Hayatta kalmak mı istiyorsunuz, yoksa…?
–İktisadi zihniyet, ikili bir yapıya kavuştu. Artık bir tarafta borç-alacak ilişkilerine geleneksel perspektiften yaklaşanlar ve onu bir kötülük olarak yargılayanlar var iken; diğer tarafta da yeni bir perspektifi benimseyenler vardır. Söz konusu yeni öznellikleri geleneksel perspektiften bakarak değerlendirmeye alanlar, buradaki motifleri ve karar süreçlerini kavramaktan uzak kalıyorlar.
–Ne istediğimize karar vermemiz gerekiyor: Akıntıya karşı kürek çeken ve bu davranışını bir kahramanlık olarak estetize eden bir konumda mı olmak istiyoruz? Veya ortaya çıkan yeni rasyonaliteyi benimseyerek daha “iyi” bir noktaya doğru bir “ilerleme” içerisinde mi olmak istiyoruz? Başka bir biçimde soralım: Var oluşunuzu sürdürmek ve hayatta kalmak mı istiyorsunuz, yoksa daha iyi bir yaşama mı ulaşmaya çalışıyorsunuz?
Geleneksel kültürde tasarruf, eldeki iktisadi nitelik taşıyan ve diğer kaynakları yerinde kullanmaktır. Başka bir ifadeyle israf, kaçınılması gereken bir eylem veya kötülüktür. Çok basit bir örnek vermek gerekirse, musluğu açık bırakıp suyu boş yere akıtmak israftır. Her ebeveynin çocuklarına en az bir kere bu tarz bir tavsiyede bulunduğu söylenebilir. Esasen bu yaklaşım iktisat dışı alanlarda da benimsenir. Örneğin zamanını boş geçirmemek veya amaçsızca konuşmamak bile bu kapsamda değerlendirilir. Buna göre boşboğaz veya avare bir karakter, elindeki en kıymetli varlıklarını, aklını ve zamanını israf ediyordur. Söz konusu rasyonalite piyasanın otonomi kazanması ve sonrasında kapitalizmin yükselişi ile birlikte yeni bir rasyonalite ile konumunu paylaşmaya başladı. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, iktisadi zihniyetin kapsamına ikinci bir rasyonalite veya perspektif dahil oldu.
TASARRUF-YATIRIM İLİŞKİLERİNİN MODERN BİÇİMİ…
Bu yeni dünya görüşünde tasarruf, eldeki iktisadi gücün bilinçli bir biçimde gelecekte kullanılmasına yönelik bir tercih olarak öne çıkıyordu. Zaten harcanacak bir tutar, harcanmak yerine zaman ikamesi aracılığıyla elde tutulacak ve tabii sadece elde tutmak verimsiz olacağı için de onu kullanmaya talip bir başkasına devredilecekti. Böylece tasarruf-yatırım ilişkilerinin modern biçimi ortaya çıkıyordu. Tasarruf eden bu kararından dolayı içinde bulunduğu dönemde elde edebileceği faydadan vazgeçmiş oluyordu. Bu vazgeçişi telafi eden bir getiri elde etmesi ise, onun bu eylemi için kazanacağı bir ödül niteliğindeydi.
Bugün harcanmayan satın alma gücü ise, başka birinin elinde bir yatırıma dönüşüyordu. Burada karşımıza çıkan aktörler olarak tasarruf eden ile yatırım yapanın geleneksel kültürde pek de tanınmayan aktörler olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır. Burada bahsedilen dönüşümün, 25 asır önce, Aristoteles’in çağında dahi görüldüğü, onun para, borç ve faize dair eleştirilerinden anlaşılıyor.
