– İnsanda var olan doğal ışık üzerindeki dogmatik örtü kalkıyor ve insan nasıl davranması gerektiğine dair bir pusula olarak aklına başvurabiliyor. Ödev ahlakı ve pratik akıl bu kapsamda oluşuyor, bizatihi insan için. İnsanın düşünme yeteneği/aklı ve yine insanın yaptıkları/davranışları. Bunların birbirinden ayrıştırılarak sorgulanması ise davranışların o doğal aklın ışığında yargıya tabi tutulması olduğu görülüyor.
–Özgür insan veya özerk birey ortaya çıkmış iken, bunun bir dağılma değil de yeni bir birliktelik olması için akıl kritik bir rol üstlendi. İktisat biliminin kurucusu olarak kabul edilen Adam Smith, 1759 tarihli “Ahlaki Duygular Kuramı” eserinde bir taraftan insanın bencilliğini tespit ederken, diğer taraftan da insan doğasında, onu diğerlerinin durumuyla alakadar eden bazı belirgin esaslardan bahsederek insanın ahlaki duygulara sahip olduğunu iddia ediyor.
René Descartes tarafından kaleme alınan ve ancak 20nci yüzyılın başında keşfedilen La Recherche de la Vérité par la Lumière Naturelle adlı eserde doğal bir ışıktan bahsedilir. Bu yazının Latince versiyonlarında “lumen naturale” olarak geçen bu kavram esasen aklın ışığı olarak da düşünülebilir. Bilmeye yönelik doğal yeteneğimiz veya Tanrı’nın insanın yaradılışına dahil ettiği bir yeti olarak da ele alınmıştır: İnsana yol gösteren, onun bizatihi doğasında yer alan bir ışık veya fıtri bir nur. Tabii bu noktada teoloji ister istemez sesini daha gür bir biçimde yükseltmekte ve “lumen naturale”nin tamamen Tanrı’nın eseri olduğu düşüncesi veya bu ışığın yetmediği yerde yol gösterici olanın lumen fidei (inancın ışığı) olduğu vurgulanıyor.
YAŞADIĞIMIZ DÜNYA ASLINDA KANAATLER VEYA YANILSAMALAR DÜNYASIDIR
Işıktan bahsedildiğinde ister istemez aklımıza aydınlık/karanlık dikotomisi geliyor. Bu bağlamda “lumen natural”e insanın içinde bulunduğu karanlıktan aydınlığa çıkabilmesini sağlayan bir araç olarak düşünülebilir. Hemen akla gelen bir bağlantı Platon ve onun mağara alegorisidir. Doxa içerisinde sıkışıp kalmış olan insan hakikati arayarak, diğer deyişle hikmet sevgisiyle (philosophia) yola çıkmalıdır. İnsan bu yolculukta mağaranın karanlığından güneşin aydınlığına (nihai bilgiye, hakikate) ulaşabilecektir. Burada da bilgi ve bizi ona yönelten akıl önemli değişkenlerdir. Doxa yani yaşadığımız dünya aslında kanaatler veya yanılsamalar dünyasıdır. Varlığın veya hakikatin bilgisi ise farklı bir düzlemde, idealar (eidos) düzlemindedir.
DÜNYEVİLEŞME SÜRECİNDE ORTAYA ÇIKAN KAOTİK YAPI
Bir diğer bağlantı ise Immanuel Kant ile kurulabilir. Kant’ın genelde eserlerinde, özelde ise Aydınlanma Nedir? başlıklı yazısında, insanın aydınlanmasını aklın kullanımını engelleyen unsurlardan kurtulması olarak anladığı söylenebilir. Farklı bir biçimde söylemek gerekirse, insanda var olan doğal ışık üzerindeki dogmatik örtü kalkıyor ve insan nasıl davranması gerektiğine dair bir pusula olarak aklına başvurabiliyor. Ödev ahlakı ve pratik akıl bu kapsamda oluşuyor, bizatihi insan için. Burada ilginç bir dikotomi oluştuğu düşünülebilir. İnsanın düşünme yeteneği/aklı ve yine insanın yaptıkları/davranışları. Bunların birbirinden ayrıştırılarak sorgulanması ise davranışların o doğal aklın ışığında yargıya tabi tutulması olduğu görülüyor. Dünyevileşme sürecinde ortaya çıkan kaotik yapı veya nihilizm bu yolla çözülüyor. Modern öncesi dünyada her şeyi bir arada tutan güç/inanç kaybolmaya yüz tutunca, iş başa düştü ve modern insan kendisini ve ötekini nasıl bir arada tutabileceğini keşfetmek durumunda kaldı.
