Son Haberler

Kredibilite nedir, ne değildir?

-Kredibilite kavramını Türkçe ifade etmek istediğinizde genellikle güven kavramına başvurulur. Ancak, burada bir yanlış anlama da oluşmaya başlıyor. 1990’lı yılların kötü tecrübelerinden hareketle olsa gerek şöyle bir formüle doğru evriliyor tartışma: Ekonomik istikrar için politik istikrar veya güven ortamı şarttır. Esasen bu formül yanlış değil ama eksiktir.

-Politik istikrarın varlığı tüm bu makroekonomik sorunları göz ardı etmenize neden olabilir mi? Tüm bu sorunları aynı politika seti aracılığıyla çözebilmek imkansızdır. Eğer enflasyonu düşürmek ve fiyat istikrarına ulaşmak istiyorsanız bir süre işsizlik veya ekonomik büyüme hedeflerinden vazgeçmek zorunda kalacaksınız. Kısacası mükemmel bir iktisat politikasına sahip olmak imkansızdır.

Rasyonel beklentiler hipotezinin Yeni Klasik İktisat yorumunda iktisadi aktörlerin ancak yanılgıya uğratılmaları durumunda veya beklenmedik bir olay veya sürpriz ile karşılaşmaları halinde iktisat politikalarının başarılı olacağı vurgulanır. Sürpriz arz fonksiyonu ve benzeri tartışmalar bu bağlamdadır.

Hatta ekolün önemli ismi R. Lucas’a göre en iyisi iktisat politikası uygulanmamasıdır. Çünkü birbirini izleyen kısa vade dönemlerinde iktisadi aktörleri yönlendirmek için sürekli yeni sürprizler icat etmek gerekir. Başka bir deyişle şapkadan sürekli yeni tavşanlar çıkarabilmek gerekir.

Bu çerçevede tartışmanın ulaştığı sonuç iktisadi aktörleri yönlendirmeye dayalı iktisat politikalarının uzun vadede başarılı olmasının olanak dışı oluşudur. Nitekim, bu nedenler kapsamında, iktisadi aktörlerin güvenini kazanarak, onların benimseyebileceği veya güven duyacakları sürdürülebilir bir iktisat politikası tasarımlanması tartışılır. Çokça vurgulanan kredibilite kavramı bu zeminde anlaşılmalıdır.

Burada farklı bir tartışmaya işaret etmek yerinde olacaktır. Kredibilite kavramını Türkçe ifade etmek istediğinizde genellikle güven kavramına başvurulur. Ancak, burada bir yanlış anlamada oluşmaya başlıyor. “Güven”, “istikrar”, “politik istikrar”, “huzur ve güven ortamı” ve benzerleri çoğu zaman birbirleriyle eş anlamlı olacak biçimde kullanılıyor.

Belki de 1990’lı yıllarda sıklıkla görülen koalisyon hükümetleri deneyimlerinden veya bazı dönemlerde artan terör olaylarıyla bozulan asayişten hareketle olsa gerek şöyle bir formüle doğru evriliyor tartışma: Ekonomik istikrar için politik istikrar veya güven ortamı şarttır.

POLİTİK İSTİKRARIN SÜRDÜĞÜ BİR EKONOMİDE YÜKSEK ENFLASYON ORTAYA ÇIKTIĞINDA EKONOMİK İSTİKRAR BUNDAN ETKİLENMEZ Mİ?

Esasen bu formül yanlış değil ama eksiktir. Çünkü burada zorunluluk ile yeterlilik birbirine karıştırılıyor. Tabii ki ekonomik istikrar için politik istikrar şarttır. Ama ekonomik istikrarın kapsamında başka değişkenler yok mudur? Örneğin politik istikrarın sürdüğü bir ekonomide yüksek enflasyon ortaya çıktığında ekonomik istikrar bundan etkilenmez mi?

İşsizlik, cari açık, durgunluk veya resesyon, gelir dağılımında bozulma gibi olgular ile ilgili bir hassasiyete ihtiyaç yok mudur? Politik istikrarın varlığı tüm bu makroekonomik sorunları göz ardı etmenize neden olabilir mi?

İktisatçılara göre daha da büyük bir açmaz vardır. Tüm bu sorunları aynı politika seti aracılığıyla çözebilmek imkansızdır. Eğer enflasyonu düşürmek ve fiyat istikrarına ulaşmak istiyorsanız bir süre işsizlik veya ekonomik büyüme hedeflerinden vazgeçmek zorunda kalacaksınız. Kısacası mükemmel bir iktisat politikasına sahip olmak imkansızdır.

