Son Haberler

Merkez Bankası, faizleri artırmak zorunda! Artırmazsa ne mi olur?

-Türkiye ekonomisinin on yıllardır temel problemlerinden birisi olan döviz yetersizliği. Nerede somutlaşıyor? Esas olarak dış ticaret açığında ve daha geniş çerçevede cari açıkta. İhracatı artırıyoruz denilerek çözülebilecek bir yapısal sorun değil bu.

TCMB önünde sonunda havlu atacak. Faizleri yükseltmek zorunda kalacak. Bu adımlar ne kadar gecikirse hasar o kadar fazla olacak. Daha fazla gecikirse Türkiye ekonomisi hiperenflasyona sürüklenebilir. Üstelik de döviz kıtlığı bu soruna eşlik edecektir. Bu karamsar tablonun gerçekleşmemesi için yapılması gereken ise yeniden bir umut yaratabilmek.

Sona yaklaşıyoruz. Uygulanan heterodoks iktisat politikası beklenen etkileri göstermiyor. Sürekli olarak ana sorunsalı göz ardı ederek, ikincil derecede önem arz eden konu ve çözümlere odaklanılıyor. Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları ihmal ediliyor. Kulağa hoş gelen kimi sözler veya ancak kapsamlı bir politika bileşimi içerisinde işe yarayacak tedbirler, tüm sorunlarımızı çözer diye düşünülüyor. Ancak beklenen etkilerin oluşması mümkün değil.

Yapısal sorunlara bakalım. İktisatçılar çok bahsediyor bundan. İktisatçı olmayanlar da nefret ediyor yapısal sorunların vurgulanmasından. Ama var olduklarını kabul etmeden karşınızdaki olguları çözümleyebilmeniz mümkün değil. Bunlardan iki tanesi halihazırdaki sorunlar yumağı ile doğrudan ilişkili. Birincisi Türkiye ekonomisinin on yıllardır temel problemlerinden birisi olan döviz yetersizliği. Nerede somutlaşıyor? Esas olarak dış ticaret açığında ve daha geniş çerçevede cari açıkta. İhracatı artırıyoruz denilerek çözülebilecek bir yapısal sorun değil bu. Türkiye’deki iktisadi aktörlerin her kararlarında kendisini hissettiren bir olgu var karşımızda. Para ikamesinin en yaygın biçimde yaygınlaştığı ülkelerden birisi Türkiye. Hem de on yıllardır yaşanıyor bu süreç.

TASARRUFLARIMIZ YETERSİZ OLDUĞU İÇİN FAİZLER YÜKSEK OLUYOR

İkincisi ise tasarruf yetersizliği. Hem iktisadi aktörlerin düşük gelirleri hem de finansallaşma bağlamında ortaya çıkan ilişkiler bu sorunun önemli bileşenleri. Ortalama gelirin düşük olması yeterince tasarruf edemeyişimizi beraberinde getirirken, tasarruf edilenin büyük bir kısmının da finansal sistem yerine farklı piyasalarda değerlendirilmesi ülkemizde kaynak kullanımını istenmeyen bir noktaya taşıyor. Sonuç olarak da yatırımların milli gelire oranının düşük olması, uzun vadeli ve uygun maliyetli yatırım yapmak isteyenlerin söz konusu kaynaklara ulaşımının sınırlanması vb. etkilerle karşılaşıyoruz.

Bu durumda önemli bir açmazın içerisine sürükleniliyor. Döviz yetersizliğimiz nedeniyle kurların yüksek olması gerekiyor. Tasarruf yetersizliğimiz nedeniyle de faizlerin yüksek olması. Halihazırda ise Merkez Bankamız, bir taraftan faizleri düşük tutmaya yönelik bir politikayı benimsemişken, diğer taraftan da döviz kurlarında oluşan artışları baskılamaya çalışıyor. Yazının başında vurguladığımız üzere, on yıllardır süregelen iki önemli yapısal sorunun sonuçlarını tek başına tersine çevirmeye çalışıyor TCMB.

Başarılı olabilir mi?

Belki bir süreliğine.

DÖVİZ YETERSİZLİĞİ, SORUNU DAHA DA BÜYÜTÜYOR

Ancak yüksek değerler alması gereken iktisadi değişkenleri düşük değerlerde tutmak söz konusu yapısal sorunları çözmediği gibi daha da güçlü bir biçimde ortaya çıkmalarına neden oluyor. Daha açık bir ifadeyle, döviz yetersizliği sorunu daha da büyüyor, tasarrufların verimsiz kullanılması olgusu daha da yaygınlaşıyor. Düşük faiz ile yatırımların artması beklenirken (Keynes bile kendi adıyla anılan bu etkinin zayıflığını vurgulardı), iktisadi aktörler tasarruflarını koruyabilmek adına gayrimenkul ve otomobil gibi spekülatif alanlara yöneliyorlar. Sonuçta bu da daha çok ithalata ve tabii daha fazla döviz kıtlığına yol açıyor.

Yapılması gerekeni ise aslında herkes biliyor. Kıt olan metaların değeri yüksek olmalı. Bu sizin hoşunuza gitmeyebilir, ancak bir gerçeklik olarak ortada. Bunu yadsımak veya bu gerçekliği aştığını düşünmek kulağa hoş gelebilecek bir illüzyondan fazlası değil. Kıt olan metaları yukarıda saymıştık. O halde döviz kurları ve tasarrufların zaman değerini gösteren faiz oranları yüksek olmalı. Bu zorlu koşullara nasıl adapte olabileceğimizi düşünmek yerine söz konusu gerçeklikleri birer kötülük olarak etiketlemek ve sanki sürekli manipüle edilebilirlermiş gibi davranmak ise gerçeklikten kopuş getiriyor.

ÖNLEMLER GECİKİRSE TÜRKİYE EKONOMİSİ HİPERENFLASYONA SÜRÜKLENEBİLİR

TCMB önünde sonunda havlu atacak. Faizleri yükseltmek zorunda kalacak. Bu adımlar ne kadar gecikirse hasar o kadar fazla olacak. Daha fazla gecikirse hiperenflasyona sürüklenebilir Türkiye ekonomisi. Üstelik de döviz kıtlığı bu soruna eşlik edecektir. Bu karamsar tablonun gerçekleşmemesi için yapılması gereken ise yeniden bir umut yaratabilmek. Koşulların yarattığı kötümserliği aşabileceğinize dair bir umut. Esasen buna Hapishane Defterleri’nde işaret eden Antonio Gramsci’ye göre “aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği”dir (il pessimismo della ragione e l’ottimismo della volonta). TCMB, tekrar ortodoks politikalara dönerek akıl katabilir eylemlerine. O kırılma noktasından itibaren de ortaya koyduğu irade ile bir iyimserlik yaratabilir. Dolar kuru düşecek tarzı bir hayalcilikten bahsetmiyorum. Aklın çözümlemelerinden hareketle gereken adımların atılmaya başladığına yönelik bir kararlılıktan söz ediyorum. Olumsuzluklara rağmen iktisat biliminin yoluna dönmek mutlaka bir umut ışığı oluşturacaktır.

Doç. Dr. Ertuğrul Kızılkaya

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

kizilkaya@turcomoney.com

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası