– İktisat, üretim, tüketim ve mübadele ilişkilerini tartışmış, bunlara dair soyut modeller kurmaya odaklanmıştır. Politik bağlamda ele alınan en önemli iktisadi tartışma olarak bölüşüm sorunu ise, bir türev soruna indirgenerek gözlerden nispeten uzak kalan bir konuma itilmiştir. Yine iktisadın pozitif iktisat olma sürecinde, politik tartışmadan uzaklaştırılmasında görüldüğü gibi, etik tartışmadan da arındırıldığına şahit oluruz.
– Nasıl olur da iktisat, insana dair en önemli tartışmalardan biri olan etik bağlamı bir kenara itmiş ve insanın rasyonalitesini yüceltmiştir? Kant, aklın bir fakültesi olarak pratik akıl aracılığıyla bizatihi insan tarafından ve yine insan için özgün bir etik ortaya konulabileceğini öne sürmüştür. Nasıl olur da iktisat, etik tartışmalardan uzaklaştırılmış ve iktisadi insanın rasyonalitesi daha ziyade bir araçsal rasyonalite olarak tanımlanmıştır?
Yerleşik iktisadın konusu insan ile madde ilişkileridir. Bir zamanlar politik bir bağlamda ele alınan iktisadi sorunsallaştırmalar, bu yaklaşım aracılığıyla yeni bir yörüngeye oturtulmuştur İktisatçılar bu çerçevede, kıtlık olgusuyla hesaplaşmaya çalışmışlar, iktisadi zenginliğin nasıl elde edilebileceğine odaklanmışlardır. Dolayısıyla iktisat, üretim, tüketim ve mübadele ilişkilerini tartışmış, bunlara dair soyut modeller kurmaya odaklanmıştır. Politik bağlamda ele alınan en önemli iktisadi tartışma olarak bölüşüm sorunu ise, bir türev soruna indirgenerek gözlerden nispeten uzak kalan bir konuma itilmiştir. Yine iktisadın pozitif iktisat olma sürecinde, politik tartışmadan uzaklaştırılmasında görüldüğü gibi, etik tartışmadan da arındırıldığına şahit oluruz. Özellikle 19. yüzyılda iktisat, dönemin iktisatçılarının elinde toplumsal-tarihsel bağlamlardan koparılmıştır. Bir iktisadi insan tipolojisi kurmaya çalışan iktisat, bu insanın, Latince adıyla homo economicus’un kavramsallaştırılmasında etik perspektifi terk etmiş ve tamamen rasyonellik postülasına dayalı bir eksene konumlanmıştır.
KANT, İNSANLIĞA ASLA ARAÇ OLARAK DEĞİL, KENDİNDE AMAÇ OLARAK DAVRANMAYI ÖĞÜTLER
Burada akla çok çarpıcı bir soru gelmektedir: Nasıl olur da iktisat, tarih boyunca insana dair en önemli tartışmalardan biri olan etik bağlamı bir kenara itmiş ve onun yerine insanın rasyonalitesini yüceltmiştir? Eğer Kant’ın düşüncesinden yararlanacak olursak, bu durum oldukça gariptir. Çünkü Kant, aklın bir fakültesi olarak pratik akıl aracılığıyla bizatihi insan tarafından ve yine insan için özgün bir etik ortaya konulabileceğini öne sürmüştür. Bir taraftan, meşhur kategorik buyruk biçiminde ortaya konulan deontolojik yaklaşımda ifadesini bulur akıl: “Öyle eylemde bulun ki senin eyleminin maksimi tüm insanlar için genel geçer bir yasa olsun.” Diğer taraftan da Kant, insanın asla bir araç olarak görülemeyeceğini söyler bizlere: “Öyleyse insanlığa, ister kendi kişiliğinizde, ister başka birinin kişiliğinde olsun, her zaman aynı zamanda bir amaç olarak davranın, asla yalnızca bir araç olarak değil.” Başka bir deyişle, Kant insanlığa asla araç olarak değil, her zaman kendinde amaç olarak davranmayı öğütler.
DESCARTES, MODERN FELSEFENİN KURUCUSU OLARAK GÖRÜLÜR
O halde şu soruyu sorabiliriz: Nasıl olur da iktisat etik tartışmalardan uzaklaştırılmış ve iktisadi insanın rasyonalitesi daha ziyade bir araçsal rasyonalite olarak tanımlanmıştır? Naçizane kanaatim, bu dönüşümün köklerinin Kant’tan daha önceye Descartes’a kadar uzandığıdır. Bilindiği üzere, Kant 18. yüzyılın düşünürü iken, Descartes 17. yüzyılda yaşamıştır. Tabii ki esas önemli olan nokta, Descartes’ın modern felsefenin kurucusu olarak görülmesidir. Antik Çağ’dan itibaren ele alınan iktisadi tartışmanın söz konusu kırılma noktasından sonra yepyeni bir yörüngeye otur(tul)ması -bu perspektiften değerlendirildiğinde- şaşırtıcı olmayacaktır.
İLİM, MALUMA TABİ
Descartes öncesinde, geleneksel felsefede esas olan Varlık’tır. Parmenides’in tabiriyle Hen (Bir). Bu açıdan bakıldığında, geleneksel felsefe ontoloji veya Varlık bilgisiydi. Bu paradigmada, ancak Varlık bilinebilirdi, o da Varlık’ın mümkün kıldığı ölçüde. Diğer bir deyişle, ilim maluma tabi idi. Düşünme faaliyeti de Varlık odaklıydı. Örneğin, Antik Yunan’dan itibaren bilinen theoria faaliyeti bu perspektiften yaklaşıldığında temaşa idi veya bir seyretme faaliyetiydi. Yani düşünen insan, Latincesiyle animal rationale, Varlık’ı ancak seyredebilirdi. Dolayısıyla, tikel aklın sahibi insan, Varlık’a tabi olmak suretiyle, sadece kendisini değiştirebilirdi. Olası değişim faaliyetinin en önemli alanı ise etik olarak karşımıza çıkıyordu. Geleneksel insan Varlık’a uyum sağlamanın, ona tabi olmanın koşullarında öncelikle hayatta kalmaya ve sonrasında da erdemlere ulaşmaya çalışacaktı. Varlık ve onun insanın yaşadığı düzlemdeki yansımaları olan varolanlara yönelmek, onları değiştirmek söz konusu değildi.
KARŞIMIZDA HER ŞEYE HÜKMETMEYE ÇALIŞAN VE ONLARI DEĞİŞTİREN BİR İNSAN VAR
Kartezyen devrim ile bu paradigma ters yüz edildi. Descartes’ın varlığından kuşku duymadığı res cogitans veya düşünen şey artık merkeze taşınacaktı. Hangi merkeze? Her şeyin merkezine. Yaşamın, davranışların, hayatın merkezine. Artık ilim maluma tabi değildi, malum ilme tabi idi. Düşünen şey olarak var olan insan, konumunun dışında yer alan her şeyi veya res extensa olarak adlandırılan şeyleri düşüncesinin konuları olarak kabul edecekti. Bu tavır sadece bilmek faaliyeti değildi artık, çünkü geleneksel insan da bilgi ediniyordu veya topluyordu. Ancak modern insanın theoria faaliyeti artık bir seyretme davranışıyla sınırlı kalmayacaktı. Modern insan bir yandan her şeyi bilmeye çalışırken, diğer yandan da her şeyi kendisine tabi kılmaya çalışacaktı. Dolayısıyla da her şeye hükmetmeye çalışan ve onları değiştiren bir insan vardı karşımızda.
GELENEKSEL İNSAN İÇİN DÜŞÜNÜLEMEZ OLAN GERÇEK OLDU
Ethos peşindeki insan madde ile uyumlu olmaya çabalıyordu. Doğaya uyum sağlayabilmek için onu bilmeye çalışmak önemliydi tabii ki. Rüzgârı, yağmuru, ormanı, doğayı veya maddeyi bilmek ve tabii ki bunların meydana getirdiği sonuçları da bilmek önemliydi. Ancak, modern insan ilişkinin yönünü ters yüz ederek, sadece maddeyi bilmeye değil, ona sahip olmaya ve değiştirmeye yöneldi. Başka bir ifadeyle insan maddeye dokundu. Geleneksel insan için düşünülemez olan gerçek oldu. Bugün bunun hem olumlu hem de olumsuz sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Tüm bu olanlardan iktisadın etkilenmemesi de beklenemezdi. İktisadın kapsamı söz konusu değişime ayak uydurdu ve insan-madde ilişkilerinin sadece araçsal akıl bağlamında ele alınmasına odaklanıldı. İşte günümüzün aşırı derecede formelleştirilmiş iktisadının kaderi bu sürüklenişte biçimlendi.
Doç. Dr. Ertuğrul Kızılkaya
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
kizilkaya@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.