla geçinmek zorunda kalan nüfusun oranı toplamın yüzde 9,6’sıdır. Yani yaklaşık 776 milyon kişi aylık 30 doların altında bir ücretle geçinmeye çalışıyor. Bu rakamların ortalama olduğu var düşünüldüğünde karşımıza daha vahim bir tablo çıkacağı açıktır.
LÜKSEMBURG, GÜNEY SUDAN’IN 337 KATI ZENGİN
Dünyanın düzleşmesi sonrası karşımıza çıkan bir başka gerçek ise ülkelerde kişi başı milli gelir dağılımının bozulmaya devam ettiğidir. IMF 2019 verilerine göre, kişi başı milli gelirde 114.234 dolar ile en yüksek payı alan Lüksemburg, 330 dolar ile en düşük payı alan Güney Sudan’ın tam 377 katı zenginlikte. Bu katsayı İsviçre, Norveç, İrlanda gibi ülkelerde 250-260 civarında seyretmektedir.
Dünya Bankası verilerine göre, ABD, kişi başı milli gelirde en tepede yer alan İsviçre’nin tam 30 katı toplam milli gelire sahip, Çin ise yine İsviçre’nin 20 katı kadar gelir üretiyor.
ADİL BÖLÜŞÜMÜ SAĞLAYABİLEN ÜLKELERDE HUZUR VE REFAH ARTACAK
Özetle, dünyamızda yaratılan refah artışı gerek ülkeler ve gerekse bireyler arasında dengeli bir şekilde dağıtılamamakta, dağıtılmamaktadır. Oysa devletler ve-veya yönetenler sosyal dengenin sağlanması adına, gelirin optimal dağılımına dikkat etmeliler ve özellikle yoksulluk sınırının altında bireylerin oluşmamasını sağlamalılar.
Dünyanın temel sorunu, refah düzeyini artırmak olduğu kadar, refahtan adil bir şekilde bütün vatandaşlarını belirli kriterlere göre paylaştırmak, adil bölüşümdür. Sosyal barış adına, harcamalar, vergiler, sosyal yardımlar vs. yoluyla bunu, yani adil bölüşümü sağlayabilen ülkelerde huzur ve refah artacak, aksi durum oldukça önemli toplumsal sorunlara yol açacak. Bu anlayışın da hukuk ve demokrasi ile paralellik gösterdiği bilinen bir husustur.
(1) haber.com
(2) insamer.com
Şaban Çağıran
Bankacı
cagiran@turcomoney.com