Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Bener Karakartal analiz ediyor: Medya’da fırtına devam ediyor. Gazeteciler çeşitli şehirlerde protesto yürüyüşleri düzenliyor. Batı demokrasilerinde de tepkiler büyüyor. Ak Parti ne yapmalı? Neler yapabilir?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan önce Türkiye’deki ABD Büyükelçisine tepki gösterdi ve onu Türkiye gerçeklerinden uzak olmakla, “acemi” olmakla suçladı. Ama eleştiriler sürüyor: ABD’de, AB’de siyasiler düzeyinde Türkiye’ye tepkiler büyüyor. Batı basını da Türkiye’de basın özgürlüğünde ihlaller yaşandığını tekrarlıyor.
Seçime giden Türkiye açısından yurt dışındaki bu gelişmeler endişe verici. Seçim sonrasında Türkiye belki Anayasa değişikliğine gidecek ve Başkanlık Sistemine geçecek.
Eğer yurt dışında Ak Parti iktidarı konusunda olumsuz rüzgarlar eserse bu durum Türkiye içinde de büyük reformlar gerçekleştirme arzusunda olan yeni hükümetin işini kolaylaştırmayacak.
Ne Yapmalı?
Hiç vakit geçirmeden batılı siyasilerle iyi ilişkiler kurmanın tam zamanı. Ama burada bir süredir tekrarladığımız bir gerçeği hatırlatmakta fayda var: Ak Parti’nin yurt dışı takımı zayıf. İçerde sesleri yüksek çıkıyor ama yurt dışında adeta yoklar. Batı kamu oylarına hitap etmek bir yana onlara ulaşamıyorlar bile.
Hükümete yardımcı olması gereken sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri ise hükümete yakın olmayı Cumhurbaşkanı ve Başbakan’la aynı fotoğraf karesinde gözükmek sanıyorlar. çok geziyorlar, durmadan geziyorlar ve çok kez kongre turizminin keyfini çıkartıyorlar.
Oysa medyayla ilişkilerde haklı olan Ak Parti. Batı’nın bilmediği, batı’ya anlatılamayan durum bu. Ak Parti’yi bu mücadelede yalnız bırakmamak lazım. Nasıl?
Türkiye’de Medya Bir Dupleks Gibi: Yukarıdakiler ve Aşağıdakiler var.
Yıllarca İletişim Fakültelerinde öğretim üyeliği yapmış bir kişi olarak biliyorum: Türk gazetecileri çok küçük maaşlarla büyük işler çıkarıyorlar. Fedakarca memleket sevgisiyle mesleklerinden gurur duyarak mütevazi imkanlarla ve bazı imkansızlıklarla başarıdan başarıya koşuyorlar. Binlerce genç gazeteci gerek yazılı gerek görsel medyada Türkiye’yi birçok gelişmiş ülkenin bile önüne taşıdılar.
Dupleksin üst Katında Baronlar Yaşıyor.
Ama Türk medya “dupleks’inde” durum çok farklı.
Dupleksin üst katında bir elin parmakları kadar az sayıda kişi özellikle 1990 yılından bu yana basını kişisel hırs, refah, zenginlik arzularının bir aracı haline dönüştürdüler. Bunlar birer Prens, Baron. Silahları da dev gazetelerin manşetleri.
Baronların ürküten, Yok eden Silahları: Manşetler.
1990 yılından bu yana yayınlanan manşetleri Türkiye’de basın özgürlüğünü eleştiren batı demokrasilerinin yöneticilerine göstermek lazım.
Kişilere karşı bir tabanca, iktidarlara karşı bir nükleer bomba gibi kullanılan manşetler son yirmi yılda büyük bir başarıyla hedeflerini buldular. Kaç kişinin kariyeri bu manşetlerle engellendi? Kaç aile bu manşetler sonu yıkım aşamasına geldi? Kaç hükümet sarsıldı? Yakın zaman önce vefat eden ama son ana kadar efendiliği elden bırakmayan Profesör Erbakan hükümeti nasıl devrildi? Türk demokrasisi nasıl zedelendi?
Baronlar Manşetleriyle tahrip ettikçe kişisel güç kazandılar. Zenginleştiler.
İşin vahim tarafı bu manşetleri atan kişiler yıktıkça devirdikçe daha büyük şöhrete ve zenginliğe eriştiler. çocuklarını en büyük otellerde evlendirdiler. Hayatları dünya’nın en büyük görkemli şehirlerin en ünlü otellerinde geçmeye başladı. Onlar artık Aristokrat oldu. Zengin oldu. Baron oldu. Prens oldu. Türk demokrasisinin sahipleri olduklarına ve Türkiye’de her şeyi yapabileceklerine inanmaya başladılar. Megalomaninin keyfini sürmeye başladılar.
