Son Haberler

Merkez Bankası yönetimi, tekrar güven sağlayıcı politikalara yönelmeli

Merkez Bankası’nın son iki yıldır fiyat istikrarı önceliği olmadığı için para politikası da bu yönlü dizayn edilmedi, sadece söylem olarak öne çıktı.  Fiyat istikrarı temel hedef olmalı ve ekonomi, tam anlamıyla soğuma sürecine sokulmalıdır. Düşük işsizlik, yüksek büyüme, düşük cari açık, yeterli rezerv gibi hedeflere ulaşıncaya kadar yalnızca ve tek başına fiyat istikrarı önceliklendirilmeli ve popülist politikalara yönelinmemelidir. 

-Üretilecek ve uygulanacak politikaların, genel kabul gören uluslararası normlara uygun ilkeler çerçevesinde şeffaf, tutarlı, hesap verebilir ve öngörülebilir olması gerekir.  Oluşturulacak ekipte etkili ve liyakatli kişiler yer almalı ve piyasa dışı uygulamalar tamamen durdurulmalıdır.  Merkez Bankası ve diğer düzenleyici denetleyici kurumlar siyası yaklaşımlardan bağımsız bir yapıda hareket etmeye başlamalıdır.

-KKM uygulamaları üçer aylık bir veya en fazla iki dönem arasında tamamen bitirilip ortadan kaldırılmalı. KKM ‘den dolayı ortaya çıkacak mevduatın önemli bir kısmın tekrar dövize döneceği göz önüne alınarak, buna piyasa dışı yöntemlerle mâni olunmaya çalışılmamalıdır.  Zira KKM’den dönüş yapacak fonların dövize yönelimi yurt dışı transfer ve/veya nakit çekim şeklinde olmayacağı için kur üzerinde ani ve şok yükseliş etkisi yaratmayacaktır.

-Bütçe denkliği hedefiyle öncelikle kamu yatırımları minimuma indirilmeli ve ciddi tasarruf tedbirleri alınmalıdır. Vergi gelirlerinin artırılmasına yönelik politikalara sıcak bakılmamalıdır. Otoriter uygulamalara ve politikanın haricen başvurduğu hukuksal müdahalelere son verilerek yabancı sermayenin Türkiye ekonomisine giriş yönünde kırılan cesareti yeniden sağlanmalıdır. Daha çok uzun vadeli yabacı fon tedarikine önem verilmelidir.

-Son günlerde artan TL değerindeki kayıpların fiyatlar üzerinde yaratacağı yukarı yönlü maliyet artışları enflasyonu daha da artıracaktır. Bir iki ay içerinde de enflasyondaki düşürücü baz etkisi de bitecektir. Bu durumda beklenen enflasyonu düşük tutarak faizde düşük bir artış yapılması halinde, bunun enflasyon üzerindeki düşürücü etkisi oluşmayacaktır. Dolayısıyla kademeli artış yerine ani ve sert bir faiz artışı önceliklendirilmelidir.  

Faiz artışının, normalleşmenin ilk adımı olduğu iyice ortaya çıktı. Bu noktada, Merkez Bankası, rutin tarihi olan 22 Temmuz gününü beklemeden olağanüstü gündemle toplanmalı ve faiz artışını derhal ilan etmelidir. Aksi halde dövizde başlayan dalgalanmanın birkaç gün içerisinde kontrol edilemeyen bir noktaya çıkma riski var. Kontrollü kur artışı duyumları doğru ise, 2021 yılındaki gerçekleşen felaket senaryo tekrar realize olabilir.

TCMB, KKM maliyetlerini kamuoyundan saklamaya çalışırken, kararlarını şeffaf, öngörülebilir ve veri odaklı bir çerçevede almaya devam edeceğini ilan etmesi sözelden öte bir ifade değildir.  Büyümenin kompozisyonunda sürdürülebilir bileşenlerin payı düşük. Merkez Bankası, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında güven erozyonuna uğradı. Yenilenen Merkez Bankası yönetimi kaybedilmiş güveni tekrar sağlayıcı politikalara yönelmelidir.

-Sıkı ve daraltıcı ekonomi politikaları tercihi, yaklaşan yerel seçimlere heba edilip edilmemeli. Rasyonel politikalara müdahale edilmemeli.  Yabancı sermayenin hukuk ve şeffaflık konulardaki iyileştirici beklentileri sağlanmalı. Türkiye ekonomisinin düşük faizle içine düşürüldüğü girdaptan çıkma olasılığı yoktur. Bankaların faiz riskine karşı tedbirler alınmalı ve yüksek faiz verilerek dövizin yatırım aracı olma fonksiyonu bitirilmeli.  

Son iki yıldır uygulanan para politikasında, enflasyon beklentilerini şekillendiren faktörlerin para politikasıyla kontrol edilecek kısımları ayıklanmadı, göz önüne alınmayıp ihmal edildi. Fiyat istikrarı hedefine ulaşmak amacıyla para politikasının duruşu planlanırken, öncelikle enflasyon beklentilerini şekillendiren faktörlere, bu faktörlerin para politikası araçlarıyla ne ölçüde kontrol edilebileceğine bakılmalıdır. Merkez Bankası’nın son iki yıldır fiyat istikrarı önceliği olmadığı için para politikası da bu yönlü dizayn edilmedi, sadece söylem olarak öne çıktı.

Fiyat istikrarı temel hedef olmalı ve ekonomi tam anlamıyla soğuma sürecine sokulmalıdır. Ancak siyaset tarafından ekonomiyi soğutacak politikalara ne kadar sıcak bakılacağı henüz bilinmiyor. Yaklaşan yerel seçimler nedeniyle ekonominin soğutulmasının istenmemesi, temel risk olarak hala ortadadır. Düşük işsizlik, yüksek büyüme, düşük cari açık, yeterli rezerv gibi hedeflere hizmet edecek noktaya varıncaya kadar ve bu hedeflerle çelişki hali ortadan kalkıncaya kadar yalnızca ve tek başına fiyat istikrarı önceliklendirilmeli ve popülist politikalara yönelinmemelidir.  Üretilecek ve uygulanacak politikaların, genel kabul gören uluslararası normlara uygun ilkeler çerçevesinde şeffaf, tutarlı, hesap verebilir ve öngörülebilir olması gerekir.  Oluşturulacak ekipte etkili ve liyakatli kişiler yer almalı ve piyasa dışı uygulamalar tamamen durdurulmalıdır.  Merkez Bankası ve diğer düzenleyici denetleyici kurumlar siyası yaklaşımlardan bağımsız bir yapıda hareket etmeye başlamalıdır.

 KUR KORUMALI MEVDUAT UYGULAMALARI, ORTADAN KALDIRILMALI

Merkez Bankası, TUİK, SPK gibi kurumların son birkaç yıllık işlemlerinin şeffaf ve denetime açık hale getirilmesi ve varsa kamuoyundan saklanan bilgilerin detaylarıyla birlikte açıklanması gerekir.  Türk lirası mevduat getirilerinin cazip hale getirilerek, KKM uygulamalarının üçer aylık bir veya en fazla iki dönem arasında tamamen bitirilip ortadan kaldırılması gerekir. KKM ‘den dolayı ortaya çıkacak mevduatın önemli bir kısmın tekrar dövize döneceği göz önüne alınarak buna piyasa dışı yöntemlerle mâni olunmaya çalışılmamalıdır.  Zira KKM’den dönüş yapacak fonların dövize yönelimi yurt dışı transfer ve/veya nakit çekim şeklinde olmayacağı için kur üzerinde ani ve şok yükseliş etkisi yaratmayacaktır.

Bütçe denkliği hedefiyle öncelikle kamu yatırımları minimuma indirilmeli ve ciddi tasarruf tedbirleri alınmalıdır. Vergi gelirlerinin artırılmasına yönelik politikalara sıcak bakılmamalıdır.

 BATI MEDENİYETLERİ İLE DOSTANE İLİŞKİLER HIZLICA SAĞLANMALI

Otoriter uygulamalara ve politikanın haricen başvurduğu hukuksal müdahalelere son verilerek yabancı sermayenin Türkiye ekonomisine giriş yönünde kırılan cesareti yeniden sağlanmalıdır. Daha çok uzun vadeli yabacı fon tedarikine önem verilmelidir. İnsan hakları ihlallerinin, toplum içerisindeki ve bölgeler arasındaki kutuplaşmanın durdurulması, bilumum demokratikleşmenin ve komşu ülkeler başta olmak üzere Batı medeniyetleriyle yumuşak tonlu dostane ilişkilerin hızlıca sağlanması gerekir.

Merkez Bankası faiz artırsa bile üçlü kur mekanizması tam olarak son bulmayacaktır. Zira üçlü kurun temelinde döviz arzındaki darlıktır. Türkiye’nin döviz kazanma kabiliyeti artmadan ve yabancı fonların Türkiye’ye yönelmesi sağlanmadan bu darlık devam edecektir. Reel efektif döviz kurunun seviyesi, son birkaç yıldır TL’nin dış değerinin sağlıklı bir göstergesi olmaktan çıktı. Açıklanan enflasyon değerleri piyasa gelişmeleriyle tam olarak örtüşmediği için, hesaplanan reel efektif döviz kurunun seviyesi TL’nin dış değeri için sağlıklı bir gösterge olamıyor.

KADEMELİ ARTIŞ YERİNE, ANİ VE SERT BİR FAİZ ARTIŞI ÖNCELİKLENDİRİLMELİ 

Beklenen enflasyon, gereğinden fazla düşük gösterilerek politika faizi yeterli yükseklikte artırılmaz ise bu yönlü normalleşme enflasyon üzerinde öngörülen düşürücü bir etki yaratmaz. Son günlerde artan TL değerindeki kayıpların fiyatlar üzerinde yaratacağı yukarı yönlü maliyet artışları enflasyonu daha da artıracaktır. Bir iki ay içerinde de enflasyondaki düşürücü baz etkisi de bitecektir. Bu durumda beklenen enflasyonu düşük tutarak faizde düşük bir artış yapılması halinde, bunun enflasyon üzerindeki düşürücü etkisi oluşmayacaktır. Dolayısıyla kademeli artış yerine ani ve sert bir faiz artışı önceliklendirilmelidir.

2021 YILINDAKİ FELAKET SENARYORSU TEKRAR REALİZE OLABİLİR

Faiz artışının, normalleşmenin ilk adımı olduğu iyice ortaya çıktı. Bu noktada, Merkez Bankası’nın rutin tarihi olan 22 Temmuz gününü beklemeden olağanüstü gündemle şu anda toplanması ve faiz artışını derhal ilan etmesi daha doğru olacaktır. Aksi halde dövizde başlayan dalgalanma birkaç gün içerisinde kontrol edilemeyen bir noktaya çıkma riski bulunuyor. Kontrollü kur artışı duyumları doğru ise, 2021 yılındaki gerçekleşen felaket senaryo tekrar realize olabilir.  Ayrıca, bu alandaki gecikme, uluslararası yatırımcıların yeni ekonomi yönetimine bir tolerans avansı olarak verilen CDS primlerindeki düşüşlerin terse dönmesine neden olabilir.

Tasarrufların dövize endekslenmesini özendirmekten ve kur riskini çözmek yerine sadece ötelemekten başka hiçbir işe yaramayan ve liralaşma diye isimlendirilen politika, şu anda birikmiş risk havuzuna dönüştü. Liralaşma, bu haliyle devam ettiği müddetçe risk birikim yoğunluğu daha da artacaktır. Finansman kaynaklarının amacına uygun şekilde iktisadi faaliyet ile buluşması amacıyla yürütülen politikalar esasında kaynakların emir-kumanda mekanizmasıyla dağıtım işlemi olup, işlevsellikten tamamen yoksun kaldı. 

BUNLARIN HİÇ BİRİSİ, MERKEZ BANKASI’NIN TEMEL GÖREVİ DEĞİLDİR

Düşük faiz uygulanmasına ilişkin son iki yılda ileri sürülen gerekçelerin tamamı reel durumla bağlantısızdır. TCMB’nin düşük faiz politikasının uygulanma gerekçesi olarak, deprem felaketinin etkilerinin en düşük seviyelere indirilmesi ve gerekli dönüşümün desteklenmesi amacıyla uygun finansal koşulların oluşmasını önceliklendirecek şeklinde lanse etmesi ve sanayi üretiminde yakalanan ivmenin ve istihdamdaki artış trendinin sürdürülmesi şeklinde izah etmesi sadece basit bir gerekçe uydurmasıdır. Zira bunların hiç birisi Merkez Bankası’nın temel görevi değildir. Liralaşma olarak isimlendirilen bu uygulamanın, fiyat istikrarının kalıcı ve sürdürülebilir bir şekilde kurumsallaşması ve parasal aktarım mekanizmasının etkinliğinin artması ile hiçbir bağı yoktur.

Fonlama kanallarının ve bilumum politika araç setinin liralaşma hedefleriyle uyumlu hale getirilmeye çalışılmasının ekonomik gerekçeleri lanse edildiği gibi fiyat istikrarını sağlamak olamaz. Zira fonlama yapısının dövize endeksli hale getirilmesiyle Türk lirası mevduat gelişiminin desteklenmesi alakasız bir durumdur. Reel piyasalardaki alış-veriş mekanizmasını oluşturan ticari işlemlerin dışında kalan APİ fonlamasındaki teminat yapısında TL’nin zorlamayla kullanılmasının, fonlama bileşiminde para takasının (swap) azaltılmasının, döviz rezervlerinin güçlendirilmesiyle hiçbir alakası yoktur.

MERKEZ BANKASI, KKM MALİYETLERİNİ KAMUOYUNDAN SAKLAMAYA ÇALIŞIYOR

Fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda enflasyonda kalıcı düşüşe yol açacak hiçbir tedbir alınmadan, orta vadede %5 hedefine ulaşmayı, CDS primlerinin düşmesini, para ikamesinin azalmasını ve döviz rezervlerinin artışını beklemek hayalden öte bir şey değildir. Aynı şekilde TCMB şu andaki yapısıyla KKM maliyetlerini kamuoyundan saklamaya çalışırken, kararlarını şeffaf, öngörülebilir ve veri odaklı bir çerçevede almaya devam edeceğini ilan etmesi sözelden öte bir ifade değildir.

YENİLENEN MERKEZ BANKASI YÖNETİMİ, GÜVENİ TEKRAR SAĞLAYACI POLİTİKALARA YÖNELMELİ

Büyümenin kompozisyonunda sürdürülebilir bileşenlerin payının düşüklüğüne ve kalite istikrarsızlığına rağmen, yüksek seyrettiğini ifade eden Merkez Bankası, işte tam da bu nedenle gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında güven erozyonuna uğradı. Turizm gelirlerinin yetersizliğin rağmen, cari işlemler dengesinin beklentilerini dahi aştığını iddia etmesi, tam olarak sorunu gizleme çabasıdır. Yenilenen Merkez Bankası yönetimi kaybedilmiş güveni tekrar sağlayıcı politikalara yönelmelidir. Merkez Bankası açısından, para politikasının öncelikli hedefi fiyat istikrarını sağlamak olmalıdır.  Politika faizi, reel faiz alanında konumlandırılmalı, enflasyonda orta ve uzun vadede %5 şeklinde ezberlenmiş fix bir hedefe değil de ulaşılabilir hedefler oluşturulmalı, faiz belirleme inisiyatifi her daim Merkez Bankası’nda olmalı, rezerv artırıcı politikalara ağırlık verilmeli, serbest piyasa ve serbest kur uygulamalarına riayet edilmelidir. Merkez Bankası, kadroları arasında liyakati öne geçirmeli, direkt veya dolaylı olarak Hazine’yi fonlamadan uzak durmalıdır.  Maliye politikası üretecek ve uygulayacak kurumlar, fiyat istikrarı hedefiyle çelişecek uygulamalardan kaçınmalı ve makro ihtiyatı tedbirler de dahil ekonomi, hukuk gibi her alanda yapısal dönüşümler başlatılmalıdır.

SIKI VE DARALTICI EKONOMİ POLİTİKALARI, YEREL SEÇİMLERE HEBA EDİLMEMELİ

Son faiz kararından sonra, sıkı ve daraltıcı ekonomi politikaların tercihinin yaklaşan yerel seçimlere heba edilip edilmeyeceği, rasyonel politikaların müdahalelere maruz kalıp kalmayacağı, yabancı sermayenin hukuk ve şeffaflık konulardaki iyileştirici beklentilerinin sağlanıp sağlanmayacağı ortada bırakıldı. Faiz artışının ulaşacağı seviyenin alt limiti, en az gerçekleşen enflasyon oranı kadar olmalıydı.   Bankalara düşük getirili tahvil alma zorunluluğu, kredi faizlerine açık veya örtülü sınır, döviz alım/satım fiyatları arasına yüksek marj, KKM ve benzeri uygulamalarla piyasa koşullarına en ağır bir şekilde müdahale eden Merkez Bankası’nın uyguladığı düşük ve ancak işlevsiz politika faizi gerekli ölçüde artırılamadı.   Hızlı ve ani bir yüksek faiz artışı sonucunda kur ve enflasyon beklentileri sabitlenip öngörülebilir hale getirilmeden, Türkiye ekonomisinin düşük faizle içine düşürüldüğü girdaptan çıkma olasılığı söz konusu bile olamaz.

Artırılan politika faiz seviyesi ile bugüne kadar birikmiş çok boyutlu ekonomik ve finansal tehlikelerin geçeceği düşünülemez. Artışın ani yapılmayıp zamana yayılarak kademeli olarak yapılacağı algısı, reel kesimden finans kesimine doğru haksız sermaye transferlerinin başlamasına neden olacaktır. Eş zamanlı olarak da bankaların faiz riskine karşı tedbirler de alınarak ani ve yüksek faiz verilerek dövizin yatırım aracı olma fonksiyonu bir anda bitirilmeliydi.

ARTAN FAİZ, YABANCI YATIRIMCILARI CEZBEDECEK SEVİYENİN ALTINDA

Artan faiz yabancı yatırımcıları cezbedecek yeterliliğin çok altında kaldı. Türkiye ekonomisinde yıllardır oluşan yüksek riskler ve dengesizlikler nedeniyle, artan politika faizinin döviz kuru üzerinde neden olacağı etkinin hemen ortaya çıkacağını beklemek doğru değildir. Üç aya kadarlık dönemde döviz kurlarının seviyesi, şu anda artırılmış faiz oranından ziyade, daha çok Türkiye’nin kendi döviz kazanma kabiliyetindeki gelişmelere ve yabancı sermaye girişlerine göre şekillenecektir. Dolayısıyla artan faizin ulaştığı seviye, yabancı yatırımcıları cezbedecek yeterliliğe ulaşmadı. Gerektiğinde yeniden faiz artırılacağı algısı yatırımcılara ve piyasalara verilemedi. Enflasyon beklentilerine, gerçekleşen enflasyona, risk priminde ve tasarruf-yatırım dengesini oluşturan reel faizlerde oluşabilecek gelişimlere göre ihtiyaç doğarsa, faiz oranlarında ilave artışlara gidileceği algısının piyasalara verilmesi gerekiyordu.

Rezervlerde artış eğilimi ve yabancı sermaye girişleri başlamadan ve realist politikaların sürdürülebilirliğine ilişkin algılar pozitif alana evrilmeden, artan yüksek faizin ekonomi ve kurlar üzerindeki olumlu katkıları ortaya çıkamayacaktır. Enflasyon oranları ve beklenti seviyeleri, artırılan faiz seviyesine inmeden, yapılan ve kademeli olarak yapılacak olan faiz artışları da hep yetersiz kalacaktır. Enflasyon ve faiz arasındaki açığın kapanması 3-6 aydan daha fazla sürmesi halinde, şu anda bu manevralarla ertelenmiş olan krizle Türkiye ekonomisi ileride tekrar yüzleşecektir. Zira, ödemeler dengesindeki yapısal bozukluk, rezervlerin yokluğu, yüksek bütçe açığı kur üzerinde baskı kurmaya devam edecektir.

Orhan ÖKMEN

Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı

okmen@turcomoney.com

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler