– Hegel, insanı Descartes gibi düşünen şey olarak değil, kendi özünü gerçekleştirirken yarattığı kültür dünyasını oluşturan temel varlık ilkesi olarak akıl (tin) sahibi varlık olarak görür. Basitçe insan, Descartes’ın kabul ettiği gibi düşünürken var olan bir canlı değil, kendisi için ikinci bir doğa olarak kabul edilebilecek olan kültür (medeniyet de denilebilir) eserlerini yaratan bir canlıdır. Diğer deyişle insan var olanı bilmeye çalışan veya onu düşünen değil, daha önce var olmayanı meydana getiren bir canlıdır.
– Modern dünyanın tartışmasında, insan yaşamının bir döngüsellik içerisinde olduğu fikri terk edilerek lineer bir ilerleme anlayışı kabul edilmiştir. Burada Hegel’in kullandığı bir kavram olarak plastisite çıkar karşımıza. İnsan plastik bir canlıdır. Ne demektir bu? İnsan hem biçimlendiren hem de biçimlenen bir canlıdır. Mevcut durumdaki imkanlara uyumlanır ama diğer taraftan da bu imkanları biçimlendirir, yani özgürlük niteliği kapsamında yeni eserler yaratarak ilerler.
Daha önce iktisat tartışmasının kapsamına değinmiş ve bunun modern çağda insan ile madde ilişkileri olarak sorunsallaştırıldığını ifade etmiştim. Bu durum şu biçimde açılabilir: İnsanın madde karşısında aldığı tavırların veya maddenin insanın karşısına çıkardığı sınırlılıklar bağlamındaki karar ve davranışların incelenmesi. Bu kapsamda da insana dair bir tipolojinin varsayılması, diğer deyişle bir hümanizm inşa edilmesi veya antropolojik bir yaklaşım sergilenmesi gerçekleştirilir. Söz konusu kabulün ilkesi olarak da rasyonalite ön plana çıkarılır. İşte kısaca homo economicus tipolojisi budur denilebilir. Yazının devamında, rasyonalite özelliğinin Kant’tan hareketle bir etik üretebilmesi söz konusu iken, etik tartışmasının iktisadın ana gövdesinde yer almamasına işaret etmiş ve bunun nedeninin Kartezyen aksiyom olabileceğini yazmıştım: Res cogitans olarak insanın res extensa’yı yani her şeyi düşüncesinin konusu veya hedefi haline getirmesi. Aklın burada giderek bir araç olarak görülmesi ve dolayısıyla konuların da araçsallaştırılması sürecidir söz konusu olan. Ancak, bir noktayı aydınlatmak gerekiyor. İnsan her şeye uyumlu olmanın yolunu bilmeye çalışırken, nasıl oldu da her şeyi kontrol etmeye çalışmaya yöneldi? Esasen bu sorunun cevabı kanımca Hegel’de bulunabilir.
İNSAN, VAR OLANI BİLMEYE ÇALIŞAN VE ONU DÜŞÜNEN DEĞİL, DAHA ÖNCE VAR OLMAYANI MEYDANA GETİREN BİR CANLIDIR
Hegel, insanı Descartes gibi düşünen şey olarak değil, kendi özünü gerçekleştirirken yarattığı kültür dünyasını oluşturan temel varlık ilkesi olarak akıl (tin) sahibi varlık olarak görür. Basitçe insan, Descartes’ın kabul ettiği gibi düşünürken var olan bir canlı değil, kendisi için ikinci bir doğa olarak kabul edilebilecek olan kültür (medeniyet de denilebilir) eserlerini yaratan bir canlıdır. Diğer deyişle insan var olanı bilmeye çalışan veya onu düşünen değil, daha önce var olmayanı meydana getiren bir canlıdır. Hegel bu açımlamada tin, özgürlük, idea, özbilinç ve birçok başka kavramı kullanır. Ama özünde söylediği, insanın doğal halinden mevcut haline ve ötesine doğru ilerleyen bir canlı olmasıdır.
İNSAN SINIRLAMALAR KARŞISINDA İMKANLARI HAREKETE GEÇİRİR
İnsanın eserleri arasında dil, mimari, ahlak, gelenekler, kurallar, yasalar, kurumlar ve birçok diğer şey bulunur. O halde insanı, bugüne kadar ortaya çıkarttığı eserleri gelecekte de yapabilir olarak kabul etmeliyiz. Bu durumda da insanın bir olanaklar canlısı olduğu söylenebilir. Bu olanakların kullanılması ve yeni eserlerin (insan yaşamındaki yeni izler de diyebilirsiniz) meydana getirilebilmesine ise özgürlük deniliyor. O halde insan olanaklarını kullanırken yeniliklere doğru ilerleyen özgür bir canlıdır. Diğer taraftan, her eser insan için hem bir olanak iken aynı zamanda bir de sınırlamadır. İnsan esasen bu gerilim hattında var olur. İmkanları kullanırken sınırlanır, ama diğer perspektiften yaklaşırsak şöyle de diyebiliriz: İnsan sınırlamalar karşısında imkanları harekete geçirir. Hegel buna Aufhebung diyor: Kapsayarak aşma. Önceki imkanın sınırlarını zorlayarak aşar ve yeni bir imkan ile onun sınırlamalarına ulaşırsınız. Ve bu süreç bu diyalektik aracılığıyla sürüp gidecektir: Kısacası ilerleme.
İNSAN PLASTİK BİR CANLIDIR
O halde modern dünyanın tartışmasında, insan yaşamının bir döngüsellik içerisinde olduğu fikri terk edilerek lineer bir ilerleme anlayışı kabul edilmiştir. Burada Hegel’in kullandığı bir kavram olarak plastisite çıkar karşımıza. İnsan plastik bir canlıdır. Ne demektir bu? İnsan hem biçimlendiren hem de biçimlenen bir canlıdır. Mevcut durumdaki imkanlara uyumlanır ama diğer taraftan da bu imkanları biçimlendirir, yani özgürlük niteliği kapsamında yeni eserler yaratarak ilerler.
Hegel bu diyalektik sürecin veya ilerlemenin kapsamında moment denilen anlar veya durumlar ortaya çıktığını söylüyor. Kanımca iktisat dediğimiz araştırma alanı da bu momentlerden biridir. Başka bir biçimde söylemek gerekirse, daha önce başka bir biçimde var olan ve bizim dönüştürerek mevcut haline getirdiğimiz bir olgudur iktisat. Bu disiplin bir taraftan bize imkanlar sunar. Örneğin kıtlık olgusuyla yüzleşmemizi ve onunla mücadele kapsamında kullanacağımız verimlilik yöntemini gözler önüne serer iktisadi yaklaşım. Ancak bu momentin sınırlamaları da vardır: Örneğin eşitsizlik sorununa dair arayışlarımızı sınırlar.
Son bir husus olarak ilerlemenin peşine düş(e)meyenlere değinelim. İnsanın varoluşsal özelliği olarak Tin canlıdır; ötekiliğin kendiliğin içine alınma aracılığıyla bilindiği özgür ve sonsuz eylemdir. Bu süreçte, kendini dışsallaştırma (Entausserung) ve dışsal olanı kendine katma (Erinnerung) gerçekleşir. Plastik canlı olarak insanın özgürlüğü bu çifte harekette ortaya çıkıyor. Kendini dışsallaştıran insan eserler meydana getirir. Diğer taraftan da insan dışında olanı bilir, onun gerçekliğinin farkına varır ve onunla uyumlanır. Ancak, bu dönüştürücü-inşa edici süreç herkes için geçerli olmayabilir. Bu bağlamda Hegel, Varlık’a ulaşma yolunda fantezilere kapılanlardan ve Varlık ile bir olma coşkusunu zamanla kaybederek mevcut dinginliklerine gömülenlerden bahsediyor. Bunlar bir zamanlar tarihin ilerlemesine katkıda bulunmuş olsalar dahi, artık elde ettiklerinin tadına vararak yaşıyor ve içinde hiçbir canlılık taşımayan alışkanlıklarına teslim olarak doğal ölümlerini sürdürüyorlar.
Akıldan (insan söz konusu olduğunda Tin’den) uzaklaşmak, kendini olduğu halin ötesine ulaştırmak için çabalamak yerine değişmeden kalmak Hegel için yaşarken ölmektir.
Doç. Dr. Ertuğrul Kızılkaya
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi
kizilkaya@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.