BORCUN/FAİZİN KÖTÜLÜKLERİ…
Dolayısıyla şunu iddia edebiliriz: Piyasanın dominant bir iktisadi sistem haline gelişi ve asırlar sonra kapitalizmin (önce ticari, sonra endüstriyel kapitalizmin) ortaya çıkışı, daha önce var olmayan veya tanınmayan yeni iktisadi aktörleri inşa etmesi söz konusu oldu. Bunu Foucaultcu anlamda öznellikler üretilmesi olarak değerlendirebiliriz. Bu çerçevede giderek daha fazla birey söz konusu tasarrufçu ve yatırımcı öznelliklerini benimsediler. Bu öznelliklerin ortaya çıkışı, söz konusu bireyler için hem bir imkân hem de bir tabi olma durumu olarak değerlendirilebilir. Yine Michel Foucault’nun kullandığı kavram yardımıyla ifade edecek olursak ortaya çıkan bir “assujettissement” (özneleşme ve özneleştirme) sürecidir. Burada ilginç bir dilemma çıkar karşımıza. İktisadi zihniyetin ikili bir yapıya kavuştuğunu vurguladığımız hatırlanırsa şunu söyleyebiliriz: Artık bir tarafta borç-alacak ilişkilerine geleneksel perspektiften yaklaşanlar ve onu bir kötülük olarak yargılayanlar var iken; diğer tarafta da yeni bir perspektifi benimseyenler vardır. Söz konusu yeni öznellikleri geleneksel perspektiften bakarak değerlendirmeye alanlar, buradaki motifleri ve karar süreçlerini kavramaktan uzak kalıyorlar. Tabii ki tersi de iddia edilebilir: Yeni (isterseniz piyasacı veya kapitalist diyebilirsiniz) perspektiften geleneksel tavırları değerlendirenler de orada benimsenen davranışların parametrelerini anlamaktan uzaktırlar. Aslında konu yukarıda basitleştirdiğimizden daha karmaşıktır. Neredeyse herkesin iktisadi zihniyetinde eklektik bir biçimde her iki perspektif birden kullanılabiliyor. Dolayısıyla bazen borcun/faizin kötülüklerine işaret edersiniz, bazen de yatırımları artırmak için kredi mekanizmasını daha fazla kullanmak gerektiğini iddia edersiniz.
ELDEKİ GÜÇ VE ZAMAN, BİR HİÇ UĞRUNA PARCANIYOR
Şimdilik bu çıkmazdan uzak duralım. O halde konuyu biraz daha güncel bir düzleme taşımak gerekiyor. Bu doğrultuda şunları söyleyebiliriz: Halihazırda ülkemizde de her iki perspektif bir arada var oluyor. Üstelik toplumun ve siyaset dünyasının aktörlerinin zihniyetinde geleneksel perspektifin oldukça güçlü olduğu görülüyor. Fakat iktisadi ilişkilerin modernleşmesi bağlamında artık sadece bu zihniyet aracılığıyla sorunları çözmek olası görünmüyor. Yukarıda bahsi geçen yeni öznelliklerin davranış parametreleri üzerinde asırlardır düşünmeye çalışan iktisat biliminin kavramsallaştırmalarına ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bunları geleneksel yaklaşımın dayanışmacı karakteri haiz, varlığını korumak için güç elde etmeyi ve korumayı öne çıkaran perspektifi ile ikame etmeye çalışmak Sisyphos’un kaderinin anlatıldığı mitte karşımıza çıkana benzer bir durumdur. Her seferinde kayayı dağın tepesine kadar çıkarmak ve ertesi gün tekrar aynı mücadele içinde olmak. Modern perspektiften bu boş yere çabalamaktır. Eldeki gücün ve zamanın bir hiç uğruna harcanmasıdır. Tabii ki Albert Camus’nün yorumunu da unutmayalım: Burada karşımıza çıkan çaba esasen anlamsız görünse de; tekrar tekrar mücadele etmek, anlamsızlık içinde bir anlam yaratmaktır. İnsan olmak biraz da budur aslında: Somut olana soyutu eklemek ve soyut olanı somutlamaya çalışmak.
HAYATTA KALMAK MI, DAHA İYİ BİR YAŞAMA ULAŞMAYA ÇALIŞMAK MI?
Dolayısıyla ne istediğimize karar vermemiz gerekiyor: Tarihin akışı içerisinde ortaya çıkan farklı zihniyetler arasında bir öncelik tercihinde bulunmalıyız. Akıntıya karşı kürek çeken ve bu davranışını bir kahramanlık olarak estetize eden bir konumda mı olmak istiyoruz? Veya ortaya çıkan yeni rasyonaliteyi benimseyerek daha “iyi” bir noktaya doğru bir “ilerleme” içerisinde mi olmak istiyoruz? Başka bir biçimde soralım: Var oluşunuzu sürdürmek ve hayatta kalmak mı istiyorsunuz, yoksa daha iyi bir yaşama mı ulaşmaya çalışıyorsunuz? Bu sorulara vereceğiniz yanıta göre nasıl ve neden tasarruf edeceğiniz de değişecektir.
Doç. Dr. Ertuğrul Kızılkaya
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
kizilkaya@turcomoney.com