“İNSAN NASIL OLUYOR DA KENDİ ÇIKARLARINI FEDA EDEBİLİYOR?”
Özgür insan veya özerk birey ortaya çıkmış iken, bunun bir dağılma değil de yeni bir birliktelik olması için akıl kritik bir rol üstlendi. Bu noktada, esasen bir filozof olarak değerlendirilebilecek olan Adam Smith’e, iktisat biliminin kurucusu olarak kabul edilen büyük düşünüre bakmak yerinde olacaktır. Nitekim Smith’in 1759 tarihli “Ahlaki Duygular Kuramı” eserinde yukarıdaki satırlarda işaret edilen sorunsalı açıklayabilecek fikirlerine rastlanıyor. Smith, bir taraftan insanın bencilliğini tespit ederken, diğer taraftan da insan doğasında, onu diğerlerinin durumuyla alakadar eden bazı belirgin esaslardan bahsederek insanın ahlaki duygulara sahip olduğunu iddia ediyor. Sadece çıkar peşinde koşan bir insandan değil, birlikte yaşadıklarının durumlarıyla da ilgilenen bir insan kavramsallaştırmasına yönelir Smith:
“Başkalarının dertlerini değil de kendi dertlerimizi bu kadar çok önemserken cömert bir insan her durumda, kötü bir insan ise çoğu durumda başkalarının çıkarlarına nasıl oluyor da kendi çıkarlarını feda edebiliyor? İnsanın öz sevgisinden kaynaklanan dürtülerine bu şekilde karşı koyması insanlığın yumuşak gücünden, Doğanın insan yüreğinde yaktığı o silik iyilik kıvılcımından kaynaklanmıyor. İnsan daha kuvvetli bir güçten ya da daha kuvvetli bir amaçtan dolayı söz konusu dürtüye karşı koyabiliyor. Öz sevgiden kaynaklanan dürtüye akıl, ilke, vicdan ve yüreğimizde taşıdığımız ve davranışlarımızı denetleyen o büyük yargıç sebebiyle karşı koyarız. Başkalarının saadetini etkileyecek bir biçimde davrandığımızda bu yargıç bize seslenir ve en küstah tutkularımızı afallatıp bize çoğunluğun içinde bir zerre olduğumuzu, kimseden daha üstün olmadığımızı, başka insanlara karşı kör gibi davranıp utanmadan kendimizi üstün tuttuğumuzda öfkenin, nefretin ve tiksintinin nesnesi olacağımızı bize hatırlatır.” (Smith, Adam. 2018. Ahlaki Duygular Kuramı, Çev. Derman Kızılay, Pinhan Yay., İstanbul, sf. 200-201)
İÇİMİZDEKİ BÜYÜK YARGIÇ
Smith’in yüreğimizde yer alan silik kıvılcım dediği, esasen duygularımız aracılığıyla harekete geçen bir vicdan olabilir ki, bu tip bir vicdanın onun akıl ile yani içimizdeki büyük yargıç ile ilişkilendirdiği vicdan yanında pek de değeri yoktur. Bu silik kıvılcım veya duygulara dayalı vicdan gelip geçici bir etkilenmeden fazlasına neden olmayacaktır. Diğer taraftan, içimizdeki büyük yargıç olan akıl, diğer deyişle akla dayanan vicdan, insanı davranışlarıyla, ötekiyle, toplumla ve hakikatle karşı karşıya bırakır. İnsan davranışlarından hesap soran, ondan tutarlılık bekleyen, kendisinin farkında olmasını bekleyen, Smith’in ifadesiyle tarafsız bir gözlemcinin yargısına tabi oluyor. Özgürlüğü ancak bu tarz bir sınırlama içinde anlamlı ve işler hale getirebilir insan. Diğer türlüsü vahşettir, kapitalizm bağlamında da vahşi kapitalizmdir. Sadece çıkarlarının hakemliğinde yaşayan insan içindeki “lumen naturale”yi örter ve kendisini vicdansız bir karanlığa mahkûm eder. Ancak, sürüklenen tarihsel bireyin içine düştüğü bu acınası duruma yine tür olarak insan karşı koyacak ve aklının, vicdanının rehberliğinde çıkış yolunu inşa edecektir.
Tarih, bunun örnekleriyle doludur ve yenileri de mutlaka eklenecektir.
Doç. Dr. Ertuğrul Kızılkaya
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
kizilkaya@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.