Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) verilerine göre, 2010’lu yıllarda bütün dünyada temel gıda maddelerinde bolluk ve gıda fiyatlarında düşüş yaşandı. Krizlerden çabuk etkilenen ve gıda tedariği konusunda hassas dengelere sahip çoğu ülke bu bereket yıllarında tedbir almayı düşünmedi. Gıda tedarik krizi sadece dış ticaret politikalarına, iklim değişikliğine ve / veya tarım politikalarının yetersizliği ile açıklanamaz. Uzun vadeli stratejiler gerektiren bir alandır.
-Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) rakamlarını incelediğimizde diğer ülkelerle aramızda büyük bir enflasyon farkı var. Keza G20 ülkelerine baktığımızda, Rusya’da 15, Almanya’da yüzde 14, Brezilya’da yüzde 13,4, İspanya’da yüzde 13, bizde ise yüzde 90. Dünyada gıda enflasyonunda Zimbabwe’den sonra ikinci sıradayız.
-Küresel olarak yaşanan bu gelişmeler sonucunda Türkiye’nin cari işlemler açığına en az 22 milyar dolar daha ek yük binmesi ihtimali var. Yani Türkiye, dünyadaki gelişmelerden etkilenmeden bir politika oluşturması şimdilik zor görünüyor. Yaklaşık on yılda bir Tarım Şuraları yapılır. Alınan kararların yüzde 90’ı aynıdır. Eğer 70 yıl önceye değil, 7 bin yıl önceye de gitsek sorun aynı görünüyor. Peki, niye bilinen çözüm yolları uygulanmıyor, denenmiyor.
Evet, enflasyon acı bir politikadır…
Klasik olarak arz ve talep dengesizliğinde oluşacağı söylenen enflasyon, çoğu kere aldatıcı izler de bırakır. Dünyada arz ve talep dengesi kurmak mümkün değil. Bolluk yılları ve kıtlık yılları vardır, doğal afetler yaşanır, salgın hastalıklar baş gösterir, savaşlara girilir. Her zaman bir sorun yaşanır. İktidarların israfı, yanlış teşvik politikaları, vergiler ve hatalar ayrı sorunlardır.
Bu yıl, zeytinde bereket yılı yaşanıyor… Malum bir yıl az, bir yıl çok veren bir ağaçtır. Antep fıstığında da öyledir… Benzeri özellikler bu oranda olmasa da her meyve ağacı için geçerlidir. Bunun için iyi çiftçiler, ürettiklerini satarken, sonraki yılları düşünerek hareket ederler. Yani fiyat politikalarını ve enflasyon hareketlerini hiç iktisat okumamış iyi bir çiftçi bilir.
Çoğu kere okul görmemiş bir çiftçinin bildiğini bu alanda uzmanlaşmış kişiler bilemez. Bilmediği için de iki yılda bir fındıkta, birkaç yılda bir sebze ve meyvelerde, 7 ila 10 yılda bir de genel ekonomide sıkıntılar yaşanır. Adı farklı olsa bile, nihai tüketiciye yansıyan şey “enflasyon” olur.
Sizi bugünün zeytindeki bereket yılından tarihe bir yolculuğa çıkarmak istiyorum.
Bu sadece günümüzle ile ilgili değildir. Hz. Yusuf Peygamberin dönemin Firavun’unun rüyasını tabiri sadece bir tarihi kıssadan ibaret değildir. Hz. Yusuf, hapishanededir. Firavun “ Ben rüyamda yedi semiz ineğin, yedi zayıf ineği yendiğini, ayrıca yedi yeşil başak ve yedi de kuru başak görüyorum” Bu rüya tekrar eder ama kimse rüyayı yorumlayamaz. Daha önce Hz. Yusuf ile hapishanede kalmış olan Firavun’un yanındaki bir kişi, “Bunu yorumlayacak kişiyi tanıyorum, beni hapishaneye gönderin” der.
Hapishaneye gelip, rüyayı Hz. Yusuf’a anlatır. Hz. Yusuf da rüyayı yorumlar. “Yedi yıl bereket, yedi yıl kuraklık olacak” şeklinde rüyayı tabir eder ve yapmaları gerekeni söyler.
Makro ekonomi ve sürdürülebilirlik kavramlarının babası Hz. Yusuf’un bu yorumu ve tavsiyeleri desek, hata etmiş olmayız. Çağdaş tefsirciler, bu kıssanın yer aldığı Kuran’daki Yusuf Suresi’ni bu yönüyle de ele almalarını tavsiye ediyorum. Eğer bugün bu yorum ve tavsiyeler uygulansa; muhtemel ki arz ve talep dengesi sorunları yaşamayacağız. Ama insanoğlu bu konuda maalesef iktidar körlüğü ve kişisel hırslar içindedir.
Mısır’dan sizi kuzeye Britanya adasına götürmek istiyorum. Britanyalılar, bin yıl boyunca süs eşyalarında, alet yapımında ve ticarette kullandıkları para birimi için bronz metali tercih ettiler. Ancak M.Ö. 800 yıllarında durum değişmeye başladı. Bronz’un değeri düştü ve toplumsal değişimle birlikte ekonomik krize sebep oldu.
Sorun nasıl çözüldü biliyor musunuz?
Britanyalılar demir madenini işlemeyi öğrendi. Günlük aletlerde ve çiftçilerin kullandığı ekim ve hasatta demir aletleri kullanarak verim artışlarına kavuştular. Sorun bir sonraki durgunluğa kadar ertelendi.
Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) verilerine göre, 2010’lu yıllarda bütün dünyada temel gıda maddelerinde bolluk ve gıda fiyatlarında düşüş yaşandı. Krizlerden çabuk etkilenen ve gıda tedariği konusunda hassas dengelere sahip çoğu ülke bu bereket yıllarında tedbir almayı düşünmedi. Gıda tedarik krizi sadece dış ticaret politikalarına, iklim değişikliğine ve / veya tarım politikalarının yetersizliği ile açıklanamaz. Uzun vadeli stratejiler gerektiren bir alandır. Ama geçmişte sorunları çözmek için bütün devletlerin eline çok fırsatlar geçmişti. Hala da farklı fırsatlar var.
Bolluk yılları ve kıtlık yılları sadece tarım sektörüyle sınırlı değil. 1974 yılındaki petrol krizinin öncesi ve sonrasını düşünün. Bronz çağı ve sonrası gibi. Şimdi de bir enerji ve gıda krizi söz konusudur.
Markete gittiğinizde aldıklarınız karşısında bir kağıt uzatsanız, başınız belaya girebilir. Halbuki cüzdanınızdan çıkarıp vereceğiniz bir 100 liralık banknot da kağıttır. Bir kağıda, para yerine geçmesi için itibari değeri veren nedir? Banknot devlet tarafından basılır ve resmi para birimidir.
Banknotları değerli kılan şey ise etrafta onlardan ne kadar bulunmasıyla ilgilidir. Tarih boyunca dolar da dahil pek çok para birimi değerli mallarla ilişkilendirilmiş ve dolaşımdaki miktar, devletin altın ya da gümüş rezervlerine göre belirlendi. Ancak bu sistemin 1971 senesinde Amerika’da yasaklanmasıyla beraber, dolar itibari para hâline geldi. Yani herhangi bir dış kaynakla ilişkili olmayıp, ne miktarda basılacağı sadece ilkelere dayanır.
Bu ilkeleri hangi organ belirleyecek?
Yasama mı, yürütme mi, yargı mı?
Günümüzde bunu bağımsız merkez bankaları belirler. Acaba öyle midir?
TÜKETİCİ KITLIĞI GELİŞİR, BU DA DAHA FAZLA ENFLASYON DEMEKTİR
Çok fazla enflasyon, bugün cüzdanınızda olan paranın yarın değer kaybedeceği anlamına gelir. O yüzden hemen harcamak istersiniz. Bu iş yaşamını ivmelendirirken, aşırı tüketime de teşvik eder. Ayrıca stok mallarının fiyatı artar; yiyecek ve yakıt gibi. Dolayısıyla tüketici kıtlığı gelişir ve bu da daha fazla enflasyon demektir. Hükümetler de bunu sever. Alışveriş olsun, piyasa hareketli olsun, önümüzde seçime sıkıntıda bir seçmenle gitmeyelim, diye para basmaya devam eder…
Deflasyon ise insanları para saklamaya iter. Tüketici harcamalarını düşürür. İş kârını aşağıya çekerek, daha fazla işsizlik ve daha az harcamaya neden olur. Ekonominin küçülmesine sebebiyet verir. O yüzden pek çok ekonomist ikisinin de fazlasının zararlı olduğu kanısındadır.
SÜREKLİ ENFLASYON MU, EKONOMİK BÜYÜME Mİ? HANGİSİ DAHA TEHLİKELİ?
Bir de büyüme rakamları gibi sihirli bir çubuk vardır. Küçük ve sürekli bir enflasyon ekonomik büyüme için gereklidir de…
Peki sizce hangisi daha tehlikelidir?
Dünya ve Avrupa’nın büyüme rakamlarına bakacak olursak: Dünya ekonomisinin yıl sonunda yüzde 3,2 büyüme göstereceği öngörülüyor. Geçen yıl 6’nın üzerindeydi. Yılın son çeyreğinde ise yüzde 3’ün altına inmesi öngörülüyor. Avrupa bölgesi büyüme rakamı geçen yıl yüzde 5’in üzerindeydi, Ekim ayında 2,5 civarında olması tahmin ediliyor. Sorun sadece bu yılla sınırlı değil. Gelecek yıl tahmini bu rakam 1,2’ye düşecek. Bu ciddi bir yavaşlamaya işaret ediyor.
Bu veriler bizim için de çok önemli sonuçlara ışık tutacak. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) rakamlarını incelediğimizde diğer ülkelerle aramızda büyük bir enflasyon farkı var. Keza G20 ülkelerine baktığımızda, Rusya’da 15, Almanya’da yüzde 14, Brezilya’da yüzde 13,4, İspanya’da yüzde 13, bizde ise yüzde 90. Dünyada gıda enflasyonunda Zimbabwe’den sonra ikinci sıradayız.
Tarihte bir başka durum daha yaşanmış…
TULUMBAYA SU VERMEK, HER ZAMAN İŞE YARAR MI?
Başkan Ronald Reagan 1981′de görevine ilk başladığında ABD ekonomisi cebelleşiyordu. İşsizlik oranı yüksekti ve gittikçe de artıyordu. 1979′da enflasyon, tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı. Bu sorunlarla savaşmak için Reagan Yönetimi bir dizi ekonomi politika tanıttı: Şirketlere ve yüksek gelirlilere vergi indirimi getirdi. Öngörüye göre zenginler için vergi tasarrufu yapmak diğer herkese ekstra paranın damlamasına neden olacaktı. Tulumbaya su vermek gibi… 80′lerden 90′ların sonuna kadar ABD, tarihteki en uzun ve en güçlü ekonomik büyümeden birine şahit oldu. Orta gelirli kalkındı, yeni iş alanları açılma oranları arttı. Tulumbaya su vermek her zaman işe yarar mı bilemem. Çünkü Berlin Duvarı onun döneminde yıkıldı, yeni dünya düzeni Amerika’ya yeni avantajlar sağladı.
ÜLKELER, SEKTÖRLER VE ŞİRKETLER FARKLI ZORLUKLARLA KARŞI KARŞIYA
Zenginlere yapılan vergi indiriminin gerçekten ekonomiyi canlandırması için biriktirilen parayı yerel işletmelere yatırmaları gerekiyor. Ama pratikte böyle olmuyor. Enflasyonun bütün dünyanın dergi olduğu günümüzde de vergi indirimi tekrar gündeme geldiğini hatırlatayım. Covid 19 pandemisi ile birlikte, küresel olarak pek çok beklenmedik durumlar yaşanıyor. Hesaplanmayan durumlardan biri de enflasyonist etki oluşturdu.