TÜRK İNSANININ GÖRÜNÜŞTE BİR İKTİSADİ ZİHNİYETİ OLMAKLA BİRLİKTE, ESAS İTİBARİYLE BİR SİYASAL ZİHNİYETİ VARDIR

Esasen bu tartışma, daha derinde yer alan bir zihniyet tartışması biçiminde ele alınabilir. Soruyu şöyle sorabiliriz: Türk insanının bir iktisat zihniyeti var mıdır? Bu soruyu saçma bulabilir ve insanların gündelik tartışmalarında iktisadi konulara ne kadar fazla önem verdiklerine işaret edebilirsiniz.

Hatta benim karşılaştığım binlerce üniversite öğrencisinin büyük bir bölümü, insan yaşamını belirleyen en önemli boyutun iktisadi ilişkiler olduğunda ısrarcıydı. Marx’ın determinizmini akla getiren bir iddia!

Ancak, ben biraz farklı düşünüyorum. Bence Türk insanının görünüşte bir iktisadi zihniyeti olmakla birlikte, esas itibariyle bir siyasal zihniyeti vardır. Görünüşteki iktisat zihniyeti de bu siyasal zihniyetin bir alt bileşenidir. Zaman zaman, tabii ki koşulların da güçlü etkisiyle, bu alt bileşen çok öne çıkmakta ve asli olanı geri plana itiyor.

TÜRK İNSANI, TARTIŞIRKEN VE ÇÖZÜMLER ARARKEN, “DEVLET” KAVRAMINI KULLANMADAN PEK FAZLA İLERLEYEMEZ

Söz konusu siyasal zihniyetin içinde güçlü bir devletçilik eğilimi olduğu da şüphesizdir. Bu eğilim kendini çözüm arayışlarında hemen belli edecektir. Genel anlamda bir Türk insanı, herhangi bir konu üzerinde tartışırken ve çözümler ararken, “devlet” kavramını kullanmadan pek fazla ilerleyemez.

Neredeyse her defasında sorunu çözecek güçlü aktör olarak devlet tartışmaya davet edilir. Esasen bu durumu fazlaca garip bulmadığımı da ifade etmek isterim. Tarihsel açıdan bakıldığında insanlık birlikte yaşama sorunsalına bir çözüm yöntemi olarak devlet üzerinden başarılı bir yanıt üretir.

Birlikte yaşamak, güvenli bir düzen kurmak ve dayanışma veya yardımlaşma gibi yöntemlere sahip olabilmek açısından devlet kavramının üstlendiği rol tabii ki yadsınamaz. Çeşitli risklere, tehlikelere karşı bir “biz” oluşturabilmek ve kalıcı olabilmek, benzer bir biçimde, devlet olgusuna neden bu derece sahiplenildiğini açıklamakta yardımcı olacaktır.

KADİR-İ MUTLAK VE İDEALİZE EDİLEN BİR DEVLET ANLAYIŞI ZİHNİYETİMİZDE ÖNEMLİ BİR YER EDİNİYOR

Diğer taraftan tarihsel süreçte daha sonra ortaya çıkan, bu kapsamda daha yeni olan piyasa ise söz konusu insanın zihniyetine oldukça yavaş işleyen bir zamansallık içinde eklemleniyor. Ancak piyasa ve beraberinde gelen çeşitli olgular yeni olmakla birlikte birer tehdit olarak algılanmakta; insan yaşamına dahil olma sürecinde çeşitli komplikasyonlara neden oluyor.

Mülkiyetin, paranın, fiyatların ve benzeri olguların yarattığı büyük endişeler, sorunlar veya güvensizlikler ise dikkat çekici bir regresif sürece yol açıyor. Bu süreçte, devlet sadece işlevleriyle veya diğer bir deyişle maddi boyutuyla (neliği ile) değil, varlık ve yokluğuyla daha doğrusu metafizik özellikleriyle benimseniyor.

Dolayısıyla, modern dünyanın sınırlandırılmış ve işlevleriyle tanımlanan devleti yerine, kadir-i mutlak ve idealize edilen bir devlet anlayışı zihniyetimizde önemli bir yer ediniyor. Daha kötüsü ise, piyasa mekanizmasının işlevlerinin ihmal edilmesi ve onun tamamen devlet müdahaleleri ile ikame edilebileceğinin varsayılmasıdır. Bu durumda da iktisada dair kavrayışımız, devlete dair yaklaşımımızın bir alt bileşenine dönüşmekte, piyasanın ve iktisadın otonom işleyiş mekanizmaları göz ardı ediliyor..

Doç. Dr. Ertuğrul Kızılkaya

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

kizilkaya@turcooney.com

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası