Defalarca denenmesine rağmen, döviz kurları ve kredi kanallarına müdahale edilerek faiz seviyesinin kalıcı olarak korunamayacağı gerçeği hala anlaşılmadı. Hala Merkez Bankası faiz politikasını direkt olarak uygulayamıyor. Enflasyon baskısının faiz artırılmadan azalmayacağı hususuna direnmek en temel zayıflık olarak devam ediyor.
Enflasyon patikasının görünen ufkunda dezenflasyonist süreç yapısal olarak henüz başlamadığı halde, politik baskılara yenik düşerek faiz indirimine giden Merkez Bankası, para politikasındaki sıkı durma taahhüdünü, fiyat istikrarı ve orta vadeli yüzde 5’lik hedefe odaklanmayı terk edip yön değiştirmesinin gerekçelerini açıklayamadı, iletişim politikasını tamamen işlevsiz hale getirdi.
Temel makro faaliyetlerin ulusal düzeyde sahipsiz ve yönsüz kaldığı iyice ortaya çıktı. Ülke risk primi ve dolarizasyonda düşüş, kur, fiyat ve finansal alanlarda istikrar sağlama hedefleri artık ortadan kalktı. Merkez Bankası’nın beklentisinin aksine yatırım, üretim ve istihdam gibi temel makro faaliyetler sahipsiz ve yönsüz kaldı.
Türk Lirası üzerinden tasarrufu olanları ve satın alma gücü yoksulluk sınırının altına düşmüş olan tüketicileri biraz daha fazla cezalandırıp, para ikamecilerini daha da cesaretlendiren bu faiz indirim kararıyla Merkez Bankası kurumsal faiz artırma kabiliyetini ve uygulama ehliyetini zayıflatmış olduğunu resmi olarak ifşa etti. Piyasaların verdiği avans ve toleransı Merkez Bankası layıkıyla kullanamadı.
Türkiye ekonomisinin yüzde 19 oranındaki politika faizine dayanarak olası kur şoklarını massedebilecek herhangi bir tamponu kalmamış iken faizin yüzde 18’e indirilmesi çok büyük bir hatadır. Aslında son birkaç aydır yüksek enflasyon artışları, yüzde 19 politika faizini zaten reel faiz alanının dışına çıkardı. Faiz indirimi sonrasında reel faiz uygulaması resmi hale geldi.
Türkiye’de gelir artışlarının dağıtım ve bölüşüm sistemi, üretim faktörlerinin artan gelirlerden eşit pay alacak şekilde değiştirilmesi gerekir. Mevcut büyüme, dağıtım ve bölüşüm şekli; istihdam artışına, satın alma gücünün geniş yelpazede toplumun her kesiminde yaygın olarak artışına yol açmıyor. Tam tersi eşitsizlik zengini zengin fakir daha fakir yapıyor. Bu büyüme modeli değişmeden enflasyon etkisi azalmayacak.
Enerji sağlayıcı ve üretici firmaların bankalar üzerindeki sektörel yükünün hafifletilmesi amacıyla, enerji fiyatlarında yapılan ayarlamalar, makro düzeyde arz ve talep dengesini bozuyor, üretici ve tüketiciler arasında haksız sermaye transferine ve en önemlisi yüksek enflasyonda kalıcılığa neden oluyor.
Açıklanan Orta vadeli Programdaki serilerin enterpolasyon seviyeleri oldukça düşüktür. 2022-2024 arasındaki süre için öngörülen 2 yıllık Orta Vadeli Program hedeflerinin oluşumunda esas alınan kur ve enflasyon seviyelerinin geçmiş serilerle devam ettirilen enterpolasyon seyri oldukça zayıf ve ilgisizdir.
Orta Vadeli Programın oluşturulmasında, Türkiye Ekonomisine özgü enflasyonun sürekliliği ve devalüasyonun yüksek volatilitesi ihmal edildi. Son 10 yıllık devalüasyon ve enflasyon seyrinde enflasyonun sürekliliği ve devalüasyonun da yıllık geçişlerdeki yüksek volatilitesi 2022 ve 2024 arası için dikkate alınmamış, aşağı yönlü eğilimli statik bir seyir izleyeceği öngörüldü. Ayrıca bu şekildeki bir eğilime sebep olacak gerekçeler hakkında da hiçbir açıklamaya yer verilmedi.
DEVALÜASYONUN ENFLASYONUN ALTINA DÜŞME OLASILIĞININ BULUNMADIĞI OVP HEDEFLERİ
Hem orta ve hem de uzun vadede Türkiye ekonomisi için devalüasyonun enflasyonun altına düşme olasılığının bulunmadığı OVP hedeflerinin oluşturulmasında ihmal edildi 2017 ve 2012 yılarına özgü koşullarda enflasyonun altına düşmüş olan devalüasyonun aynı şekilde 2023 ve 2024 yıllarında da genel eğilim haline geleceği öngörüsü gerçekçi değildir.
Zira 2012 ve 2017 yıllarının konjonktürel özellikleri tamamen ortadan kalktı. OVP içeriğinde, Türkiye’ye döviz girişleri konusu oldukça iyimser tahminlere dayandırıldı. İlan edilen hedeflerin, orta/uzun dönemli yatım bütçelerinin hazırlanmasında ve belirsizliğin giderilmesinde girdi olarak kullanılma olasılığı zayıftır.
APİ-Açık piyasa işlemlerinin devreye alındığı ülkelerde, zorunlu karşılık uygulamalarının, bankaların kullanılabilir kaynak ve yapısal likidite miktarını sınırlama gücü artık zayıfladı. Gelişmiş ülke merkez bankaları para politikası aracı olarak daha çok APİ-açık piyasa işlemlerine ağırlık vermekte, munzam karşılık oranları politikası onlar açısından önemini yitirmiş durumdadır.
ZORUNLU KARŞILIKLAR DAHA ÇOK KAYNAK VE FON AKTARIM MALİYETLERİNİ ARTIRMA EZİYETİNE DÖNÜŞTÜ
Zorunlu karşılıkların kaynağı geri çekememe ay da iflas riskini önleme işlevi hala devam ettiği uygulamada kalmasında yarar olmakla beraber, şu anda zorunlu karşılıkların Türk bankacılığı üzerindeki en önemli etkisi daha çok kaynak ve fon aktarım maliyetlerini artırma eziyetine dönüştü.
Zorunlu karşılık oranlarının uluslararası örnek ve uygulamalarına paralel olarak yüzde 2-yüzde 3 gibi daha düşük seviyelere çekilmesine ve iki yıldan daha uzun vadeli kaynaklar için de uygulanmaması gerekir. Halbuki Türkiye’deki TL kaynaklar için uygulanan munzam oran yüzde 8’leri bulmakta ve her vade bazında munzam alınmaktadır. Türkiye de Yabancı Para kaynaklar için uygulanan munzam oranları yüzde 25’lere yaklaşmış olup, sıkı para politikası açısından hiçbir koruyucu işlevi artık kalmamış durumdadır.
Zira munzam oranların artırılmasıyla sıkı para politikasının son 20-25 yıldır artık önemli bir ilişkisi kalmadı. Dolarizasyonun sebebi munzam oranların düşük ya da yüksek olmasıyla önemli bir kolerasyon bulunmuyor.
Dolarizasyonun önünün kesilmesi amacıyla, son bir yılda YP munzamları iki kat artırılarak yüzde 24 seviyelerine getirilmesinin hiçbir önleyici gücünün bulunmadığı artık anlaşılmalıdır.
FAİZ SEVİYESİNİN KALICI OLARAK KORUNAMAYACAĞI GERÇEĞİ HALA ANLAŞILMADI
Defalarca denenmesine rağmen, döviz kurları ve kredi kanallarına müdahale edilerek faiz seviyesinin kalıcı olarak korunamayacağı gerçeği hala anlaşılmadı. Hala Merkez Bankası faiz politikasını direkt olarak uygulayamıyor. Enflasyon baskısının faiz artırılmadan azalmayacağı hususuna direnmek en temel zayıflık olarak devam ediyor. Faiz dışı kanallara ve faktörlere dayanarak politika üretilmeye devam edilmesi enflasyonla ve yüksek risk primi ile mücadele gücünü etkisizleştiriyor.
Merkez Bankası, çekirdek enflasyon gelişmeleri ve arz şoklarının yarattığı etkilerin ayrıştırılmasına dayalı olarak politika faizinde indirim yapılmasına ilişkin hedef ve yön değiştirmesinin gerekçelerini açıklayamadı. Enflasyon patikasının görünen ufkunda dezenflasyonist süreç yapısal olarak henüz başlamadığı halde, politik baskılara yenik düşerek faiz indirimine giden ve bundan sonra da ilave indirimler yapacağını ima eden Merkez Bankası, para politikasındaki sıkı durma taahhüdünü, fiyat istikrarı ve orta vadeli yüzde 5’lik hedefe odaklanmayı terk edip yön değiştirmesinin gerekçelerini açıklayamadı, iletişim politikasını tamamen işlevsiz hale getirdi.
DOLARİZASYONDA DÜŞÜŞ, KUR, FİYAT VE FİNANSAL ALANLARDA İSTİKRAR SAĞLAMA HEDEFLERİ ARTIK ORTADAN KALKTI
Resmileşen negatif faiz ortamında, daha da artacak olan tasarruf açığı ve fonlama ihtiyaçlarının yaratacağı ilave riskler, bundan sonraki finansal ve fiyat istikrarsızlığının yeni kaynakları olacak. Negatif faiz alanlarının iyice büyütülmesi, Türkiye ekonomisinin dolarizasyon eğilimini kaçınılmaz olarak artırarak öncelikle bankacılık kesiminin bilanço içi döviz pozisyonlarını, kaynak ve likidite dağılımlarını bozacak ve makro düzeyde enflasyonist baskıları şiddetlendirecek.
PİYASALARIN VERDİĞİ AVANS VE TOLERANSI MERKEZ BANKASI LAYIKIYLA KULLANAMADI
Türk Lirası üzerinden tasarrufu olanları ve satın alma gücü yoksulluk sınırının altına düşmüş olan tüketicileri biraz daha fazla cezalandırıp, para ikamecilerini daha da cesaretlendiren bu faiz indirim kararıyla Merkez Bankası kurumsal faiz artırma kabiliyetini ve uygulama ehliyetini zayıflatmış olduğunu resmi olarak ifşa etti. Piyasaların verdiği avans ve toleransı Merkez Bankası layıkıyla kullanamadı, sonuçta şu andaki faiz-kur-fiyat çıkmazının içerisine kendisini de soktu.
Fiili ve sağlam gerekçeleri oluşmadan emir/kumandaya dayalı olarak yapılacak erken bir faiz indirimi, zaten zayıflamış olan finansal istikrarı bu kez hızlı biçimde tahrip edecektir. Finansal istikrarı bozulan ülkelerde, orta ve uzun vadeli yatırım öngörülerinin realizasyon olanağı bulunmuyor. Türkiye’nin yüksek risk pirimi ve dolarizasyon sorunuyla mücadele edecek bir politika üretilmesi, mevcut yönetim paradigmasıyla mümkün değildir.
FAİZİN YÜZDE 18’E İNDİRİLMESİ ÇOK BÜYÜK BİR HATADIR
Türkiye ekonomisinin yüzde 19 oranındaki politika faizine dayanarak olası kur şoklarını massedebilecek herhangi bir tamponu kalmamış iken faizin yüzde 18’e indirilmesi çok büyük bir hatadır. Kur maliyetleri sabit dahi kalsa, enerji ve ithal fiyatlarındaki yukarı yönlü seyir ve enflasyon maliyetini eşit olarak paylaşacak toplumsal uzlaşı modelinin oluşumunu engelleyen yüksek kutuplaşma, enflasyon artışını kaçınılmaz kılıyor. Aslında son birkaç aydır yüksek enflasyon artışları, yüzde 19 politika faizini zaten reel faiz alanının dışına çıkardı. Faiz indirimi sonrasında reel faiz uygulaması resmi hale geldi.