Uluslararası muteber makro ekonomi raporlarına baktım. Haliyle bu yıl en çok enflasyonist etki konuşuluyor. Enflasyonist ortam nedeniyle en çok işletme sermayesi gereksinimlerinin arttığı vurgulanıyor. Ülkelerin, sektörlerin ve şirketlerin farklı zorluklarla karşı karşıya olduğu bir gerçek. Enerji krizinin Avrupa’da elektrik, kâğıt, metaller, demiryolları, kimyasallar gibi enerji yoğun sektörler için büyük bir darbe olabileceği bekleniyor. Bu arada dolar güçleniyor. Doların güçlenmesi de ABD’li ihracat yapan sektörlere zarar verebilir. İsteğe bağlı harcamalar ve inşaat, risk altındaki sektörler arasına girebilir.
DÜNYA, 1974’TEN BERİ GÖZLENEN EN BÜYÜK ENERJİ KRİZİ İLE KARŞI KARŞIYA
Doların güçlenmesi ayrıca elektronik, ev gereçleri, makine ve teçhizat, bilgisayar ve telekomünikasyon sektörlerini zora sokabilir. Ekonomik büyümenin yavaşlaması perakende, inşaat, ev gereçleri, elektronik, tekstil, otomotiv, makine ve teçhizat sektörlerini risk altında bırakırken, enerji dışı emtia fiyatlarındaki artışın sürmesi ise tarımsal gıda, metal, otomotiv, makine ve teçhizat sektörlerini olumsuz etkileyeceği öngörülüyor. Yorumlarken kolay ama yaşarken acıtacak ifadeler bunlar. Kolay değil; ham petrol fiyatları 2 yılda yüzde 350 arttı.
2021’de yaşamın normalleşmeye başlamasıyla birlikte enerji tüketimi pandemi öncesi döneminin üzerine çıktı. Uzmanlar, dünyanın 1974’den beri gözlenen en büyük enerji kriziyle karşı karşıya olduğunu dile getiriyor.
TARIMDA NİYE BİLİNEN ÇÖZÜM YOLLARI UYGULANMIYOR?
Küresel olarak yaşanan bu gelişmeler sonucunda Türkiye’nin cari işlemler açığına en az 22 milyar dolar daha ek yük binmesi ihtimali var. Yani Türkiye, dünyadaki gelişmelerden etkilenmeden bir politika oluşturması şimdilik zor görünüyor. Dikkat ederseniz, Türkiye’de yaşadığımız enflasyonist ortamla ilgili tartışmalara girmeden, dünyanın sorunu olarak ele almaya çalıştım. Sanki kendimizden bahsediyormuş gibi hiç birimize durum ve yorumlar yabancı gelmedi. Yaklaşık on yılda bir Tarım Şuraları yapılır. Alınan kararların yüzde 90’ı aynıdır. Eğer 70 yıl önceye değil, 7 bin yıl önceye de gitsek sorun aynı görünüyor. Peki, niye bilinen çözüm yolları uygulanmıyor, denenmiyor.
Tarihin dönüm noktasındaki yıllardayız. Konu sadece Türkiye’nin ve dünyanın kendi enflasyonu değil. Sürdürülebilir bir yapı kurulması kaçınılmaz nitelikler taşıyor. Enflasyon kararları, okyanus ortasında susuz kalmış birinin deniz suyu içmesi gibidir. İçtikçe daha fazla su içesi gelir.
Sonuç?
Sonucunu düşünmek bile istemiyorum.
Zuhal Mansfield
TMG Dış Tic Madencilik Sanayi Yönetim Kurulu Başkanı
mansfield@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.