Son Haberler

Kimin şanslı olduğunu zaman gösterecek…

Türkiye’nin yüzünün batıya, demokrasiye dönük olduğu ve hukuk sisteminin Avrupa Birliği standartlarına uygun olduğunun taahhüt edildiği yıllarda ülkemize adeta sermaye yağdı. Mahfi Eğilmez’in 18 Haziran 2015 tarihli yazısına göre; 1950-2002 dönemindeki 52 yılda ülkemize gelen yabancı sermaye 15,1 milyar dolar iken, 2003-2014 arası 11 yıllık dönemde 148,2 milyar dolar yabancı sermaye girişi oldu. Yani 13 yılda, 52 yılda gelenin 10 katı yabancı sermaye girişi oldu.

Son 10 yıllık dönemde, ülkemizde Avrupa Birliği normlarından uzaklaşıldı. Özgürlük, demokrasi, adalet, güven, kurumların bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı gibi konularda sınıfta kalındı. Bu nedenlerle, toplumun yöneticilere güveni kayboldu. Bunlara paralel olarak ekonomide negatif yönlü gelişmeler yaşandı. Türk lirası yabancı paralar karşısında değer yitirdi, enflasyon yüzde 100’leri gördü, işsizlik yükseldi, dış borçlar arttı, bütçede önemli açıklar oluştu, gelir dağılımı bozuldu.

Küresel kapitalist sistemde sermaye hareketleri bileşik kaplar prensibiyle çalışıyor. Yani sermaye, dünyanın her yerine kolaylıkla hareket edebilir. İki tür sermaye hareketi vardır: Kısa süreli finansal sermaye ve uzun vadeli yatırım sermayesi.

Kısa süreli finansal sermaye, portföy yatırımı şeklinde gelir ve güvenli bir ortamda yüksek getiriyi hedefler. Uzun vadeli yatırım sermayesi ise, bir ülkeye duyulan güvene bağlıdır ve aynı şekilde yüksek getiriyi hedefler. Bu güvenin temelinde adalet ve hukuk sisteminin hukuk kurallarına bağlı, objektif ve bağımsız olması yatıyor. Bu bağlamda, dünyamızda sermayenin dolaşımı tamamen serbestken iş gücünün dolaşımı ise sınırlı ölçüde serbesttir. Devlet ve hukuk güvenliğinin üst düzey olduğu ekonomilerde, işgücü ve diğer kaynak maliyetleri de makul düzeyde ise o ülkeye hızlı bir şekilde sermaye gelir. Aksi durumda, yani getirisi yüksek bile olsa bir ülke yüksek risk taşıyorsa o ülkeye sermaye gelmez.

11 YILDA TÜRKİYE’YE 148 MİLYAR DOLAR YABANCI SERMAYE GİRİŞİ OLDU

Türkiye’nin yüzünün batıya, demokrasiye dönük olduğu ve hukuk sisteminin Avrupa Birliği standartlarına uygun olduğunun taahhüt edildiği yıllarda ülkemize adeta sermaye yağdı. Mahfi Eğilmez’in 18 Haziran 2015 tarihli yazısına göre; 1950-2002 dönemindeki 52 yılda ülkemize gelen yabancı sermaye 15,1 milyar dolar iken, 2003-2014 arası 11 yıllık dönemde 148,2 milyar dolar yabancı sermaye girişi oldu. Yani 13 yılda, 52 yılda gelenin 10 katı yabancı sermaye girişi oldu.

Belirtilen bu dönemlerde ülkemiz ekonomisinin daha stabil olmasının, döviz kuru, enflasyon ve işsizlik oranlarının makul düzeyde seyretmesinin en önemli nedenlerinden biri, yüzünün batıya, yani Avrupa Birliği’ne dönük olmasıdır. Diğer neden ise ülkeye giren yabancı sermaye kaynaklarının bolluğudur.

TÜRKİYE, AVRUPA BİRLİĞİ NORMLARINDAN UZAKLAŞTI

Ne yazık ki, son 10 yıllık dönemde, ülkemizde Avrupa Birliği normlarından uzaklaşıldı. Özgürlük, demokrasi, adalet, güven, kurumların bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı gibi konularda sınıfta kalındı. Bu nedenlerle, ne yazık ki yönetenlere toplumun güveni kayboldu, gençlerimizde ve iş insanlarımızda gelecek kaygısı üst düzeye çıktı, bunlara paralel olarak ekonomide negatif yönlü gelişmeler yaşandı. Bunun sonucunda, Türk lirası yabancı paralar karşısında değer yitirdi, enflasyon yüzde yüzleri gördü, işsizlik yükseldi, dış borçlar arttı, bütçede önemli rakamlara varan açıklar oluştu. Bütün bunlar gelir dağılımını önemli ölçüde olumsuz etkiledi.

DEMOKRATİK KURUMLARI, BİR TÜRLÜ TAM MANASIYLA İŞLETEMİYORUZ

Her nedense, demokratik kurumları bir türlü tam manasıyla işletemiyoruz. Bunun nedeni, ülkemizde demokrasi tarihinin oldukça yeni olmasıdır, yani demokrasiyi içselleştirememiş olmamızdır. Örneğin İngiltere’de demokrasi, Magna Carta ile başlayan 1000 yıllık bir geçmişse, Avrupa’da ise Rönesans’a dayanan en az 500 yıllık bir geleneğe sahiptir. Bizde ise bu tarih 100 yılı biraz aşmıştır. Zira ülkemizde iktidarlar kısa sürede güç sarhoşu olup demokrasiden kolaylıkla uzaklaşabiliyor. Bu da ülkemizin gelişimini ciddi şekilde engelliyor.

Son altı ayda seçilmiş muhalif belediye başkanlarına ve özellikle 19 Mart’ta İBB Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’na yapılanlar da ne yazık ki hukukla açıklanabilir değildir. Toplumun geniş kesimi de bu şekilde düşünüyor. Bu tip siyaset içerikli adli kararlar, vicdanları yaralıyor ve inandırıcılığını yitiriyor. Ancak şunu da unutmamak gerekir: Bir ülkede adalet ve hukukun iyi işlememesi, yarın bu kararları alanları da olumsuz etkileyecektir. Tarihte bunun pek çok örneği vardır. Yarının ne getireceği bilinmez.

ÇİNLİ LAO TZU’NUN HİKAYESİ…

Bu noktada Çinli Lao Tzu’nun hikayesini paylaşmak isterim:

Köyün birinde, bir ihtiyar çok değer verdiği atıyla birlikte yaşarmış. Kral, atı satın almak için hazinesinin tamamını teklif etmiş ama ihtiyar reddetmiş, atı krala satmamış: “Bu at benim için bir at değil, bir dost, bir insan” demiş. Bir sabah uyanmış ki at yok, kayıp. Köylüler ihtiyarın başına toplanmış: “Seni bunak ihtiyar, bu atı sana bırakmayacakları belliydi. Vermiş olsaydın şu an hazinen olurdu, şimdi at da yok, hazine de” demişler. İhtiyar ise: “Sadece at kayıp deyin, çünkü gerçek bu. Gerisi sizin ön yargınız, yanılgınız. Çünkü bu olay sadece bir başlangıç, arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez” demiş.

Gerçekten de bir gece at geri dönmüş, üstelik peşinden bir düzine yabani atla birlikte. Köylüler bu sefer de ihtiyarın başına toplanmışlar: “Babalık sen haklı çıktın, başına devlet kuşu kondu!” demişler. İhtiyar yine aynı cevabı vermiş: “Gerçek olan tek şey, atımın geri döndüğüdür. Gerisi önemli değil, geleceğin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Yaşam bir kitap gibidir, ilk sayfasını okuyarak karar veremeyiz”. Köylüler yine alay etmiş, “yahu bu adam gerzek” demişler.

KİMİN ŞANSLI OLDUĞUNU ZAMAN GÖSTERECEK

Daha sonra, ihtiyarın evin geçimini sağlayan oğlu attan düşmüş ve iki ayağını da kırmış. Köylüler tekrar gelmiş: “Bir kez daha haklı çıktın ihtiyar, bak oğlun aylarca yatağa bağlı kalacak, işiniz zor” demişler. İhtiyar yine aynı şekilde yanıtlamış ve köylülere, “Siz yargılama hastalığına tutulmuşsunuz, o kadar acele etmeyin. Sadece oğlumun ayağı kırıldı, hepsi bu, geleceğin ne getireceği belli olmaz” demiş.

Ardından ülkede savaş çıkmış ve kral, eli silah tutan herkesi askere almış. Askere gideceklerin dönebilme olasılığı da çok düşükmüş. Köylüler tekrar ihtiyara koşmuş: “Yine haklı çıktın, oğlunun bacağının kırılması bir talihsizlik değil, şansmış meğer”. İhtiyar ise yine aynı cevabı vermiş: “Yine ön yargılı davranıyorsunuz. Sadece benim oğlum yanımda, sizinkiler ise askerde ama hangisinin şanslı olduğunu zaman gösterecek, bilinmez”.

Hikaye böyle devam eder, gider. Bilmem, ek bir şey anlatmaya gerek var mı? Yarının, yarınların ne getireceğini, kimin şanslı olduğunu şimdiden bilemeyiz.

Şaban ÇAĞIRAN

Bankacı-Genel Müdür

cagiran@turcomoney.com

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

İlgili Haberler

Site Haritası