Faizin düşürülmesi veya düşürme ihtimalinin belirmesi halinde, B veya C grubundaki çekirdek TÜFE’lerin yılın sonuna kadar işaret ettiği enflasyonda düşme eğilimini tekrar yukarı döndürecektir: Türkiye ekonomisinde ithal fiyatlarının manşet TÜFE’ye geçişkenligi oldukça yüksek olması nedeniyle, faiz sevilerinin düşürülmesi halinde eş zamanlı olarak B veya C grubundaki çekirdek TÜFE’ler de artacak fasit daire yeniden tekrarlanacak.
Manşet veya Çekirdek enflasyonundan hangisi düşükse politika aracı olarak onun önemsenmesi veya kullanılması kabul edilebilir bir politika değildir. Bu konjonktürde, gıda, içecek, tütün, altın ve enerjinin dışlanarak geriye kalan ürün grupları üzerinden hesaplanan çekirdek enflasyon, tüm bu mal gruplarının dahil edilerek hesaplanan manşet enflasyonundan daha düşük çıkmış olmakla beraber, başka zamanlarda da yüksek çıkabiliyor.
NOMİNAL FAİZLERİN ÇEKİRDEK TÜFE’YE GÖRE AYARLANACAĞININ İMA EDİLMESİ POLİTİKASIZLIĞIN ANLAMSIZ BİR BAHANESİDİR
Nedensellik ilişkisi manşet TÜFE’den çekirdek TÜFE’ye doğru olduğu için nominal faizlerin çekirdek TÜFE’ye göre ayarlanacağının ima edilmesi politikasızlığın anlamsız bir bahanesidir. Çekirdek TÜFE’nin manşet TÜFE’ye göre enflasyondaki temel eğilimi yansıtması ana kural olmakla birlikte, özel konjonktürlerde bazen çekirdek TÜFE ana eğilim yerine, geçici ve tek defaya mahsus eğilimi de yansıtabiliyor.
Şu andaki çekirdek TÜFE’nin oluşumunda rol alan, ÖTV düzenlemeleri, dolar endeksi ve turizm sezonu gibi geçici nedenler tek defalık düşüşe yol açmış olup, enflasyonda ana eğilimi temsil etmiyor.
CARİ FAZLA VERMEYİ BEKLEYEN BİR MERKEZ BANKASI FAİZ İNDİRİMİ GİBİ KUR ARTIŞI GETİRECEK UYGULAMALARDAN KAÇINMALI
Ayrıca, gıda fiyatlarındaki artış ve arz kısıtları enflasyonda sebep olduğu oynaklığın kısa vadeli olduğuna dair değerlendirmeler doğru değildir. Cari fazla vermeyi bekleyen veya planlayan bir Merkez Bankası faiz indirimi gibi kur artışı getirecek uygulamalardan kaçınması beklenir.
Milli gelir hesaplarında yapılacak arındırmalarda kullanılmak üzere ihtiyaç duyulan deflatör daha çok manşet enflasyonla ilintili olarak hesaplandığına göre, reel faiz hesaplamalarında da manşet enflasyon baz alınıyor. FED ’in faiz yükseltme, tahvil alımını azaltma konusundaki kararlarının ne olacağı netleşmeden TCMB’nin olası bir faiz düşürme girişimi Türkiye ekonomisi ve TL için şok hali yaratabilir.
Para politikasında, çekirdek enflasyonun dikkate alınacağı şeklindeki görüşleri paylaşması, son zamanlarda Merkez Bankası’nın piyasalarla en etkili iletişim uygulaması olmuş ve kendi ayağına oldukça başarılı bir kurşun sıkmıştır. Para politikasında, çekirdek enflasyonun dikkate alınacağı şeklindeki görüşlerin ortaya atılmasından itibaren, Merkez Bankası’nın ortaya koyduğu her politika değişikliği, faiz indirimine hazırlandığı şeklinde algılanıyor.
Türkiye ekonomisinde, faiz indirimi bir kenara, niyet edilmesi dahi, “döviz kuru”- “üretim ve tedarik maliyet şokları” kanallarıyla enflasyonu hiç vakit geçirmeden hemen tekrar canlandırmaya başladığı bir kez daha görüldü.
Faiz indirimlerine ilişkin kararların uzunca bir süre ertelenmesi ve reel faiz alanına geçecek şekilde derhal bir faiz artırımı yapılması makro istikrar için şarttır. Varlık alımlarını azaltmaya ilişkin FED kararlarının netleşmesinden sonra küresel düzeyde güçlenecek olarak dolar karşısında, içeride yapılacak faiz indirimlerinin, TL’nin önlenemez çöküşüne yol açacağı kaçınılmazdır. Bu nedenle faiz indirimlerine ilişkin kararların ertelenmesi makro istikrar için gerekli ve yararlı olacak.
GIDA ENFLASYONUNU GÖRMEMEZLİKTEN GELEREK PARA POLİTİKASI YÜRÜTÜLEMEZ
Gıda enflasyonunu görmemezlikten gelerek para politikası yürütülemez. Hasat mevsiminde düşmeyen ya da düşürülmeyen gıda fiyatlarının, kuraklığın da etkisiyle bundan sonraki dönemlerde daha da artacağı kaçınılmaz olacağını dikkate alarak, bundan böyle para politikasında çekirdek enflasyonu dikkate alınacağının deklare edilmesi yoluyla gıda enflasyonun Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri bertaraf edilmiş olmuyor. Gıda enflasyonunu görmemezlikten gelerek para politikası yürütülemez. Hasat zamanlarında bile gıda fiyatlarının artmasının en temel gerekçelerinden bir tanesi; Toprak Mahsulleri Ofisi’nin tam da bu mevsimlerde ithalata yönelmiş olması ve destek alımlarının sistematik ve doğru bir şekilde uygulanmamasıdır.
Merkez Bankası enflasyonu düşürmeye odaklanmalı, gıda enflasyonundaki katılığı kırmak için TMO ile iş birliğine giderek; kuraklığa rağmen destek alımlarının sistematik ve doğru bir şekilde uygulanmamasına, mazot başta olma üzere enerji fiyatlarında dizginlenemeyen artışlarının çiftçiler lehine rehabilite edilmesine ve TMO’nun ithalata yönelmesinin durdurulmasına çalışmalı ve ikna etmelidir.
Merkez Bankası, yapısal dönüşümler ve makro ihtiyatı tedbirler üretilmesi için Tarım Bakanlığı başta olmak üzere ilgili tüm kamu kurumlarıyla TCMB’nin bir an önce iletişime geçmesi gerekir: Gübre ve tohum yönünden ithalata bağımlı bir hale gelinmesi, ithal fiyatlarındaki artışın yönetiminde fiili imkânsızlık halinin yönetilebilir hale getirilmesi ve giderilmesi amaçlarıyla, yapısal dönüşümler ve makro ihtiyatı tedbirler üretilmesi için Tarım Bakanlığı başta olmak üzere ilgili tüm kamu kurumlarıyla TCMB’nin bir an önce iletişime geçmesi gerekir. Üretici açısından artan gıda fiyatları üretim maliyetlerindeki artışın gerisinde kalmaktadır. Dolayısıyla, hammadde temininden tüketiciye uzanan tedarik-üretim-stoklama-taşıma-market zincirindeki tıkanmaların giderilmesi için hükümet düzeyinde girişimler yapılmalıdır.
Türkiye, tarım ve hayvancılık sektörlerinde uzun süredir devam eden stratejik bir zafiyet tünelinin içerisine girmeye devam etmektedir: Türkiye’de çiftçilik işi cazibesini yitirmekte, tarımsal ve hayvansal üretim terkedilmekte ve sektör zayıflıyor.
Gıda fiyatlarındaki artışları, fahiş kazanç peşinde koşanların marifeti olarak nitelemek anlamsız bir çabadır: Gıda fiyatlarındaki artış “fahiş kazanç” peşinde koşanların, “kara borsacıların”, “fırsatçıların” marifeti olacak kadar basit bir olgu olmadığı için, gıda üretimi ve dağıtımında maliyetlerin artmasının temel gerekçesi olan “yönetimsizlik” sorunu bir kenara bırakılarak, sorumluluğun esnafa yüklenilmesi, polisiye tedbirler, işyeri baskınları, etiket kontrolleri anlamsız ve beyhude çabalardır.
Orhan Ökmen
Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı
okmen@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.