– Uzun süredir inatla sürdürülen bilim dışı bir yanlıştan dönülmek üzere yapılan faiz artışı doğru bir karar olmakla beraber, hukuk ve yönetim alanlarını da kapsayacak şekilde geniş yelpazeli bir yapısal dönüşüm ve istikrar programıyla desteklenmez ise ve faizler, enflasyonla paralel hale getirilmez ise faiz artışının pozitif yönde ortaya çıkardığı zaman kazandırıcı etkisi kısa süre içerinde kaybolup gidecektir.
– Faiz oranlarının enflasyon seviyesine ulaşması sağlanmadan TL’deki değer kaybının ve dolayısıyla enflasyon artışının önlenmesi durmayacaktır. Faiz oranlarındaki kademeli artış zaman kaybettiricidir. Keskin artışlarla kur artışlarının önü bir an önce alınmalıdır. Aksi takdirde ücret-fiyat sarmalı devam edecek ve üretim sektöründe birçok firmanın devre dışı kalma süreci hızlanacaktır.
-Fakirlik kümesinde artan yoğunlaşma, önemli yapısal sorunlardan biri haline geldi. Satın alma gücünde, başlangıçta kamusal tercihlere dayalı olarak başlatılan erozyon, kontrol dışına çıkan Türkiye ekonomisinin ana problemi haline geldi. Türkiye’deki yoksulluk daha çok yetersiz beslenme, barınma koşullarının kötüleşmesi, sağlık hizmetlerine erişim zorlukları şeklinde somutlaşıyor.
-Türkiye ekonomisinde gelir dağılımı bozuk olduğu için ekonomik büyüme yoksulluğu azaltacak kapsamda gerçekleşmiyor. Ekonomik büyüme, toplam üretim kapasitesinde ve toplam arzın artmasında ve reel gelir artışında etkili olmadığı için yoksulluk düzeyini düşüremiyor. Sosyal adalet, göreceli gelir ve refah eşitliği kayboldu. hane halkında devam eden fakirleşme süreci esasen firmalar için de söz konusudur.
-Verim ve reel gelir artışına dayanmayan ücret artışları, ciddi makro riskler içeriyor: Verim artışı sağlanmadığı halde, ücretlerde yapılan artışlar, ülke düzeyinde enflasyon etkisi yaratıyor, fiyata yansıtma kabiliyeti veya olanağı olmayan firmalar açısında da piyasadan çekilme sonucunu doğuruyor. Türkiye’de teknolojik yatırımlar, verimlilik artışı sağlama amacından ziyade, daha çok kamusal yardım sağlamanın gerekçesi haline getirildi.
-Orta Vadeli Program (OVP)’da 2025 yılı için kur seviyesinde düşüş öngörülmesi bir varsayım hatası olup OVP’na ilişkin genel güveni zedeledi. “Orta Vadeli Program”da ABD doları 2023 yıl için 29,15 TL, 2024 yılı için 44,41 TL, 2025 yılı için 43,46 TL ve 2026 yılı için 52,14 TL olarak hesaplanıyor. Bu durumda 2025 yılında kur artışı yerine %2,16 oranında bir kur düşüşü öngörülüyor. 2025 yılında da bütçe açığı ve cari açık devam ettiği beklendiğine göre, kurda düşüş öngörülmesi ciddi bir varsayım ve hesaplama hatasıdır.
-Bütçe harcamalarında öngörülen artışlar, hedeflenen enflasyonu bozacak en büyük faktördür. Gerçekleşmesi beklenen 1,7 trilyon TL’lık bütçe açığının ilk 7 ayda yaklaşık dörtte biri realize oldu, dörtte üçünün ise kalan dönemde realize olması hedeflendiğine göre, bu büyüklükte hedeflenen ilave bir harcamasının, beklenen enflasyon üzerinde çok ciddi bozucu etkileri olacağı ve sonuçların beklenen enflasyonu yüksek miktarda aşacağı kesindir.
-Kademeli olarak artırılan utangaç faizler, enflasyon beklentilerinin altında kaldığı için para politikasında yeterli bir sıkılaşma algısı yaratılmasını engelledi. Merkez Bankası tarafından enflasyonla mücadele edildiği algısı, hala yaratılamadı. KKM’nin ve piyasa dışı regülasyonların ve yüksek negatif faizlerin hala devam etmesi, Merkez Bankası’nın piyasalar üzerinde kontrol gücü kazandığına, güven verdiğine ve enflasyonla mücadele edildiğine ilişkin algıları zayıflatıyor.
-Politika faiz artışlarının aynen TL mevduat faizlerine yansıtılmamasının makro maliyetleri oldukça yüksektir. Politika faizinde oluşan artış oranlarının TL mevduat faizlerine aynen yansıtılmaması, enflasyon yükünün hafiflemesini ve CDS primlerinin düşmesini zamana yayarak maliyetlerin uzun süre devam etmesine sebep oluyor. 2024 yılı ve daha sonrası ile ilgili olan mevcut para politikasının sıkılaştırma stratejisi esasen 2023 enflasyonunu kapsamadığı iyice ortaya çıktı.
Ödemeler dengesi krizinin önlenmesi açısından yapılan bu faiz artışının zaman kazandırıcı avansı bitmeden reformların hızlıca başlatılması gerekir: Uzun süredir inatla sürdürülen bilim dışı bir yanlıştan dönülmek üzere yapılan faiz artışı doğru bir karar olmakla beraber, hukuk ve yönetim alanlarını da kapsayacak şekilde geniş yelpazeli bir yapısal dönüşüm ve istikrar programıyla desteklenmez ise ve faizler, enflasyonla paralel hale getirilmez ise faiz artışının pozitif yönde ortaya çıkardığı zaman kazandırıcı etkisi kısa süre içerinde kaybolup gidecektir.
KESKİN FAİZ ARTIŞLARIYLA KUR ARTIŞLARININ ÖNÜ BİR AN ÖNCE ALINMALIDIR
Türkiye’nin uzun süredir bir tasarruf politikasının bulunmaması, enflasyonla mücadelesindeki başarısızlığının temel nedenlerinden birisidir. Bira an önce kamu ve özel sektörleri arasında herhangi bir ayırım yapılmadan orta ve uzun vadeli bir tasarruf programı oluşturulup devreye alınması gerekir. Tasarruf programlarının başlangıç noktası, vergi rejimindeki adaletsizliklerin giderilmesidir. Faiz oranlarının enflasyon seviyesine ulaşması sağlanmadan TL’deki değer kaybının ve dolayısıyla enflasyon artışının önlenmesi durmayacaktır. Faiz oranlarındaki kademeli artış zaman kaybettiricidir. Keskin artışlarla kur artışlarının önü bir an önce alınmalıdır. Aksi takdirde ücret-fiyat sarmalı devam edecek ve üretim sektöründe birçok firmanın devre dışı kalma süreci hızlanacaktır.
GELİR DAĞILIMI BOZUK OLDUĞU İÇİN EKONOMİK BÜYÜME, YOKSULLUĞU AZALTMIYOR
Türkiye ekonomisinin kaynak dağılımında yaşanan dengesizlik, bozulmanın ötesinde, uzun süredir doğaya ve çevreye ciddi zararlar vermeye başladı. Zira rüşvet, yolsuzluk ve iktisadi temeli olmayan kamusal tercihler, kaynak dağılımının ana itici gücü haline geldi. Bozulan ve öncelikleri umursamayan bu kaynak dağılımı mekanizması, üretimdeki verim artışlarını ve büyümenin sürdürülebilirliğini engelliyor. Fakirlik kümesinde artan yoğunlaşma, kısa sürede çözülecek bir problem olmaktan artık çıktı, önemli yapısal sorunlardan biri haline geldi. Satın alma gücünde, başlangıçta kamusal tercihlere dayalı olarak başlatılan erozyon, kontrol dışına çıkan Türkiye ekonomisinin ana problemi haline geldi. Türkiye’deki yoksulluk daha çok yetersiz beslenme, barınma koşullarının kötüleşmesi, sağlık hizmetlerine erişim zorlukları şeklinde somutlaşıyor. Türkiye ekonomisinde gelir dağılımı bozuk olduğu için ekonomik büyüme yoksulluğu azaltacak kapsamda gerçekleşmiyor. Ekonomik büyüme, toplam üretim kapasitesinde ve toplam arzın artmasında ve reel gelir artışında etkili olmadığı için yoksulluk düzeyini düşüremiyor. Sosyal adalet, göreceli gelir ve refah eşitliği kayboldu. Nominal büyüme ile yetinen birçok firma, reel olarak küçüldüğünün ve faaliyette kalma sürelerinin kısaldığının farkında bile değillerdir. Bu durum Türkiye ekonominde sermayenin tabana yayılmasını önleyecek, rekabet ortamını bozacaktır. Dolayısıyla hane halkında devam eden fakirleşme süreci esasen firmalar için de söz konusudur.
VERİM ARTIŞINA DAYANMAYAN ÜCRET ARTIŞLARI, CİDDİ MAKRO RİSKLER TAŞIYOR
Verim ve reel gelir artışına dayanmayan ücret artışları, ciddi makro riskler içeriyor: Verim artışı sağlanmadığı halde, ücretlerde yapılan artışlar, satış fiyatlarına yansıtma kabiliyeti olan firmalar açısından ülke düzeyinde enflasyon etkisi yaratıyor, fiyata yansıtma kabiliyeti veya olanağı olmayan firmalar açısında da piyasadan çekilme sonucu doğuruyor. Türkiye ekonomisi açısından teknolojik yatırımlar, verimlilik artışı sağlama amacından ziyade, daha çok kamusal yardım sağlamanın gerekçesi haline getirildi. ARGE teşvik kural ve mekanizmalarının ve bu alanda kamu adına görevli olan kadroların yeniden gözden geçirilmesi gerekir.
Türkiye sanayi sektörünün teknolojik yenilenme seviyesi, son 15-20 yılda hızlıca geriledi. Son 15 yılda Türkiye sanayi sektörünün teknolojik seviyesi durağanlaştı, katma değeri ve teknolojisi yüksek ürünlerin üretimindeki yenilenme seviyeleri konjonktürün gerisinde kaldı. Düşük teknoloji, üretim mekanizmaları nedeniyle Türkiye ekonomisinin toplam faktör verimliliği geriledi. Üstelik son yıllardaki önyargılı kamusal uygulamaların da yardımıyla, nispeten verimliliği daha düşük firma gruplarının payında yığınsal artışlar meydan geldi. Ayrıca, güncel küresel teknolojik seviyeler ile özellikle KOBİ’lerin teknolojik seviyeleri arasındaki fark, Türkiye aleyhine giderek daha da açılıyor.
ULUSAL EĞİTİM KALİTESİ GÜÇLENDİRİLMELİ
Markalaşma gibi kalıcı alanlardaki stratejiler ihmal edilerek, etkisi kısa erimli olan rekabetçi fiyat oluşumlarının öne çıkartılması kalıcı ve sürdürülebilir iyileşmelerin önüne geçti. Rekabetçi fiyat mekanizmalarının oluşumuna ön ayak olan kamusal tercihler ise yüksek enflasyona yol açtı, geniş yığınların satın alma güçlerini zayıflattı. Mevcut eğitim sisteminin teknisyenlik görevleri için etkin ve yeni kadroların oluşumuna gerekli desteği sağlama kalitesi zayıfladı. İleri teknolojileri kendi koşullarının gerektirdiği şekilde kullanabilen yetişmiş mühendislik ve teknisyen kadroların önemli bir kısmı ülke dışını çıktı, mevcut eğitim kalitesi ise etkin ve yeni kadroların oluşumuna gerekli desteği sağlamaktan uzak kalıyor. ARGE teşvik politikalarında ve uygulamalarında gerekle değişim ve dönüşümler sağlanarak, dijitalleşme ve çevreci yaklaşımlarla firmaların yüksek teknolojiye dönüşümü esas amaç haline getirilmeli ve ulusal eğitim kalitesi güçlendirilmelidir.
ORTA VADELİ PROGRAMA GENEL GÜVEN ZEDELENDİ
Orta Vadeli Program (OVP)’da 2025 yılı için kur seviyesinde düşüş öngörülmesi bir varsayım hatası olup OVP’na ilişkin genel güveni zedeledi. “Orta Vadeli Program”da 2023-2024-2025 ve 2026 yıllarına ilişkin ortalama olarak öngörülen kur parametreleri, yıl sonu nokta kurlarına dönüştürüldüğünde 2023 yıl için 29,15 TL, 2024 yılı için 44,41 TL, 2025 yılı için 43,46 TL ve 2026 yılı için 52,14 TL olarak hesaplanıyor. Bu durumda 2025 yılında kur artışı yerine %2,16 oranında bir kur düşüşü öngörülüyor. 2025 yılında da bütçe açığı ve cari açık devam ettiği beklendiğine göre, kurda düşüş öngörülmesi ciddi bir varsayım ve hesaplama hatasıdır.
KUR SEVİYELERİ İLE İLGİLİ TAHMİNLER, OVP’NİN ENFLASYON ÖNGÖRÜLERİNE DE YANSIDI
Kur seviyelerine yapılan tahmin hataları, doğal olarak aynı anda OVP’nın enflasyon öngörülerine de yansıdı. 2023 yılındaki sene başı-sene sonu kur artışı ile (%55,90) 2024 yılı için öngörülen kur artışı (%52,36) hemen hemen aynı iken, 2023 yılında gerçekleşecek %65 enflasyon oranına rağmen 2024 yılındaki enflasyonun %33 olarak öngörülmesi anlamsızdır. Potansiyel büyüme oranları seviyesinde öngörülen hedefler ile enflasyonda beklenen düşüşlerin eş zamanlı olarak realizasyonu OVP’ın açıklanmaya muhtaç en ciddi zayıflığıdır. Özellikle faiz başta olmak üzere para politikasının araçlarının kullanılma inisiyatifindeki bağımsızlık ve yatırım ortamının birincil belirleyeni hukuk alanlarında neler yapılacağı bilinmezler arasında yer almaya devam ediyor.
BÜTÇE HARCAMALARINDA ÖNGÖRÜLEN ARTIŞLAR, HEDEFLENEN ENFLASYONU BOZACAK NİTELİKTE
Maliye politikası, yapısal bir dönüşüme, yüksek katma değerli üretime, vergisel reformlara ilişkin uygulamaların tamamına uzak kalmış durumdadır. Bütçe harcamalarında öngörülen artışlar hedeflenen enflasyonu bozacak en büyük faktördür. Gerçekleşmesi beklenen 1,7 trilyon TL’lık bütçe açığının ilk 7 ayda yaklaşık dörtte biri realize oldu, dörtte üçünün ise kalan dönemde realize olması hedeflendiğine göre, bu büyüklükte hedeflenen ilave bir harcamasının, beklenen enflasyon üzerinde çok ciddi bozucu etkileri olacağı ve sonuçların beklenen enflasyonu yüksek miktarda aşacağı kesindir. Son yıllarda kamu bütçesindeki gelir artışlarının önemli bir kısmı TL’nin dış ve iç değer hareketleri arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanıyor. Türk Lirasının dövizlere karşı değeri ile yurt içi mal ve hizmetlere karşı değeri arasındaki eşgüdümsüz hareketler, büyümenin ve bütçe gelirlerinin artmasına ya da artmış gibi gözükmesine ve karşılığında da hane halkı ve yerli tüketicilerin satın alma güçlerinin düşmesine neden oluyor.
MERKEZ BANKASI TARAFINDAN ENFLASYONLA MÜCADELE EDİLDİĞİ ALGISI HALA YARATILAMADI
Para politikasında yeterli bir sıkılaşma hali ortaya çıkmadı. İlkten önden yüklemeli faiz artışlarının yerine kademeli olarak artırılan utangaç faizler, enflasyon beklentilerinin altında kaldığı için para politikasında yeterli bir sıkılaşma algısı yaratılmasını engelledi. Merkez Bankası tarafından enflasyonla mücadele edildiği algısı, hala yaratılamadı. KKM’nin ve piyasa dışı regülasyonların ve yüksek negatif faizlerin hala devam etmesi, Merkez Bankası’nın piyasalar üzerinde kontrol gücü kazandığına, güven verdiğine ve enflasyonla mücadele edildiğine ilişkin algıları zayıflatıyor. Yüklü ve tek defada şok edici bir faiz artışı yapılması konjonktürel bir elzemdir. Kademeli ve zamana yayılan faiz artışları yerine, mevcut enflasyonu ve düzgün ölçülen enflasyon beklentilerini aşacak ve bertaraf edecek şekilde yüklü ve tek defada şok edici bir faiz artışı yapılması şarttır. Bu günkü faiz kararında, Merkez Bankası’nın 10 puanın (1000 baz puan) altında kalacak bir faiz artışına gitmesi, sıkılaşma yönünden beklenen etkiyi yapmayacak, enflasyonla mücadelenin maliyetini ve süresini artırmaktan başkaca hiçbir işe yaramayacaktır.
POLİTİKA FAİZ ARTIŞLARI AYNEN TL MEVDUAT FAİZLERİNE DE YANSITILMALI
Politika faiz artışlarının aynen TL mevduat faizlerine yansıtılmamasının makro maliyetleri oldukça yüksektir. Politika faizinde oluşan artış oranlarının TL mevduat faizlerine aynen yansıtılmaması, enflasyon yükünün hafiflemesini ve CDS primlerinin düşmesini zamana yayarak maliyetlerin uzun süre devam etmesine sebep oluyor. 2024 yılı ve daha sonrası ile ilgili olan mevcut para politikasının sıkılaştırma stratejisi esasen 2023 enflasyonunu kapsamadığı iyice ortaya çıktı. Dolayısıyla 2023 yılındaki reel ücret kayıpları telafi edilmeyecek, enflasyon hedefi de aşılacaktır. TL’nin değeri belli bir istikrara kavuşmadan, ücretlerdeki artış kısıtlanmadan, ek vergilerin salınımı durdurulmadan 2024 yılının % 33’lük enflasyon hedefi de risk altında olmaya devam edecektir.
Politika faiz artırımlarının sınırı, 2024 yılı için hedeflenen %33 enflasyonun artı ya da eksi %10 aralığı civarında nihayetleneceği anlaşılıyor. Sonuçta 2023 yılı sonuna yüksek olasılıkla % 30 ile %36 aralığında bir noktadaki politika faiz oranıyla girilecektir. Oysa böyle bir faiz oranı 2024 yılı Nisan ayına kadar negatif reel fazin devam edeceğine sebep olacağı için, 2024 Mayıs ayından itibaren enflasyon, politika faizinin bir aylık getirisi olan % 2.96 faiz civarına ineceği varsayılsa bile, bu durumda 2024 yılının tamamında enflasyon % 33 hedefini kesinlikle aşmış olacaktır.
Orhan Ökmen
Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı
okmen@turcomoney.com
Orhan ÖKMEN
Başkan
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.