– Son yıllarda enflasyon tahminlerine ilişkin çeyreklik frekansta yayımlanan Enflasyon Raporları’nda, paylaşılan enflasyon ve çıktı açığına ilişkin tahminler niteliksel açıdan yeterli açıklamaları içermiyor. Para politikasının gelecekteki seyrine ilişkin risk faktörleri, söz konusu risklerin gerçekleşmesi halinde TCMB’nin ortaya koyabileceği olası politika tepkileri anlatılmıyor ve gelişmelere koşullu olarak gelecekte uygulanabilecek faiz patikasına ilişkin sinyaller verilmiyor, her şeyin sabit oluğu şeklinde ön kabullerle açıklanıyor.
– Enflasyon ve enflasyon beklentileri, resmi hedeflerin önemli ölçüde üzerinde kaldı, kontrol ufku olmadığı için politika ufku da oluşmadı. Son iki yıllık süreçte, enflasyon görünümünü etkileyen tüm etkiler dikkate alınarak enflasyonu hedeflenen patika ile uyumlu seviyelerde tutacak şekilde parasal duruşun uyarlanması veya tahmin patikasının yukarı yönlü güncellenmesi söz konusu olmadı.
– Türkiye ekonomisi, önceliklendirme açısından makroekonomik politikaların çerçevesi oluşturulmadan yönsüz bir şekilde yol alıyor. Seçimlerden sonra uygulanacak politikalar, öncelik sıralamasına göre yapılmalı, en başa yüksek enflasyonla mücadele konulmalı, cari açık ve döviz kazanma kabiliyeti sorunuyla mücadele edilmeli. Regülasyon görevi ve hakkı bulunan kurumların bağımsızlığı tekrar sağlanmalı. Kaynak dağılımları bilimsel kurallara göre yeniden şekillendirilmelidir.
– Arz ve talep, enflasyonun her iki türü için en etkili tek çözüm, pozitif reel faiz uygulamaları eşliğinde yapısal dönüşüme başlanmasıdır. Türkiye’de yapılamayan ve eksik olan budur. Seçim sonrasında ana hedef, bu eksikliği gidermek olmalıdır. İstikrarını kaybeden bir para, toplumun sosyal tabanını ve değişim kabiliyetini zayıflatarak para ikamesi yoluyla varlığını sürdürür. Türk parası, istikrarını ve dolayısıyla adil değer ölçme özelliğini kaybetmiş bir paradır. Kaynakların rasyonel dağılımı giderek bozuluyor, istihdam düzeyi potansiyelin altında kalıyor:
– Faiz oranları ve faiz politikaları yanlış belirlenmiş ise, açık piyasa işlemleri, karşılık oranları, kredi sınırlandırması ve selektif uygulamalar gibi diğer önlemlerin tamamı beklenen sonucu ve etkiyi üretemez. Merkez Bankası’nın son yıllardaki para politikasındaki etkinsizliği, uzun vadeli sermaye oluşumunun zayıf kalmasına neden oluyor. Maliyet enflasyonuna neden olan CDS primlerinin düşürülmesini hedefleyen uygulamalar, hep gündem dışı kaldı. Seçimlerden sonra CDS primlerini düşürecek ekonomik ve politik uygulamalara acilen başlanmalıdır.
– Türkiye’de dengeden uzaklaşan reel kurlarla ilgili önlem almak yerine sadece nominal kur seviyesi üzerine yoğunlaşan politika yapıcılarının ve ekonomik birimlerin başarılı olma şansları yoktur. Cari durumda Türk Lirası’nın dolar karşısında denge seviyesi 13,5 TL civarında hesaplanıyor. Bu noktanın üzerindeki seviyeler, TL açısından dengesiz alanlardır. Sağlıklı ekonomik, politik dönüşüm süreçleriyle dolar kuru seviyesi kısa süre içerinde bu denge noktası civarına gerileyebilir. Seçimden sonra dövizde denge kuruna yaklaşmak amaçlanmalıdır.
İstihdam üzerindeki yüksek vergiler ve medyan ücrete giderek yakınsayan asgari ücret miktarı kayıt dışılığı özendiren ve hatta artıran uygulamalardır. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD-Organisation for Economic Co-Operation and Development) üyesi 37 ülke arasında asgari ücret/medyan ücret rasyosu en yüksek olan ülkelerden birisi Türkiye oldu. Bu Türkiye ekonomisinin popülist lüksüdür. Zira, rasyonun paydasındaki medyan ücret asgari ücret artışına eşlik edemedi.
Son yıllarda enflasyon tahminlerine ilişkin çeyreklik frekansta yayımlanan Enflasyon Raporları’nda, paylaşılan enflasyon ve çıktı açığına ilişkin tahminler niteliksel açıdan yeterli açıklamaları içermiyor. Para politikasının gelecekteki seyrine ilişkin risk faktörleri, söz konusu risklerin gerçekleşmesi halinde TCMB’nin ortaya koyabileceği olası politika tepkileri anlatılmıyor ve gelişmelere koşullu olarak gelecekte uygulanabilecek faiz patikasına ilişkin sinyaller verilmiyor, her şeyin sabit oluğu şeklinde ön kabullerle açıklanıyor. Ekonomiyi gelecekte etkileyecek şoklar ve dışsal faktörler, gerçekçi bir şekilde oluşturulan tahminlere ve varsayımlara yer verilmiyor. İki tahmin dönemi arasında meydana gelen şokların, ülke risk primini yükseltici olayların, döviz kuru geçişkenliğini artıran gelişmelerin ve para politikasının etki alanında olan ya da olmayan gelişmelerin etkilerine göre para politikasında yapılması gerekli duruş güncellenmiyor, her raporda aynı sabit görüşler paylaşılıyor.
Enflasyon ve enflasyon beklentileri, resmi hedeflerin önemli ölçüde üzerinde kaldı, kontrol ufku olmadığı için politika ufku da oluşmadı. Son iki yıllık süreçte, enflasyon görünümünü etkileyen tüm etkiler dikkate alınarak enflasyonu hedeflenen patika ile uyumlu seviyelerde tutacak şekilde parasal duruşun uyarlanması veya tahmin patikasının yukarı yönlü güncellenmesi söz konusu olmadı.
KAYNAK DAĞILIMI, POPÜLİST HEDEFLERDEN UZAKLAŞILARAK YENİDEN ŞEKİLLENDİRİLMELİDİR
Türkiye ekonomisi, önceliklendirme açısından makroekonomik politikaların çerçevesi oluşturulmadan yönsüz bir şekilde yol alıyor. Seçimlerin sonrasında uygulanacak politikaların öncelikli sıralaması yapılarak en başa yüksek enflasyonla mücadele konulmalı, cari açık ve döviz kazanma kabiliyeti sorunuyla mücadele hemen eş zamanlı olarak ele alınmalıdır. Regülasyon görevi ve hakkı bulunan kurumların bağımsızlığı tekrar sağlanarak, regülasyon içerikleri ve kaynak dağılımları bilimsel kurallara göre, popülist hedeflerden uzaklaşılarak yeniden şekillendirilmelidir. Cari enflasyon, beklenen enflasyonun bir fonksiyonu olmakla beraber çift yönlü etkileşim fasit daire etkisi yaratıyor. Zira tüm ekonomik davranışların temelini oluşturan ve enflasyonun arkasındaki temel itici gücü oluşturan beklentiler son iki yıllık enflasyonun esas nedenidir. Beklentilerin düzeltilmesi sürecinde, para politikasının doğrudan düşük ve sürdürülebilir enflasyon oranına odaklanması, hesap verebilir ve ileriye yönelik ciddiye alınan bir taahhüt mekanizması yaratabilir.
ENFLASYON HEDEFLEMESİ, SON İKİ-ÜÇ YILDIR CİDDİ BİR KIRILMA YAŞADI
Para politikası çerçevesi ve enflasyon hedeflemesi son iki üç yıldır ciddi bir kırılma yaşadı. Takip edilen para politikası kararlı bir dezenflasyon programı hedefinden uzaklaştı, siyasetin arzusu üzerine büyüme odaklı hale geldi ve ancak ortaya çıkan tahripkâr maliyet dayanılmaz boyutlara ulaştı.
Gerçekleşen enflasyonun beklenen enflasyon üzerindeki etkisinin artmakta olmasının nedeni, Merkez Bankası hedeflerinin güvenilir olmadığı, gevşek para politikası uygulandığı algısı ile birebir ilişkilidir. Gerçekleşen enflasyonun artışına neden olan döviz kurlarındaki artışlar da beklentileri bozdu. Yakalanabilir olmayan hedeflerin ilan edilmesi, daha işin başında beklentileri ve inandırıcılığı zayıflatılıyor. Ayrıca, işin sonunda hesap verilmeden aynı başarısızlığa devam edilmesi de taahhüt mekanizmasının inandırıcılığını yok ediyor.
Önceki dönemlerde alınan fiyatlama kararları, kontratlar, öngörülemeyen şoklar gibi nedenlerle, merkez bankalarının kullandığı araçların cari enflasyon üzerindeki kontrolü sınırlı kalıyor. Para politikası araçları, parasal aktarım mekanizmasının ihtiyaç duyduğu süre içerinde enflasyonu belirli bir gecikme ile etkileyebiliyor. Bunun yanı sıra, tahminlerin hedeflere hangi vadede yakınsayacağı (politika ufku) iktisadi konjonktüre, enflasyon ve çıktının denge değerlerinden ne kadar uzak olduğuna ve ekonomiye gelen şokların büyüklüğüne ve niteliğine bağlı olarak değişebiliyor.
ENFLASYONLA MÜCADELE İÇİN SERT VE GERÇEKÇİ BİR “BEKLENTİ ÇIPALANDIRILMASI” GEREKİR
Enflasyona karşı politika duruşu oluşturulurken ve yorumlanırken daha çok “orta vadeli” tahminler dikkate alındığı için, seçim sonrasında doğru duruş sergilenmeye başlamış olunsa bile enflasyon iyileşmesi hemen kısa sürede ortaya çıkmayacaktır. Zira, para politikası kararları ve enflasyon tahminleri arasındaki karşılıklı olan çift yönlü dinamik ilişki enflasyon tahminlerinin hedef doğrultusunda gerçekleşmesini hızlandırıyor veya yavaşlatıyor. Enflasyonla mücadele için en öncelikli olarak tahrip olan kredibilitenin yeniden kazanılması için sert ve gerçekçi bir “beklenti çıpalandırılması” gerekir.
SON İKİ-ÜÇ YILDA YAPILAN UYGULAMALAR, HİPER ENFLASYONA YOL AÇIYOR
Ekonominin soğumasına izin vermeyen politikalarla enflasyon düşürülemez, tam aksine işin sonu ücret-fiyat artışı sarmalı yoluyla hiper enflasyona gider: Enflasyon karşısında, ekonomiyi soğutacak, çıktı açığını sıfırlayacak şekilde talep daraltması, verimliliği ve katma değeri artırılması gibi ortodoks yöntemler bir kenara bırakılıp, azalan reel ücretlerin telafisi için popülist ücret zamları, vergi indirimleri, çeşitli destekleme paketleri gibi yöntemlere başvurulması, en tehlikeli mücadele yöntemdir. Zira, ekonominin kendiliğinden dahi soğumasına izin verilmemiş oluyor. Türkiye’de son iki üç yılda yapılan uygulamalar, bu kapsamda hiper enflasyona yol açıyor. Enflasyonla kalıcı büyüme sağlanamaz.
Arz ve talep, enflasyonun her iki türü için en etkili tek çözüm, pozitif reel faiz uygulamaları eşliğinde yapısal dönüşüme başlanmasıdır. Türkiye’de yapılamayan ve eksik olan budur. Seçim sonrasında ana hedef, bu eksikliği gidermek olmalıdır. İstikrarını kaybeden bir para, toplumun sosyal tabanını ve değişim kabiliyetini zayıflatarak para ikamesi yoluyla varlığını sürdürür. Türk parası, istikrarını ve dolayısıyla adil değer ölçme özelliğini kaybetmiş bir paradır. Kaynakların rasyonel dağılımı giderek bozuluyor, istihdam düzeyi potansiyelin altında kalıyor: Son birkaç yılda görülen sermaye hasıla katsayısındaki yükselmeler, makine ve teçhizat yatırımlarına göre spekülatif yatırımların ve spekülatif kazançların daha fazla hız kazandığını gösteriyor. Son yıllarda kapanan firmaların sayısındaki artışlar, altına ve gayrimenkule yönelişler ve tasarruf eğilimindeki düşüşler, enflasyonun yatırım kararları üzerinde yol açtığı yanlışlık ve belirsizlik nedeniyledir.
SEÇİMLERDEN SONRA CDS PRİMLERİNİ DÜŞÜRECEK EKONOMİK VE POLİTİK UYGULAMALARA BAŞLANMALI
Faiz oranları ve faiz politikaları yanlış belirlenmiş ise, açık piyasa işlemleri, karşılık oranları, kredi sınırlandırması ve selektif uygulamalar gibi diğer önlemlerin tamamı beklenen sonucu ve etkiyi üretemez. İşte bu nedenle Merkez Bankası kendi tespit ettiği hedeflere ulaşamıyor. Sermayenin marjinal verimliği, faiz oranlarının üzerinde kaldığı müddetçe hiçbir para politikası yatırımların yönüne etki edemez. Merkez Bankası’nın son yıllardaki para politikasındaki etkinsizliğin de uzun vadeli sermaye oluşumunun zayıf kalmasının da ana nedeni budur. Maliyet enflasyonuna neden olan CDS primlerinin düşürülmesini hedefleyen uygulamalar, hep gündem dışı kaldı. Seçimlerden sonra CDS primlerini düşürecek ekonomik ve politik uygulamalara acilen başlanmalıdır.
Para ve maliye politikalarının seçilen döviz kuru rejimiyle uyumlu olması gerekir. Zira, seçilen döviz kuru rejimi, uygulanacak makro ekonomik politikaları net bir şekilde sınırlar. Son iki yıldır bu sınırlamayı ihmal ederek geliştirilen regülasyonlar yarar yerine zarar getirdi. Döviz kurları yanlış yerde dengeleniyor: TL’nin değeri üzerinde rol oynayan uluslararası fiyatlar, küresel para akımları, küresel reel faiz oranları gibi dış etkenlerin çok yünlü baskısı yurt içi politik etkenlerle massedileme becerisi gösterilemediği için döviz kurları yanlış yerde dengelendi.
UYGUN OLMAYAN MAKRO EKONOMİK POLİTİKALAR, REEL DÖVİZ KURLARININ DENGE SEVİYESİNİ TAHRİP EDİYOR
Ticarete konu olan malların fiyatı ile ticarete konu olmayan malların fiyatının göreli oranından oluşan reel döviz kurunun yanlış yerde oluşması Türkiye’nin refahını esaslı bir şekilde azaltıyor. Aynı zamanda da döviz kurunu belirleyen yurt içi makro faktör kalemleri arasında bir kargaşa hali bulunuyor: Döviz kurunun dengeye gelmesinde etkili olan yurtiçi politik etkenler arasında bulunan ithalat ve ihracat rejimleri, ithalat ve ihracata ilişkin vergiler, döviz ve sermaye kontrolleri, genel vergiler, sübvansiyon sistemleri ve kamu harcamaları kendi aralarında bir kargaşa içerinde bulunuyor. Döviz kurunun dengeye gelmesinde etkili olan yurtiçi politikaya ilişkin olmayan etkenlerin başında gelen teknoloji ve eğitim seviyesi dünya sıralamasında göreceli olarak geriledi. Uygun olmayan makro ekonomik politikalar, reel döviz kurlarının denge seviyesini tahrip ediyor, piyasalarda tedarikçi borç-alacak krizi etkisinin artmasına neden oluyor.
TÜRKİYE’DE REEL KURLAR, DENGEDEN UZAKLAŞTI
Nominal döviz kuru, iki paranın birbirine karşı fiyatıdır. Reel döviz kuru ise, ticarete konu olan malların fiyatının, ticarete konu olmayan malların fiyatına olan orandır. Reel döviz kuru bozulurken nominal döviz kurunun düzelmesi mümkün değildir. Ülkelerin uluslararası rekabet gücünün en önemli göstergesi reel döviz kurudur. Türkiye’de dengeden uzaklaşmış olan reel kurlarla ilgili önlem alma yerine sadece nominal kur seviyesi üzerine yoğunlaşan politika yapıcılarının ve ekonomik birimlerin bu haliyle başarılı olma şansları yoktur.
Cari durumda Türk Lirası’nın dolar karşısında denge seviyesi 13,5 TL civarında hesaplanıyor. Bu noktanın üzerindeki seviyeler, Türk parası açısından dengesiz alanlardır. Sağlıklı ekonomik, politik dönüşüm süreçleriyle dolar kuru seviyesi kısa süre içerinde bu denge noktası civarına gerileyebilir. Bu sayede de haksız sermaye ve satın alma gücü transferleri geldikleri yerlere iade olma fırsatı doğar. Seçim sonrası için takip edilecek hedeflerin başında dövizde denge kuruna yaklaşmak amaçlanmalıdır.
Orhan Ökmen
Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı
okmen@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.