Bu Baron’ların dupleksin alt katında olan ay sonunu getirmekte zorlanan mesleğe saygılarından başka saklı amaçları olmayan binlerce Türk gazetecisinin durumlarıyla hiçbir ortak noktaları yoktur.
Yozlaşmanın Nedenleri.
Türk medyasında demokrasiyi zedeleyen Baron gazeteci egemenliği Türkiye’ye özgü bir şey değil. Bu durum demokrasilerin “çocukluk hastalığına” işaret ediyor.
çocukluk hastalığı yaşayan demokrasilerde her şey yozlaşmıştır. Siyasiler kavga ederler, ordular darbe yapar, üniversite öğrencileri birbirlerini öldürür, gazetecilerin bazıları manşetleri kullanarak kişisel hırslarını tatmin ederler, zengin olurlar.
Yerleşmiş demokrasilerde ise bunun tam tersi olur: Ordular sadece yurt savunmasına kilitlenirler, siyasiler dövüşmez tartışır, öğrenciler birbirlerini öldürmezler, laboratuvarlarda ve kütüphanelerde çalışırlar.
1990’dan bu yana medya baronları Türkiye’yi tutsak aldı.
Türkiye’de medya Baron gazetecilerinin kişisel çıkarlarını tutsağı olarak son yirmi yılda bu trajik dönemden geçti. Bu Baronlar kişilere, partilere, iktidarlara ve Türk toplum ve demokrasisine telafisi çok zor tahribat verdi. İzler ortada. İzler manşetler. Manşetleride artık tarihin malzemesi. Gazetelerin magazin sayfaları ise onların yaşadıkları “Dolce Vita” yı da tarihin bir diğer malzemesi yapıyor.
Batı demokrasisinde de bu olmadı mı? Evet oldu. Sinema tarihinin dahi yönetmeni Orson Welles’in “Yurttaş Kane” şaheserini bilmeyen yoktur. Birçok eleştirmen için sinema tarihinin en büyük filmi seçilen “Yurttaş Kane” medya yoluyla ABD’nin İspanya ile nasıl savaşa sokulduğunu anlatıyordu. Kane gücünün megalonomisinin zirvesinde kendi gücü içinde eriyip gidiyordu.
ABD demokrasisi zaman içinde olgunlaştı. ABD gerçek demokrasi oldu. Fransa’da da, İngiltere’de de durum bu. Demokrasiler zaman içinde demokrasi, medya medya oldu.
Batılı dostlara Türkiye’deki manşetler trajedisinin nasıl bir rezalete dönüştüğünü onların diliyle anlatmak lazım.
Türkiye’deki basına yapılan müdahaleleri eleştiren batılı çevrelere bu gerçekleri anlatmak lazım.
Türk demokrasisi şimdi olgunlaşmak aşamasında. Türkiye’nin tüm kurumları sancılı bir dönemden geçiyor. Ordu’da, üniversitelerde, partilerde, yargıda bu sancılı dönemi yaşıyor. Mücadele kurumlar içinde yozlaşmış çıkarcı zümrelere karşı yapılıyor. Yoksa kurumların kendilerine karşı değil.
Keşke bu mücadele yargı dışında, siyaset ve üniversiter düzeyde gerçekleştirile bilseydi.
Bu mücadele yalnız yargıya bırakılmayacak kadar ciddi. İktidara da destek olmak lazım. Ama bu demokrasi savaşında esas yük sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler üzerinde olmalı.
Sivil toplum kuruluşları yüzeysel haftalık bildiriler, uçaklarla non stop seyahatlerin ötesine geçip Türk ekonomisi ve demokrasi için kalıcı eserler üretmeli.
üniversiteler de artık batı demokrasilerinde olduğu gibi araştırma çalışmalarına yönelmeli.
Bir örnek mi? İletişim fakülteleri 1990’dan bu yana atılan mega gazetelerin manşetlerini niye incelemiyorlar? Bu manşetleri atan ve Türk toplum ve demokrasisini esir alan birkaç gazetecinin bu yolla nasıl güç ve imkana sahip baron haline dönüştüklerini neden mercek altına almıyorlar?
Hayatımın bir kısmı batıyı yönetenlerle aynı okullarda aynı mekanlarda geçti. Avrupa parlamentosunun koridorlarında, onun başkan ve yöneticileriyle bir ömür tükettim.
Eğer Türkiye’de demokrasi adına bir avuç avantacının neler yaptıklarını bilseler şoke olurlar.
Onlar tarafından her gün daha ağır bir şekilde azarlanacağımıza onlara Türkiye’nin verdiği demokrasi mücadelesini biran önce anlatmak lazım.
Onlar da gerçek demokrasiye büyük bedeller vererek ulaştılar.
Eminim durumumuzu anlayacaklardır.
karakartal@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.