Son Haberler

Türkiye ekonomisi nereye gidiyor?

Türkiye, gerek siyasi gerekse ekonomi cephesinde çok zorlu bir dönemden geçiyor. *Türk ekonomisinin kronik sorunları enflasyon, işsizlik ve faiz oranları, son yılların en yüksek seviyesinde. Bütün bunlara bir de beka tartışmaları da eklendiği için, “Türkiye ekonomisi nereye gidiyor?” sorusu, gündemin en önemli maddelerinden biri oldu.

*Peki bu kritik dönem nasıl aşılır? Hükümet, hangi önlemleri almalı? İşadamları, yatırımcılar ne yapmalı?

*Turcomoney Dergisi’nin yazarları, WOW İstanbul Hotel’den yemekli toplantıda bir araya geldi, ekonomiyi masaya yatırdı.

*İşte her biri kendi alanında uzman olan Turcomoney yazarlarından çarpıcı analizler ve öneriler…

 

HAYREDDİN TURAN

Dünyanın en güzel ama aynı zamanda en zorlu coğrafyasında yer alan Türkiye, tarih boyunca hep zorluklarla, sıkıntılarla baş etmek zorunda kaldı. Ekonomide krizlerle, siyasette çalkantılarla boğuştu. Sadece son 25 yılda Türkiye’de yaşananları hatırlamak bile insanı yoruyor. 1990 yılından bugüne yaşanan ekonomik krizler ve siyasi gerginlikler, Türkiye’nin enerjisini alıp götürdü. Bu krizlerle birlikte faizler tırmandı, döviz patladı, borsa çöktü, fabrikalar kapandı, yüzbinlerce insan işsiz kaldı.

Türkiye, 2018 yılını da oldukça sıkıntılarla geçirdi, hiç beklenmedik gelişmelerle karşı karşıya geldi. 24 Haziran’da yapılan seçimlerle Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçti. Ardından döviz kurlarında, son dönemlerin en yüksek dalgalanmalarına şahit olduk. Dövizdeki bu hareketlilik faizlerin yükseltilmesi yoluyla bir dizginlenebildi. Bütün bunların sonucunda Türkiye, yüzde 20’ler seviyesine çıkan enflasyon, yüzde 25-30’lar seviyesine çıkan faizler ve yüzde 13’lere yaklaşan işsizlik oranları ile son yılların en yüksek seviyelerini gördü.  Türk ekonomisi, küçülme sürecine girdi. Bütün bu sorunlarla birlikte gündeme gelen bir başka husus daha var: Beka tartışması…

Evet Türkiye’nin sorunları fazla… Ama çözüm yolları da fazla… Türkiye’nin imkanları, potansiyeli da fazla… Nitekim Türkiye, döviz kurlarındaki hareketliliği artan ihracat ve turizm gelirleri ile bir miktar da olsa dengeliyor… Mega projelerle kalkınma sürecini devam ettirmeyi hedefleyen Türkiye, aslında dünyada en fazla büyüme potansiyeline sahip bir ülke… Genç ve dinamik nüfusu, eşsiz coğrafyası, tarihi ve kültürel mirası ile gelişme potansiyeli en fazla ülkelerden biri…

Peki Türkiye ekonomisi, nereye gidiyor? İhracat kanalı nasıl açılır? Dövizdeki dalgalanmalar, nasıl dindirilir?

Yaşadığımız siyasi ve ekonomik problemler, nasıl fırsata dönüştürülür?

Türkiye’nin bu badireleri atlatması için Hükümet ne yapmalı?

Turcomoney yazarları, WOW İstanbul Hotel’de düzenlenen yemekli toplantıda bir araya geldi, Türkiye ekonomisini masaya yatırdı…  Sürdürülebilirlik Akademisi Yönetim Kurulu Başkanı Murat Sungur Bursa, Türkiye Katılım Bankaları Birliği Genel Sekreteri Osman Akyüz, GCM Menkul Kıymetler Genel Müdürü Alper Nergiz, Medikal Turizm Derneği USA Avrupa Başkanı Selin Yıldırım, Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ramazan Başak, bankacı Şaban Çağıran ve gayrimenkul uzmanı Bilge Özdemir, çarpıcı analizler yaptı, çözüm yollarını ortaya koydu…

İşte Turcomoney Genel Yayın Yönetmeni Dr. Kazım Kılınç’ın moderatörlüğünde sıcak bir atmosferde gerçekleştirilen o toplantıdaki çarpıcı notlar…

kazım kılınç ile ilgili görsel sonucu

Dr. Kazım Kılınç: Türkiye ekonomisi son 1 yılda çok tartışılıyor. İşte enflasyon son yıllarda rekor kırmış durumda faizler en yüksek seviyelerde işsizlik son yılların en yüksek seviyesinde. Türkiye sorunları çok olan ama üstesinden gelebilen bir ülke. Tarihimize baktığımızda çok zorlu dönemleri aştığımızı görüyoruz. Bu toplantıda, Türkiye ekonomisi nereye gidiyor? sorusundan hareketle tartışacağız… Ve şimdi sözü siz değerli yazarlarımıza bırakmak istiyorum. İlk konuşmayı değerli yazarımız Sürdürülebilirlik Akademisi Başkanı Murat Sungur Bursa’ya verelim. Evet Murat üstat, söz sizde… İlk değerlendirmeyi sizden alalım. Sizden başlayalım. Sizin pencerenizden Türk ekonomisi nasıl gözüküyor? Bize Türk ekonomisinin tablosunu çizer misiniz?

murat bursa sungur ile ilgili görsel sonucu

2019, 2018’DEN DAHA İYİ OLACAK

Murat Sungur Bursa: Türkiye ekonomisi ile ilgili görüşüm şöyle: Bu konuda ikili duygu  içerisinde olduğumu söyleyebilirim. 2019, 2018’den iyi mi olacak? Elbette iyi olacak, tereddüdüm yok. Biz çocukluktan itibaren “durmak yok, hep yola devam” dedik. Durmak bize yakışmaz. Böyle büyüdük, gençliğin de böyle düşünmesini ve  bu inançla çalışıp  daha fazla üretmelerini istiyorum. Türk ekonomisi, 2019’da daha iyi olacak. En önemlisi  2018’e göre kendi olumsuzluklarımızı bugün daha iyi görüyoruz diye düşünüyorum. Geçen sene nasılsa bir ters dalgaya geldik ve ne taraftan vuracağını bilemedik. 2018’de rüzgarın nereden estiğini göremedik. Bir çalkantıya düştük. Biraz rota sorunlarımız oldu, pusula problemlerimiz oldu. Bu sene biraz daha kendimizi analiz etme imkanlarımız olabildiğini düşünüyorum. Henüz benim içimdeki heyecanı ve coşkuyu  tatmin edecek kadar  kapsamlı reçeteler yazılıp uygulamaya geçildiğini görüyor değilim. Yani bunu itiraf etmek zorundayım. Doğru adımlar atılarak  etütler yapılıyor. Ancak karşı karşıya olduğumuz sorunları çözmeye yönelik yapılacağı ile ilgili söylenen şeylerin altını çok dolu görmüyorum. Peki en önemli sorun olarak ne görüyorsunuz derseniz, Türkiye’nin en önemli sorunu  şu: Türkiye yeterince üretmiyor. 500 milyar dolar ihracat hedefleyen bir ülkenin bu iddiasının  altını dolduracak kadar değil. Yani bir başka hedefimiz olan dünyanın  ilk 10 ekonomisine girecek kadar üretmiyor. Dolayısıyla yeterince  üretmeden sadece  hizmet sektörünün giderek büyümesiyle biz dünyada arzuladığımız yere gelme şansına sahip değiliz. Üretebilir olmak için onun altını başka önlemlerin  doldurması lazım. Öte yandan Türkiye’nin büyük  tasarruf problemi var. Daha doğrusu savurganlık problemi var. Biz bunu pozitif adıyla söyleyelim. Bir tasarruf problemi var. Türkiye’nin ayrıca dev  bir eğitim sorunu var.

TÜRKİYE, YATIRIM İKLİMİ OLUŞTURAMIYOR

Türkiye’nin bir yatırım iklimi oluşturma sorunu var. Bırakın yabancıyı, Türkiye güven oluşturma konusunda kendi girişimcisi için de doğru bir yatırım iklimi oluşturamıyor. Biz 1984’lerde  bugünkü adıyla KOSGEB’i kurduğumuz zaman  ‘küçük işletmeler sosyal ve ekonomik  hayatın çimentosudur,  gelişmelerini sağlamak için doğru iklimi oluşturmalıdır ‘derdik  ki, hala aynı  görüşler geçerlidir. KOBİ’lerin gelişmelerinin önündeki engellerin kaldırılması ve uygun yatırım ikliminin oluşturulması  lazım. Bunun hala geçerli olduğunu görüyorum. Türk bürokrasisi şu anda çok büyük atalet içinde. Bürokrasi kökenli bir arkadaşınız olarak  son derece atalet içinde , üretken olmayan ve  yeterince sorun çözmeyen bir bürokratik dönem içerisinde olduğumuzu gözlemliyorum..

YENİ DÜZENDE BÜROKRASİ OLUŞMADI

Dr. Kazım Kılınç: Bunu neye bağlıyorsunuz Murat üstat ?

Murat Sungur Bursa: Bunu şuna bağlayayım. Türkiye, 70 yıldır en azından 30-40 yıldır alıştığı koalisyon hükümetleri dönemlerinde bile   Bakanlar Kurulu etkiliydi. Parlamento, milletvekilleri o sistemin getirdiği sorunlara minik minik rötuşlarla sık sık hükümet değişikleriyle yeniden enerji verip yeni kadrolar getiriliyordu. Şimdi yeni bir düzen oluştu. Fakat yeni düzene uyum sağlayan bir  bürokrasi oluşmadı. Ben en çok ondan endişe ediyordum.  Şu anda da bu konuyu çok önemsiyordum

HİÇBİR SORUNU BAŞKAN ÇÖZEMEZ

Uzun vadede bürokrasimizin  eğer Avrupa Birliği’ne tam üyelikle ilgili süreç devam edecek ve yeni reformlar yapılmaya devam edecekse  bir tavır, karakter değişikliğine ihtiyacı var. Şimdi  bu ihtiyacı Cumhurbaşkanlığı  yönetim sisteminde  daha çok görüyorum. Bu ihtiyacı zaten çok öncelerden gördüğüm için her Ankara’ya gittiğimde çok üst düzeyde arkadaşlarıma,  bakan dostlarımıza  anlatıyordum. Bu başkanlık sistemine bu bürokratik anlayışla geçmekten  korkun. Her bir sorunu başkan çözemez. Çözecek olan bürokrasi. Her şeyi Başkandan beklemek  Türkiye’nin bütün AR-GE’sini TÜBİTAK yapacak demeye benziyor. Bütün AR-GE işini TÜBİTAK yapsın bakalım. Ya da TÜBİTAK Başkanı yapsın.  Türkiye’nin bütün bürokrasisini Cumhurbaşkanı takip edemez ki. Şimdi bürokraside işlerin yürümesi itfaiyeci tarzında gidiyor. O kadar çok memur atıl ki. Ama sorun çözmek proje üretmek için bir yerlerden talimat-komut bekler gibiler. Yukarıdan birileri bakınca aktive olan ve çalışmaya başlayan bir sistem adeta..

BÜROKRASİ, TÜRKİYE İÇİN CİDDİ BİR AYAK BAĞI OLMA YOLUNDA

Dr. Kazım Kılınç: Cumhurbaşkanı’ndan talimat mı bekleniyor?

Murat Sungur Bursa: Bürokraside yürümeyen işler için çözüm reçetesi gidebildiğiniz en yukarısına gitmek  en iyidir şeklinde. Çünkü “ben amirlerime söyleyemem” tavrı hakim. Adeta vatandaşa gidebildiğiniz en yüksek makama  gidin deniyor. Bu haliyle bürokrasi Türkiye için ciddi bir ayak bağı olma yolunda gidiyor. Dolasıyla bunu da göz önüne almamız lazım.

Dr. Kazım Kılınç: Güzel bir giriş değerlendirmesi oldu. Teşekkür ederiz.

Murat Sungur Bursa: Teşekkürler.

-Dr. Kazım Kılınç: Değerli dostumuz Şaban Çağıran bankacılık ve sigortacılık yaptı. Her iki sektöre de hakim bir insan.  Şimdi Sayın Çağıran’ı dinleyelim. Sizin gözünüzden Türkiye’nin en önemli sorunu nedir? Ne yapılması lazım ?

İlgili resim

-Şaban Çağıran: Ben öncelikle kendimden bahsedeyim. Ben öğretmen kökenliyim. Eğitim Enstitüsünü bitirdikten sonra bir yıl ilkokul öğretmenliği yaptım. Daha sonra iktisat fakültesini bitirdim. Bankalarda yaklaşık 10 yıl müfettişlik yaptıktan sonra değişik pozisyonlarda yönetici olarak görevler yaptım. Sigortacılık sektöründe hem bireysel emeklilik ve hem de elementer şirketlerde 7-8 yıl üst düzey görevlerde bulundum. Murat Bey ekonomi ile ilgili pek çok konuya değindi. Madem ekonomi konuşuyoruz. Rakamlara dayalı olmak gerekir. Türkiye bir ekonomisini bir şirket gibi düşünelim. Gayrisafi milli hasılamız 850 milyar dolardan 784 milyar dolara düşerek 2018 yılında %7 küçüldü. Bunun sonucu ekonomimiz dünya ölçeğinde 17’incilikten 18’nciliğe düştü. Nüfus 80 milyonun üzerinde. Hızlı bir artış var. İşsizliği önleyecek olan büyüme, ne yazık ki bir önceki yıl yüzde 7.4 iken bu sene 2.6 ile kapatıldı. Yani küçülme söz konusu. Buna bağlı olarak işsizlik önemli bir sorun bence. Döviz kuruna baktığımız zaman yıllık olarak ortalama %30 artış var. Kişi başına düşen milli gelir dediğimiz zaman 10 bin 600 dolardan 9 bin 600 dolara düştü. Kur oynaklığından sonra orada da %9 küçülme yaşandı. Bir anlamda yaklaşık %10 yoksullaşma var. Türkiye ne yazık ki orta gelir tuzağı dediğimiz kişi başına milli gelirde 15 bin dolar seviyesini bir türlü aşamadı, var olan yükseliş geriye geldi ve 10 bin doların altına indi. Diğer yandan hep gelirin artmasından bahsedilir. Gelirin bireylere göre dağılımı da en az artışı kadar önemli bir konu. Bu konuda dünyada olduğu gibi ülkemizde de problem var. Aslında toplumların barış içinde yaşamalarını sağlayan en önemli husus gelirin ne şekilde dağıtıldığıdır. Şimdi Türkiye de en tepedeki %1 in aldığı pay milli gelirden en alttaki yüzde %50 aldığı paydan daha yüksektir. Yine en varlıklı %20’lik nüfus gelirin %47’sini almaktadır. Bu konuda iyileştirici adımlar atılması şarttır. Gelir dağılımı konusunda geçmişe göre ne yazık ki fazla bir iyileşme olmadığını görüyoruz.

BU SORUNLAR, LİBERAL-KAPİTALİST SİSTEMİN SONUCU

-Dr. Kazım Kılınç : Türkiye’nin çok uzun zamandır çözmeye çalıştığı bir sorun.

-Şaban Çağıran: Aslında dünyada da benzer bir sorun var ve ne yazık ki çözülememektedir. Liberal-kapitalist sistemin bir özelliği/sonucu aslında. Çözüm, yardım etme-lütuf anlayışından ziyade,  para ve maliye politikaları yoluyla sosyal devlet anlayışını ön plana çıkarmaktan geçer. Verdiğim rakamlar 2018 yılına ait rakamlar. Gelir dağılımını en iyi ifade eden rakam Gini katsayısıdır. Gini katsayısı 1’e yaklaştıkça gelir dağılımındaki bozulmayı ifade eder. Bu katsayıya baktığınız zaman 0.40’lar  civarında, son 15-20 yılda hafif bir düzelme var ama önemli bir değişiklik yok. Eskiye göre kötüleşti diyemem. Ama düzelme de olmadı. Bu katsayı AB ortalamasında %30, Almanya’da %28, Kuzey Avrupa’da %25’ler civarındadır. Bu ülkelerde bu oran 1’e daha uzaktır. Bir diğer sorun dış borç 453 milyar dolar ve büyük çoğunluğu da özle sektöre ait. Son 15 yılda çok önemli bir artış var. Bu paralar nerede kullanıldı. Ve nasıl ödenecek buna bakmak gerek. Dış borcu milli gelire oranladığımız zaman 2008’lerde %36’ya kadar düşmüştü. Aslında tarihindeki en düşük orana varmıştı. Fakat tekrar %53’lere çıktı. Bolca borçlanıp tüketiyoruz yani.

-Dr. Kazım Kılınç: Bir parantez açayım. Avrupa’da bir çok ülke dış borçların gayri milli hasılaya oranı bakımından bizden çok kötü durumda.

-Şaban Çağıran: Dış borçlarda Avrupa ülkeleri bizden daha kötü durumda ancak bizde önemli oranda artış eğilimi var ve de alınan borcu üretime dönüştüremiyoruz. Buna dikkat etmeliyiz.

EKONOMİ, VERDİKLERİNİ GERİ ALMAYA BAŞLADI

-Murat Sungur Bursa : Borcun kalitesi daha kritik. Oran hiç problem değil

-Şaban Çağıran: Dış borcun %68’i özel sektöre ait. Eskiden devlet borçlanıyordu. Şimdilerde özel sektör devletten daha fazla borçlanmaya başladı. Ben bunu son 15- 20 yıldan buna yana kurların düşük olmasına bağlıyorum. Bir anlamda karlıydı yani. Düşük kur, yüksek faiz sarmalında borçlanan kişi/şirketler ciddi paralar kazandı. Fakat şimdi ne oldu? Ekonomi verdiklerini geri almaya başladı. Şimdi kurlar artmaya başlayınca onu çeviremez hale geldiler. Kur üzerinde en büyük baskıyı bu noktada göreceğiz. Ne yazık ki bütün bu anlatılan olumsuzluklar ülkemizde sürekli krizler yaşanmasına neden olmaktadır.

KRİZLERLE BAŞ ETMEYİ ÖĞRENDİK

-Dr. Kazım Kılınç: 94’te Türkiye çok büyük bir kriz yaşadı. 1 Nisan krizi. Tansu Çiller başbakandı. Yaman Törüner, Merkez Bankası başkanıydı. Sonra 97’de Uzakdoğu, Rusya krizi. 99’da deprem oldu, 2001’de Türkiye çok büyük bir kriz yaşadı, 2008’de küresel finansal kriz… Türkiye ve dünya yılları krizlerle geçirdi…

-Şaban Çağıran: Krizler elbette kötü ama tıpkı deprem gibi maliyetleri ağır olmakta ancak bir yandan da öğrenen toplum haline gelinmesine yol açmaktadır. Keşke hiç yaşanmasa. Allahtan ülkemiz insanının krize karşı daha dayanıklı ya da en azından çıkmasını bilen bir karakteri var. Ülkemizde iktisadi krizler bitmiyor. Adeta yapısal hale geldi. Krizler siyaseti de etkiliyor ve siyasi sonuçlar doğuruyor. Çünkü alt yapı üst yapıyı belirler. Bu durum dünyada da böyledir. Çok dikkat etmek gerekiyor. Ülkemize bakacak olursa, iktisadi sorunlardan önce aslında öncelikle demokrasi sorununun çözülmesi gerek.

TAM DEMOKRASİYE GEÇİLMEDEN EKONOMİDE BAŞARILI OLMA ŞANSIMIZ YOK

Hukukun üstünlüğü egemen kılınmadan, tam demokrasiye geçilmeden, yönümüzü evrensel-çağdaş dünyaya çevirmeden ekonomide başarılı olma şansımız yoktur. Yabancı yatırımcı geldiğinde yaşadığı en ufak bir sorun karşısında kendisini güvende hissetmelidir. Hukuk ve adaletten yana en ufak bir kaygı taşımaması gerekir. Birincisi bu sorunun çözülmesi, güven ortamının yaratılması gerekmektedir. Ülkemizde ikinci en önemli sorun eğitim sistemidir. Eğitimde çok geriyiz. Az önce hocam da bahsetti. Yani her şeyi bir yana bırakalım, liselerde fen-matematik derslerine ağırlık vermeliyiz. Liselerin sayısına baktığımız zaman meslek liselerinin payı son derece düşük. İmam Hatip Okullarının bu kadar fazla olmasına gerek olmadığı, bunun yerine çocukları hayata hazırlayan, gençlerin üretime katkı sağlayacağı, meslek sahibi olabileceği okullar açmak gerekir. Eğitimin niceliğinden çok niteliğine ağırlık verilmesi gerekir.

YATIRIMCILAR, 10 YIL SONRASINI GÖREMİYOR

-Murat Sungur Bursa: Üniversite sınavında 42 bin kişi 0 çekmiş  10 sene neden okudun 0 almak için? Hiç okumasan da alırdın bir sıfır.

Şaban Çağıran: Üniversite ve hatta liselere giriş sınavlarını komple gözden geçirmek gerekiyor. Gerçek manada bilimsel eğitime ağırlık vermek gerekiyor. Aksi halde eğitim sistemi tamamen aldatmaca olur ve uzun vadede ülkemize maliyeti çok pahalı olur. Üretim sorunumuz var. Üretimin artırılamamasının faiz oranlarının ve kurun artmasında büyük payı var. Yatırımcılar 10 yıl, 20 yıl sonrasını göremiyorlar. Planlı bir ekonomi yok, devlet şunu söylese, hangi sektörlerin önü açık, hangilerinin kapalı, yatırımcının buna ihtiyacı var. Yatırımcı üç ay sonrasını ve hatta zaman zaman 1 ay sonrasını dahi göremiyor. Bir benzetme yapacak olursak, otobanda arabayla gidiyorsunuz, uzun farları yakıyorsunuz ama önünüzü göremiyorsunuz. Oysa görüyor olmamız lazım. 3 yılı, 5 yılı göremeyen bir insan, fabrikaya yatırım yapmaz. Üretime para harcamaz. Ancak kısa vadeli spekülatif adımlar atar. Yolu aydınlatma görevi devletin, arabayı kullanmak da özel sektörün görevi olmalı.

DEVLETÇİLİĞİN ALASINI YAŞIYORUZ

Ekonomide liberalleşme diyoruz ancak devletçiliğin alasını yaşıyoruz. Serbest piyasa ekonomisi deniliyor fakat inanılmaz korumacı bir yapıyla karşı karşıyayız.  Oysa devlet sadece düzenleyici olmakla yetinmeli. Bir ayak öne bir ayak arkaya giderse yol alamayız. Bir kere stratejik olarak, ekonomide-siyasette aynı yöne doğru gidiyor olmamız gerekir, ülke olarak. Gerçi dünyada da buna benzer çelişkiler yok değil. Örneğin, kapitalizmin kalesi ABD korumacılığı, Kuzey Kore ise piyasa ekonomisini savunur hale geldi. Sanırım bu yaşananlar küresel kapitalist sistemin genel sorunu ve sonucu, bu yaşadıklarımız. Biz ülke olarak krizlerle yaşamayı öğrendik sanırım. Zira çok sık yaşandığı gibi etkisi de başka ülkelerdekine pek benzemiyor. Bunun birkaç nedeni var. Bir kere bizde kayıt dışılık yüksek, ikincisi tepkisellik yok-sivil toplum örgütleri zayıflar, üçüncüsü de yardımlaşma, aza kanaat benzeri anlayışın devamı olarak alternatif çıkış kanalları fazla.

ÖN AYAK İSTİYOR, ARKA AYAK İSTEMİYOR

Dr. Kazım Kılınç: Ben de piyasa ekonomisine inananlardanım. Ama dünyanın hiçbir yerinde mutlak anlamda piyasa ekonomisinin uygulandığını düşünmüyorum. Şaban Çağıran’ın ifade ettiği gibi Amerika bile, kapitalizmin zirve ülkesi bile korumacılık yapıyor.

Şaban Çağıran: Durum hukukta da ekonomide olduğu gibi sıkıntılı. Biz gerçek manada hukukun üstünlüğünü istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Ne yazık ki ön istiyor, ama arka ayak istemiyor gibi bir durum. Başarısız takımın futbolcuları gibi, Teknik Direktör bir şey söylüyor, futbolcular sahaya çıktığında bambaşka şeyler yapıyorlar, sonuç başarısız. Çelişkili adımlar hedeflere ulaşmamızı sağlamaz. Bu kapsamda küresel dünyaya entegre olacak mıyız olmayacak mıyız? Olacaksak ekonomide de siyasette de aynı bakış açısına sahip olmalıyız. Ülkemizde, hukuk-adalet, eğitim, siyasi ahlak, üretim, teknoloji (verimlilik), istikrar ve planlamaya ihtiyaç var. Devletin; kaynakların, adil ve hukuk sisteminin işlediği bir ortamda en adil bir biçimde üretilip dağıtılmasına katkı sağlaması gerekiyor.

İNSANİ DEĞERLERİMİZİ KAYBETMİŞ BİR NESİL YETİŞTİRDİK

Dr. Kazım Kılınç- Şimdi sözü değerli yazarımız Selin Yıldırım’a verelim. Selin Hanım, sağlık sektörüne hakim olan bir insan. Evet Selin Hanım sizin değerlendirmelerinizi alalım…

Selin Yıldırım Turcomoney ile ilgili görsel sonucu

Selin Yıldırım: Bilimsel eğitime destek vermek önemli ve lazım. Ama bilimsel eğitimden önce ülkesini ve vatan sevgisini,  insani değerlerimizi kayıp etmiş bir nesil yetiştirdik. Bizler ve bizim üzerimizdekiler ve belki sizlerin üzerindekiler. Şunu çok iyi biliyoruz ki: İnsani değerin olmadığı yerde ne kadar bilimsel nitelikli insan yetiştirebiliriz, yetişenler önce insan ilkesinde ne kadar bilimsel çalışmalar yapar? Ve tabii bu nesilden ne kadar faydalanırız? Sadece bilimsel nitelikli insan değil insani değerlere sahip bilimsel insanı yetiştirmek gerek. Biri düştüğü zaman elinden tutmak, bir insanı alıp yetiştirmek, yanında olabilmektir önemli olan.

TÜRKİYE, SAĞLIKTA ÇOK İLERİDE

Benim uzmanı olduğum konu, sağlık ve turizm sektörü… Ekonomi ve finans alanında sizin gibi üstatlar varken ilave sözüm olmayacak. Size bir kaç örnek vermek isterim. Almanya’nın en büyük sıkıntısı yetişmiş cerrah sayısının çok az olması. Hatta bu tüm Avrupa’nn önemli bir sorunu. Biz Türkiye olarak binlerce yabancıyı Türkiye’de tedavi etme noktasına geldik. Türkiye’de sağlıkta çok ileriyiz, nedeni ise teknolojik yatırımlarımızın yanında deneyimli hekimlerimizin olmasıdır. Evet, ülke olarak yıllardır betona yani inşaata para yatırmışız. Ama Sağlık sektörü ve Turizm sektörüne özel söylemek isterim ki çok iyi hekimler, sağlık personelleri ve Dünya’nın öncelikli tercih etmeye başladığı Turizm sektör profesyonelleri de yetiştirmişiz. Almanya’daki sağlık sektörü,  toplum içindeki yapıda da olduğu gibi kendi içlerine kapanık. Doçent ameliyat yapabilecekken, profesörler bir çok durumda hastasını paylaşmak istemediği için kendi yapıyor. Kendi hastasını kaybeder diye tüm ekibine bilgi  paylaşmıyor, içlerinden seçtiği bir kaç hekimi aslında yetiştiriyor. Bu da ülkenin ana ihtiyacını karşılamadığı gibi gelecek sağlık sistemi için de sıkıntı yaratmış oluyor. Alman hükümeti de önde mühendislik ve sağlık olmak üzere bir çok uzmanlık isteyen konuda gelecek sıkıntıları farkında. Hatta bu sebeple daha Ana okul seviyesinde, mesleki tanıtım eğitimlerini bile başlattılar. Ayrı bir sorunları ise genç nüfusun azlığı. Türkiye, sağlıkta çok büyük potansiyel sahibi, bütün Avrupa’ya hizmet edebilecek Avrupa’yı sağlığına kavuşturabilecek iyi bir potansiyele sahip. Bunu Avrupalı da çok iyi biliyor.                                         

TÜRKİYE’NİN GELDİĞİ YER MUAZZAM

Turizm sektöründeki 20 yıllık tecrübem sayesinde şu nu da eklemek isterim. Batılı turistler için tüm sahip olduğumuz bileşenleri bulamayacakları bir turizm cennetiyiz. Denizi, kumu, güneşi, tarihi, vs……  ve otellerin sunduğu üstün hizmet kalitesi… Londra’da bile 7 yıldızlı otellerde kişiye özel hizmeti bu seviye bu şartlarda alamazsınız zor.  Ve buna da tüm Avrupalı’nın ihtiyacı var. Turizm sektörü için ülkelerin ekonomik göstergeleri, dış politikası ve sosyal yaşam standardı çok önemli. Artık, hiç bir ülke sınırları içinde yaşamıyor, sınır diye bir şey kalmadı. Tüm halklar sınırsız bir yaşam modeline hatta çocuklarımız geçmiş durumda. Sınırlar ancak politik stratejilerde var. Türkiye’nin aştığı ve geldiği yer muazzam. Çağları atlayarak, 60 yıllık sıçrama yapmış bir ülkeyiz. Hepimiz dünya ile, dedeler torunlarıyla bile artık görüntülü konuşuyor. Benim babam mühendislik tezini gaz lambası ışığında çizdiğini torunlarına anlatırken, bugün torunları ile görüntülü konuşuyor ve hatta tüm işlerini sahip olduğu teknoloji ile bulunduğu her yerden yönetiyor. Aynı nesil aynı kişilerden bahsediyoruz.

STRATEJİK YOL HARİTASI PLANLAMADAN OLMAZ

Yaşadığımız her şeye çok hızlı adapte oluyoruz. Ve her şeyi biraz da çabuk unutuyoruz.  Genetik kodlarımızda çabuk unutmak var sanırım. İyiyi ve kötüyü de eksik olduğumuz zamanları da, hatalarımızı da ders almak yerine unutuyoruz. Bu da nereden geliyor; kıymet bilmemekten, aile kavramının yıkılmaya başlamış olmasından, bireyselliğin öne çıkmış olmasından… Ben 1974 doğumluyum. Tarihi bilmek için içinde yaşamış olmam gerekmiyor. Geçmişimizi okuyor, araştırıyor ve tüm yaşananlar üzerinden gelecek stratejilerini planlıyorum. İkiz kızlarım var, onlara umut dolu bir dünya ve gelecek sunmak üzere çalışıyorum.  Önce insan ve sahip olduğu geçmişi ve yaşadığı toprakları sahiplenen birer Dünya kadını olmaları üzerine yetiştiriyorum. Nereden geldiğimizi, nerelere gittiğimizi bilerek planlayarak ve sahip olunan her değere sahip çıkarak, yaşamanın önemini bilerek ve şükrederek yaşamaları için çabalıyorum. Ve evet, Türk vatandaşı olup, vatanını seven biri olmadıktan sonra, insani değerlere sahip olmadıktan sonra kendi geliştirmedikten sonra çevrenle uyumlu bir stratejik yol haritası kurarak planlamadıktan sonra şahsen de, Türkiye olarak da tek başımıza hiçbir şey yapamayız.

Dış politikada doğru stratejileri, dünyanın 100 yıl sonra gideceği yeri kurgulayıp, dünya liderlerinin nereye gittiğini iyi okuyup gözlemleyip, 100 yıl öncesi, sonrası üzerinde çalışmadığımız sürece, bunları bilmediğimiz sürece doğru kurguyu ne yazık ki yapamayız. Hepsini saydınız, geçtiğimiz krizlerden ders alan, en başarılı manevrayı yapabilen sektörümüzün turizm olduğunu gözlemliyorum. Ben de biliyorum. Çünkü bizim 90’lı yıllarda Türkiye’nin turistten gelir sağladığı, Avrupa’ya yakın olduğumuz, Batıya yüzümüzün dönük olduğu dönemde otelimiz vardı. Aile otelimiz Sesin Hotel tam 32. Yılında… Turizm daha nedir diye konuşulurken benim çocukluğum içinde büyüdü.  İngiliz, Alman, Hollandalı ve Finlandiyalı gelirdi. O zaman Türkiye bu milletlere hizmet ederdi. Şimdi ne diyoruz? Sarışın renkli gözlü insan görmüyoruz. Şikayet ediyor insanlar ve bazı turizmciler, otelciler turistler Ortadoğu ağırlıklı diye… Doğrudur, İran, Irak, Suriye ve bir ara politik açıdan kaybettiğimiz Rusların geldiğini görüyoruz.

Patlayan bombalar gerginlikler nedeniyle o dönemde Avrupalılar, Türkiye tatillerini doğrudan kesti. Avrupalı zaten korkar, tahammül edemediği bir şeydir. Bizim o krizler döneminde otellerimiz 2.5 sene boş kaldı. Turizm çöktü ve beraberinde onlarca sektör de tabi ki, ne yaptık? Boşalan yeri başka bir şey doldurur. Ya kendi doldurur ya da sen doğru strateji ve planlama yapmışsan doldurursun. Biz o zaman yüzümüzü dönmeye başladık Ortadoğu’ya, ya da onlar döndüler bizi. Ortadoğulular daha fazla gelmeye başladı. Aslında şunu öğrenmiş olmalıyız: Yüzünü tek bir yere dönmekle de sadece Batı’ya bakarak yaşayamazsın, sadece Doğu’ya bakarak da yaşayamazsın.

TURİZM SEKTÖRÜ, DOĞRU STRATEJİLER İLE YOLUNA DEVAM EDİYOR

Bana göre Turizm sektörü bu yaşananlardan dersini almış ve daha doğru stratejiler ile yoluna devam ediyor görünüyor. Tabi ki halen çözülmesi ve yapılması gereken bir çok hayata geçmemiş fırsat da var. Bu renkli gözlü, sarışın turistler nerde diye yakınan İstanbul’da bir tane Avrupalı turist göremez hale gelmişken geçen hafta Belek Maxx Royal otelinde Avrupalıların hem en yüksek eğitim düzeyine sahip, hem en yüksek gelir seviyesine sahip olanların tatil yapıp golf oynadıklarını gördüm. İyi ve yüksek kalite de hizmet sunduğumuz sürece politik durumu her ne olursa olsun hala Batılı turisti getirebilen bir ülkeyiz demek ki. Hedef kitlenizin ihtiyacı olan hizmeti sunduğunuz sürece bizler gibi yabancılar da o noktaları bulup o hizmeti almaya oraya gidiyorlar.

EKONOMİNİN DÜZELMESİ İÇİN BİR OLMAMIZ GEREK

Ekonominin düzelmesi için bir olmamız gerek. Doğru bir dış politika lazım. Torunlarımızın çocukları için stratejilerin doğru olması gerek. Bizden sonraki neslin refah seviyesi daha yüksek olmalı. Bu nedenle, birliğin ne demek olduğunu vatanın ne demek olduğunu, yaşamın ve insanlığın, inancın ne demek olduğunu bilen insanlar yetiştirmeliyiz. Bu her bir Türk vatandaşının görevidir. Ben Suriyeli çocuk ve kadınları görünce çok üzülüyorum. Tahayyül dahi edemiyorum. Bugün evim yıkılsa, valizim ve kızlarımı alıp nereye giderim, hangi ülkeye sığınabilirim… Kim bilir ne kadar acı bir deneyim. Dünya üstündeki hiç bir insana yaşatmasın. Saygı ve sevgilerimle.

ORTADOĞU’DA TÜRKİYE’DEN BAŞKA ÜRETİM YAPAN ÜLKE YOK

-Dr. Kazım Kılınç: Türkiye Katılım Bankaları Birliği Genel Sekreteri Osman Akyüz Bey, uzun yıllar bankacılık sektörü içinde katılım bankacılığı sisteminin oluşum ve gelişim süreçleri içinde bulunan önemli isimlerinden biri. Osman bey ile uzun yıllardır tanışıyoruz, değerli katkıları için kendisine teşekkür ediyorum. Şimdi sözü kendisine bırakmak istiyorum.

Osman Akyüz ile ilgili görsel sonucu

-OSMAN AKYÜZ: Mesleğe Maliye’de başladım. Özel sektöre adım atınca da finansçı oldum. Faizsiz finans ve faizsiz banka modelini Türkiye’ye adapte edebilmek için 35 yıldır çalışıyoruz, sektörün oluşumu ile ilgileniyoruz. Finans ekonomi için önemli bir olgu, ekonomi bünyesinde finans, üretimin yapılmasında ve sunulmasında olmazsa olmaz adımlardan biri sermayedir. Türkiye’nin geleceğini iyi görüyorum. Ülke olarak hem doğru hem de yanlış şeyler yapılıyor. Sorunlarımız var, olmaya da devam edecek. Sermaye olacak ki teknolojimizi geliştirebilelim, bizde sermaye birikimi anlayışı tam oturmamış durumda. Türkiye bu bölgenin en önemli ekonomisi, Ortadoğu’da Türkiye’den başka üretim ve ekonomi yapan ülke yok. Kendimizi değersiz görmeyelim. İyi kötü dünya ekonomisinde 17. sıradayız.

YENİ HÜKÜMET SİSTEMİNİ TAM OTURTAMADIK

Finansal anlamda açıklar mevcut, bunu da daha çok siyasi istikrarı yakaladığımızda bertaraf ediyoruz. Siyasi istikrar ekonomi için önemli bir unsur, finansal krizlerden çabuk çıkabiliyoruz. Yeni hükümet sistemini tam olarak oturtamadık. Bu aslında siyasetle ilgili ve siyasetin kurguladığı bir şey. Bakınız Türkiye 2002 ve 2009 arasında siyasi istikrar yakaladı takım ruhunu yakaladık, Dünya’da parmakla gösterilen bir ülke olduk. Gelişmişlik ve büyüme açısından hatırlıyorum Avrupa Birliği ve batı ülkelerinden çok iyi ilerliyorduk, demek ki önemli olan sürdürülebilirlikmiş. Türkiye’de bugüne geldiğimizde bir istikrar programı uygulamaya çalışıyoruz fakat seçime denk geldi ve orada patinaj yapıyoruz. İnşallah seçimden sonra Türkiye bu istikrar programlarını daha sıkı tutmak zorunda, yoksa sürdüremeyiz. Yani Türkiye’nin sürdürülebilir olması lazım, finansman veren finansörlerin Türkiye’ye güvenmesi lazım. Türkiye’nin geleceğini bilmesi gerekiyor, açık bir şekilde kendini dünyaya anlatması lazım. Dünya bize finansman verdi, Türkiye’nin burada defosu yok.

GÜVEN MESELESİNİ ÇÖZERSEK TEKRAR BÜYÜYE SÜRECİNE GİRERİZ

Türkiye’nin geçmiş performansı iyi durumda. Siyasi istikrarı, güven meselesini çözebilirsek tekrar büyüme sürecini yakalayabiliriz. Zamanında fazla hızlı gitmiştik, büyümüştük, açık veriyorduk, ticari açığımız, milli gelirimizin %7-8’lerine gelmişti. Bu sürdürülebilir değildi. Evet büyümek iyi, üretim iyi, bunun sürdürülebilir geri döndürülebilir olması gerekiyor. Bu dengeyi tekrar kurmak zorundayız. Türkiye hala mali istikrarı tutuyor. Mali istikrar konusunda hala Türkiye’nin iki yakası bir arada. Türkiye’nin bütçe açığı %2’nin altında. Borçlanma diğer ülkelere göre hala makul seviyelerde. 450 milyar dolar Türkiye için çok büyük bir borç stoğu değil. Şahsi fikrim çok büyük borç stoğu olarak bunu görmüyorum. Türkiye’nin resmi ekonomisi ile gayri resmi ekonomisini hesap ettiğimizde bu borçlar çok önemli bir rakam olmadığını görebiliriz. Bunların çok fevkinde rakamlarla Türkiye döndürebilir diye düşünüyorum. Bu istikrar programını 3 yıla kadar sürdürecek ve 3 yıla kadar düşük büyümelere katlanmak durumundayız. Ondan sonrası için eğer sebat edersek tekrar büyüme sürecine girebiliriz.

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ İYİ GÖRÜYORUM

Bugün Avrupa Birliği’nin Türkiye temsilcisi büyükelçi vardı, kendisinin Ticaret Odası’nda toplantısı vardı. Ben de o toplantıya katıldım. Yani şimdi kendileriyle oturup konuşuyoruz, 50 senedir Avrupa Birliği’ne gireceğiz diye, biz Avrupa Birliği’ne giremedik ama Avrupa Birliği’ne çok yaklaştık. Standartlarımız da yükseldi. Avrupalılardan ne noksanımız var bizim? Gidiyoruz, geliyoruz ve görüyoruz ki orada teknoloji ile tüketim standartları bizde de oluşur. Altyapı, çevre anlamında hakikaten kendimizi küçük görmeyelim. Geçen yıl Almanya’ya gittim. İstanbul, Berlin’den daha gelişmiş gözüktü gözüme. Ben mi yanılıyorum bilmiyorum. Ben Türkiye’nin geleceğini iyi görüyorum. Bizim en önemli sorunumuzu tekrar söylemem gerekirse “siyasi istikrar” ı yakaladığımızda daha iyi noktalara götüreceğiz. Teşekkür ediyorum.

BU KARAMSAR HAVAYI DAĞITMAK ZORUNDAYIZ

Dr. Kazım Kılınç: Osman üstat kıymetli değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim. Şimdi Ramazan Bey’e söz vermek istiyorum. Ramazan Başak Bey sağ olsun benim uzun yıllardır tanıdığım, benim değer verdiğim bir dostum. MASAK Başkan Vekilliği, banka genel müdürlüğü yardımcılığı faktörü, birçok kurumda yöneticilik olmak üzere finans sektörüne hakim bir insan. Şimdi Bilgi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapıyor, finans dersleri veriyor. Ramazan üstat Türkiye ekonomisinde en önemli problem nedir? Ne yapmalıyız ?

Dr. Ramazan Başak ile ilgili görsel sonucu

Dr. Ramazan Başak: Gerek dünyada gerek ülkemizde riskler giderek artmakta  olduğu konusunda hem fikiriz. Sadece ülkemizde değil, dünyada da çeşitli açılardan riskler artıyor. Türkiye’nin son dönemlerde riskler daha fazla arttı. Yaşanan tatsız haliseler sonucunda enflasyon, faiz, kur, işsizlikte olumsuz gelişmeler yaşanmaya devam ediyor.  Şu andaki faiz seviyesi ve mevcut belirsizliklerle Türkiye’de çok sağlıklı bir ortam yaratamayız. Mutlaka içinde içinde bulunduğumuz şartların düzeltilmesi ve beklentilerin olumlu şekilde oluşmasına çalışılması gerekmektedir. Gerçekçi olmak gerekiyorsa, beklentiler maalesef biraz karamsar düzeydedir. Bu karamsar havayı azaltmak ve dağıtmak zorundayız. Mevcut ciddi problemlerimizi ancak böyle daha kolay çözebiliriz. Enflasyonun düşmesi de kurlarla ilgili belirsizlikte, diğer alanlardaki gelişmelerde bu beklentilerle çok yakından ilişkilidir.

DEMOKRASİ VE HUKUK ALANINDA CİDDİ ADIMLAR ATMAMIZ LAZIM

Dr. Kazım Kılınç: Karamsar havayı dağıtmak için ne yapmak lazım Ramazan üstat ?

Dr. Ramazan Başak: Üretimi arttırmak lazım.  Şaban  Bey’in dediğine de katılıyorum. Demokrasi ve hukuk alanında eksikliklerimiz var. Bir kere bu konuda çok net olmak zorundayız. İyi şeyler konuşmak isteriz elbette. Ancak sadece konuşarak iyi şeyler yaratamayız. Ciddi icraatlar gerçekleştirmek zorundayız. Dolayısıyla demokrasi ve hukuk konusunda ciddi adımlar atmamız lazım. Şimdi ben hep şunu gördüm. Ben 1994 krizini yaşadım. Devlette olduğum zaman, özel sektörde çalıştığım zaman 2000-2001 krizinde zaten yönetim alanındaydım. O zaman krizin nasıl geleceğini veya gelmekte olduğunu tahmin edebiliyorduk. Sadece zaman konusunda bir krizin ne zaman yaşanabileceği konusunda çeşitli tereddütlerimiz oluyordu. Ama şimdi şartlar bazen günlük değişebiliyor. Bu da yatırımcıların kafasında ciddi soru işaretleri yaratıyor. Daha  planlı ve soğukkanlı politikalar ve davranışlar sergilemeliyiz. Örnek olarak Rus uçağının düşürülmesi gibi yanlışlıkları yapmamamız gerekiyor. Bu yanlışlığın ne kadar önemli bir maliyeti olduğunu hep beraber yaşadık ve gördük.

2010 YILINA KADAR TÜRKİYE ÇOK İYİYDİ

Elbette ki olumlu icraatlar ve gelişmeler de var. Bunu kimse yadsıyamaz.  Üstadın tespitine katılıyorum; 2010’ a kadar Türkiye çok iyiydi. Hatta ben Haber1.com da şöyle bir yazı yazdığımı hatırlıyorum. Yazımın başlığı şöyleydi, ‘’Güçlü bir ülkenin vatandaşı olduğunu hissetmek.

Murat Sungur Bursa : Evet, evet…

Dr. Ramazan Başak: Çünkü; o tarihlerde hakikatten kendimizi uluslararası arenada yalnız hissediyorduk, eksik hissediyorduk ama öyle bir gelişim öyle bir hava yakaladık ki 2010’a kadar. O zaman Hollanda’ya bir toplantıya gitmiştim. Orada Türkiye’nin parmak ile gösterilmesi gerçekten Türkiye ile ilgili güzel sözler ve gelişmeler yaşamış olmam, Güçlü Bir Ülkenin Vatandaşı Olduğunu Hissetmek gibi bir yazıyı yazmama vesile oldu. 2010 a kadar güzeldi her şey. Son zamanlarda yaptığımız hataları tekrarlamamamız ve  hukuk ve demokrasi eksiklerimizi tamamlamamız gerek. Hukuk ve demokrasi ile gelişmişlik düzeyi arasındaki bağın ne kadar güçlü olduğunu anlatmaya gerek yok. Hukuk ve Demokrasi ne kadar gelişmişse, Ülke o kadar gelişmiştir. Yöneticilerin çok dikkatli olması gerek. Bir tek söz her şeyi bozabiliyor. Üretim inşaata dayalı. İnşaattaki 250 sektörü onların gelişimini sağlayan alan ama biz inşaata yoğunlaşırken tarımı unuttuk. 16 milyonluk Hollanda’nın sadece tarım ihracatı 115 milyar Dolar civarındadır. Bizim 16-17 milyar Dolar seviyesinde. Üretimi arttırmak için ne gerekiyorsa yapmak lazım. Üretmeyen bir ülkede sorunlar çözülemez. Elbette ki inşaata sektörü de olacak ama diğer üretim alanlarının da desteklenmesi ve canlandırılması için radikal kararlar alınması lazım. 1989 yılında 32 sayılı Karar da yapılan bir değişiklikle, Bankacılık sektörünün yurtdışından kredi alması kolaylaştırıldı. Bankacılık sektörünce bu karar sonrası alınan yurtdışı krediler ile açık pozisyon yaratıldı ve bu pozisyonların bazı fiktif işlemlerle çok tehlikeli düzeylere yükseltildi. Bu yanlışlıklar sonucunda 1994 yılında 3 bankanın batmasına, bir çok bankanın da mali yapısının bozulmasına neden olundu. Bu tahribatın 2000 ve 2001 bankacılık krizlerinin de alt yapısını hazırladığı konusunda bir çok kişi de hemfikirdir.

REEL SEKTÖRÜN AÇIK POZİSYONU 220 MİLYAR DOLARA YÜKSELDİ

Şimdi biz bu hatadan ders almadığımız gibi. 2009 yılında 32 sayılı Karar’ın 17. maddesinde yapılan bir değişiklikle döviz geliri olmayan reel sektörün döviz kredilerine ulaşımını kolaylaştırdık. Bilinçli bir reel sektörünüz varsa belki bunu yapabilirsiniz. Nitekim bu değişiklik yapıldığında 60 milyar dolar seviyesinde olan reel sektörün açık pozisyon riski hızla artarak 220 milyar dolar seviyesine yükselmiştir. Kurların artması ile birlikte birçok reel sektör firması kambiyo zararları nedeniyle iflas noktasına gelmiş ve bir çoğunun da mali yapısı çok ciddi bir biçimde bozulmuştur. Kuşkusuz bu olumsuz gelişmeler bankacılık sektörünün kredi riskini de artırmıştır. Bu tehlikenin artmakta olduğu açıktır. Dolayısıyla reel sektör bu konuda zamanında uyarabilir ve denetlenebilir di. Bu nedenle bu tür kararlar alırken iyi düşünmemiz ve sonrasında da kontrolü elden bırakmamamız gerekmektedir.

Şaban Bey’in dediğine de katılıyorum. Devletin borç seviyesi, milli gelire orantılandığında makul seviyelerde. Bir de son yıllarda maalesef biz bir tüketim toplumu olduk, Gelirimize ve imkanlarımıza uygun olarak yaşamadık. Sanki bu kredileri biz ödemeyecekmişiz gibi aldık ve bol bol harcadık. Yarın bu borçları kim ödeyecek?

Dr. Kazım Kılınç: BDDK geçen sene kredi kartıyla yapılan taksitli alışveriş sayısını azaltmıştı. Tüketimi kısmak için. Ama bir süre önce taksit sayısı yine arttırıldı.  

Dr. Ramazan Başak: Taksit sayısının artması talebi, o da enflasyonu artırır.

Dr. Kazım Kılınç: Çok teşekkür ederim Ramazan Bey.

Dr. Ramazan Başak: Çok karamsar bir şey çizdim ama…

TÜRKİYE ARTIK GELİŞMİŞ ÜLKE KATEGORİSİNDE

Dr. Kazım Kılınç: Yok Ramazan Bey, olaylara çift yönlü bakmak, iyi yönleri ve kötü yönleri görmek faydalı oluyor.  Ramazan üstat kamuda görev yaptı, özel sektörde görev yaptı. Şimdi de akademisyen olarak görev yapıyor. Çok yönlü bir değerlendirme oldu. Şimdi değerli dostumuz, değerli yazarımız Alper Nergiz ’den Türk ekonomisi için değerlendirme yapmasını rica edelim. Alper Bey, sermaye piyasasını en iyi bilen kişiler arasında. GCM Yatırım Menkul Değerler Genel Müdürü.  Alper Nergiz dostumuzun gözüyle Türk ekonomisi nasıl gözüküyor?

Alper Nergiz ile ilgili görsel sonucu

-Alper Nergiz: Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz. Ülkemiz ne kadar iyi olursa ne kadar gelişirse biz de o kadar rahat ederiz. Dolasıyla doğruları yaptığımız zaman her zaman alkışlamalıyız. Biraz daha morali yüksek tutmalıyız. Türkiye gerçekten gelişiyor ve büyüyor. Artık gelişmekte olan ülke kategorisinden gelişmiş ülke kategorisine doğru yol alıyoruz. Evet! Bir vizyon var, hedef var. Bugün ihracat rakamlarımız çok iyi olmasına rağmen belki 2023 hedeflerine ulaşamayacağız ama en azından bu yolda çabamız sürecek.  Biz, 2018’in Ağustos ayında bir atak yaşadık. Döviz ve faizler en yüksek noktaları gördü. En kötünün geride kaldığı görüşüne ben de katılıyorum. Birincisi; dövizde daha stabil hareket görüyoruz. Ekonomide bir dengelenme süreci var, cari açıkta düşüş var. Önümüzdeki dönemde cari fazla bile verebiliriz. Faizler’ in seviyelerinde de sınırlı da olsa geriye doğruya bir hareket var, Yeterli mi? Tabi ki değil. En azından bir aşağıya doğru gidiş var. Enflasyonda da en tepeleri gördük. Orada da son açıklanan verilerde düşüş eğilimi var. Şimdilik alınan tedbirler daha ziyade kısa vadeli olsa da seçimlerden sonra reformların hayata geçirilmesi ile daha iyi noktalara geliriz, bu açıdan pozitif bakıyorum.  Ayrıca enflasyonda enerji maliyetleri en önemli kalemlerden biri, hatırlarsak petrol fiyatları bir ara 100 dolarları aşmıştı. Şimdilerde 60 dolara doğru geri çekilmeler var ve daha stabil hareket ediyor. Özellikle kaya gazının bulunmuş olması fiyatların dengelenmesinde önemli rol oynadı. ABD kaya gazı sayesinde neredeyse dünyanın en büyük petrol üreticisi haline geldi. Ülkemiz petrol ve doğalgaz ithal eden bir ülke fiyatların geri gelmesi bizim için oldukça olumlu. Ayrıca ABD Başkanı Trump da açıklamalarında; petrol fiyatlarının çok yükselmesini istemediğini ısrarla belirtiyor.  İşsizlik oranları 2 ay geriden geliyor. Son aylarda bir miktar yükseliş var.

İSTİŞARE KÜLTÜRÜ VAR

Bildiğiniz gibi istihdam seferberliği başlatıldı. Hükümet yeni işçi alımlarında çok büyük teşvikler verdi. Ayrıca yeni ekonomi yönetiminde şunu görüyoruz bir istişare kültürü var. Son ekonomi programlarına bakıyoruz tüm kesimlerle istişare edilerek hazırlandı. Buda daha gerçekçi, makul ve rasyonel bir program oluşmasını sağlıyor. Umarız seçim sonrasında yapılacak yeni reformlar ile daha iyi bir noktaya geliriz.

Dr. Kazım Kılınç: Yani tüm kesimlerin görüşü alındı, öyle mi?

-Alper Nergiz: Evet! Her kesimin görüşü alındı. Bu çerçevede istişare kültürü, yeni anlayışla yürütülüyor, bence bu da pozitif bir gelişme. Sermaye piyasaları açısından bakarsak; Sayın Bakan Albayrak’ın sermaye piyasasının derinleşeceği yönünde değerlendirmeleri var. Özelikle vergiyle alakalı ciddi adımlar atılacağı belirtiliyor. Sermaye piyasasının derinleşmesi bankacılığın ağırlığının nerdeyse %80’ler %90’lara yakın olduğu ülkemizde hem reel sektör hem de ekonomi için daha iyi olur diye düşünüyorum. Ayrıca Hazine ve Maliye bakanlığı birleştirildi. Hızlı kararlar alınması açısından artı olumlu yönleri var. Bunun dışında bakarsak AR-GE’ ye çok ciddi teşvikler verildi. Dijitalleşme önem veriliyor. Savunma sanayinde önemli adımlar atılıyor. Alt yapıda mega projelere devam ediliyor. Fatih gemisi ile Akdeniz de petrol ve doğalgaz sondajı yapıyoruz. Umarız bundan sonrada ülkemiz daha gelişir, zenginleşir, refah olur yoluna devam eder. Teşekkür ederim.

Dr. Kazım Kılınç:  Ben teşekkür ederim. Alper Bey de farklı bir değerlendirme yaptı. Meselelere iyimser bir pencereden baktı.

Dr. Kazım Kılınç: Şimdi değerli dostumuz Bilge Özdemir’in değerlendirmelerini alalım. Bilge Özdemir gayrimenkul konusuna hakim olan, olan uzman olan isim başlarında geliyor. Gayrimenkulden başlayalım. Bilge Beyin gözünden Türkiye ekonomisi nasıl görünüyor? Ne yapmamız lazım? değerlendirme rica edelim.

Bilge Özdemir ile ilgili görsel sonucu

-Bilge Özdemir: İstanbul İşletme mezunuyum. Yurtdışında ekonomi finansı okudum ayrıca. Uluslararası pazarlamada master yaptım. Yaklaşık olarak 5 yıldan beri de gayrimenkul sektöründe zaman zaman içinde proje geliştirici olarak, zaman zaman projelerin satıcı olarak yöneticisi olarak yer aldım. Tabi sektör olarak baktığımızda uzun zamandan beri bu sektördeyim. Diğer sektörlerin nazarı değdi. Beton yığınları, beton yığınları diyenlere “Sonunda rahat edin, gözünüz aydın” diyorum. Çünkü sadece beton yığınından ibaret olduğunu düşündüğünüz sektör, yaklaşık 286 yan sektöre, hizmet sektörlerine hizmet ediyor. Peki finans ve bankacılık hizmet vermiyor mu? Tabii zaman zaman pozitif şeyler söylediğiniz zaman siyasi olarak farklı değerlendiriliyorsunuz. Sanki söylemlerin negatif olması gerekiyor gibi bir algı var. Özellikle TÜİK verilerine baktığımız zaman şunu görüyoruz.  Son 3 aydan beri düşüş trendini hızlandığını görüyoruz. Yani aylık yaklaşık %20’ler seviyesinde gerileme söz konusu. Genel istatistiklere baktığımızda, 10 yıl öncesini ele aldığımız zaman ortalama 500 bin gayrimenkul satışı gerçekleşiyordu. Son 5 yıl yılda bu ortalama 1 milyon 250 binlere kadar çıktı. Şimdi tekrar düşüş trendi başladı. Tabi düşüş trendi en önemli etkenlerden bir tanesi biz bu verileri yorumlarken aslında bunda birinci el satışlarda 2 yıl veya 3 yıl önceki verileri yorumluyoruz.

MÜTEAHHİTLİK HASTALIĞI BAŞLADI

Biz öyle bir döneme girdik ki devletin de teşviki ile birlikte müteahhitlik hastalığı başladı. Herkes sanki araziler bitiyor. Kapma sevdası içinde sürekli proje geliştirme hastalığına tutulduk. Neyseki o hastalıktan kurtardık. Yani önümüzdeki ruhsatlara baktığımızda, 3- 4 senelik süre için böyle hastalık gözükmüyor. Yani ancak elimizdeki projeleri bitirebilecek bir ivme yakalanacak. Stok yapılarımız yaklaşık olarak 500 bin seviyesinde.  Gerçekten çok dinamik bir yapıya sahibiz. İç göçlerimiz, tersine dönüşlerimiz fazla. Evlenen nüfus fazla, boşanan nüfus hızla artıyor. Bunlar da ayrı bir talep doğuruyor kendi içerisinde. 2019’da sektör nasıl olur? Farklı paydaşlarla birlikte gayrimenkul sektöründe bu sene 750 binler seviyesinde bir gayri menkul el değişimini ön görüyorum 2019’da 750 binin altına düşmeyecek satışlar.

YABANCILARA GAYRİMENKUL SATIŞI İHRACAT KAPSAMINA ALINMALI

Tabi özellikle kriz dönemleri ile birlikte gayrimenkulde uluslararası pazarlamaya gidildi. 5-6 yıl önce sektör, Körfez, Ortadoğu pazarı, ardından Avrupa pazarı ve son olarak Uzakdoğu pazarına doğru çeşitlenmeye başladı. Ki biz artık proje geliştirici olanlara uluslararası pazarları da değerlendirmeleri yönünde tavsiye bulunuyoruz. Hatta yabancılara satılan gayrimenkullerin ihracat kapsamına alınması yönünde de hükümet nezdinde bazı girişimlerimiz söz konusu. Özellikle son dönemlerde çevre bakanlarının teşvikleriyle 2. Vatanım ya da evim gibi gurbetçilere yönelik bir pazar geliştirilmeye başlandı. Ve bu Pazar da  meyvelerini vermeye başladı. Gurbetçi vatandaşlarımıza yönelik satışlar, üst kimlik arayan Faslısından Cezayirlisine kadar pasaport vatandaşlığına yönelik yapılacak satışlarda bir potansiyel var. Ayrıca yaşlanan Avrupalıların, Almanların, İngilizlerin konut talebi var. Bu konuda Çevre Bakanlığı, Turizm Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı ortak hareket etmeli.

Türk vatandaşlığı, pasaport vatandaşlığı ısrarlara rağmen 1 milyondan 250 bin dolara düşürüldü. Şu anda toplam satış içinde yabancıların payı  %5 seviyesinde. Bu oranın %10’lar seviyesine doğru çıkacağını öngörüyorum. İkinci Türk Cumhuriyetlerinde bir alternatif pazar oluşturabilir miyiz? Uzakdoğu’da, Çin gibi önemli pasaport vatandaşlığı önem taşıyor. 250 bin dolar verip konut alalım, ama 3 yıl sonra 250 bin doları geri almak gibi garantiler arzu ediliyor. Gayrimenkul önemli bir ihtiyaç, yatırım değil. Yatırım konusu, zaman zaman gündeme getiriliyor. Gayrimenkulün yatırım ölçüsü, özellikle kira çarpanlarda değil. İstanbul için maliyetlerin yansıtılamadığı, bu maliyetlerin finansal problemlerin çözülmesi ile birlikte tekrar maliyetlerin fiyatlara yansıyacağı nı öngörüyorum. İstanbul için 4 bin TL’lik metrekare fiyatı, bugün için alım fırsattır.

4 BİN LİRALIK FİYAT, ALIM İÇİN FIRSATTIR

Dr. Kazım Kılınç : Bu 4 bin liralık fiyat, size göre hangi ilçeler için?

Bilge Özdemir: Şu anda ortalama bir rakamdan bahsediyorum. Ağırlıklı olarak çeper Kayaşehir, Esenyurt gibi noktalar, Pendik gibi noktalarda bu fiyatlar uygundur. Çünkü bu seviyeleri dip seviyesi olarak görmeye başlayacağız. Bir tane İstanbul var, eğer yatay yerleşim modeli uygularsak arsa değerleri artacak. Bir deprem tehdidi halen var. Faiz oranlarını ben 1.25 seviyesinde görüyorum. Seçim etkisi Haziran ayına kadar devam eder. Haziran’dan sonra gayrimenkul sektörü için toparlanma süreci başlar. Bu süreci biz önemli etki olmadıktan sonra 4-5 yıl daha sürdürürüz.

ALDATICI REKLAMLARDAN, UYGULAMALARDAN KAÇINMAK GEREKİR

Dr. Kazım Kılınç: Teşekkürler. Ben de bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Türkiye’de kentsel dönüşüm çok yanlış anlaşılıyor, yanlış uygulanıyor. Kentsel dönüşüm dediğiniz zaman yapılması gereken şudur. Çürük, depremde yıkılması muhtemel binalar yıkılacak, yeniden ve sağlam bir şekilde inşaa edilecek, ama 5 kat yıkılıp da yerine kesinlikle 10-15 kat yapılmayacak. Binanın otoparkı yapılacak, geniş caddeler, parklar yapılacak, nefes alınacak bir atmosfer oluşturulacak. Birkaç yıldır bunların tersi yapılıyor. İnşallah bundan sonra geleneksel şehir mimarisi dikkate alınır, daha az katlı binalar yapılır, özlemini duyduğumuz mahalle kültürü yeniden oluşturulur.  Beni rahatsız eden bir başka konu da yeni yapılan siteler yapılan reklamlarda  mesela, “60 ay sıfır faiz” gibi ifadelerin kullanılması. Burada bir aldatmaca var. Çünkü önce konutun fiyatı ciddi miktarda arttırılıyor, sonra “şu kadar ay sıfır faiz” diye reklam veriliyor. Faizlerin yüzde 25-30’larda olduğu bir dönemde böyle bir seyir olması mümkün değil. Bu tür aldatıcı reklamlardan kaçınmak gerekir.

60 FAY SIFIR FAİZ, BİR PAZARLAMA TAKTİĞİ

Bilge Özdemir: Kimse vade farkı vermek istemiyor. O zaman rakamsal boyuttaki tespitlerin içine yedirilmiş fiyat listesi oluyor. Çünkü o fiyat listesi aynı zamanda sizin peşin de fiyat listeniz ama şunu diyorsunuz. Bindirme paranın bir maliyeti var. Olmaması imkansız. İki algı var. Özellikle son 5 yıldan beri yabancılara satılan konutlar çok arttı. Yabancıların faiz vermeme isteği, yani helal-haram döngüsünden dolayı faiz vermeme isteği karşısında böyle bir yaklaşım ortaya çıktı.  Bizim fiyatımız bu. 50 ay faiz maiz yok, içerisinde faiz yok. Neticede bu bir pazarlama taktiği. Pazarlama stratejisi içerisinde oluşan bu uygulama, genelde kabul gördü, hepimiz biliyoruz. Benim sektördeki en büyük rahatsızlık konum ekonomistlerin çıkıp da 1.el piyasası için değil ama, 2.el piyasası için “alma zamanı, satma zamanı” demeleri. Bu sözlere çok bozuluyorum yani. O şantiye tonlarca para harcıyor. Neticede satmak zorunda. Zaten alacak olanlar, ekonomisti dinlemiyor. Ayrıca, zengin olan ekonomist de görmedim.

Şaban Çağıran: Bilge Bey’in dediklerine katılıyorum. Aynı sektörde sayılıyoruz. Şimdi bir iki şey ilave edeceğim. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2018 maliyet tablosuna göre maliyetler, ortalama %25 oranda arttı. Bunun içinde kar da var. Ama %23 arttı. Şimdi fiyatlar %5 arttı. Şimdi buna rağmen satışlar düşüyor.

Dr. Kazım Kılınç : Ama bu fiyatlar, şişirilmiş  fiyatlardı. Balon fiyatlar vardı. Ekonomi daraldı. İstanbul değersizleşti bir de…

Şaban Çağıran: Fiyatlar düşmesine rağmen maliyenin artmasına rağmen sayısı hala düşüyor

GAYRİMENKUL SEKTÖRÜ, HER ZAMAN GEÇERLİLİĞİNİ KORUR

Dr. Kazım Kılınç:  Gayrimenkulde balon fiyatlar vardı. Ekonomi daraldı. İstanbul değersizleşti. Neden kaynaklanıyor bu?

Şaban Çağıran: Şu anda müteahhitler binaları yeniden yapsalar, sattıkları fiyatlara mal etmeleri inanın güç. Çünkü maliyetler son bir yıl içinde %23 arttı. Böyle bir gerçek var, ona rağmen satmak istiyorlar. Neden? Nakit sıkışıklığı yaşıyorlar çünkü. 2016 yılına ait 954 inşaat firmasının Merkez Bankası verilerini inceledim. Nakit oranı dediğimiz kısa vadeli borçları karşılamak için hazır tuttuğu para 1 bölü 13, yani 1.-TL ile 13.-TL’lik borca girilmiş. İnşaat sektörü toplamda %80 borçla dönüyor. Kayıt dışılık varsa onu bilemem ama tablo nakit sıkışıklığının 2-3 yıl önceden var olduğu anlaşılıyor. Satış fiyatları %5 artıyor, maliyetler %23. Gayrimenkul sektöründe talep yetersizliği söz konusu. Satın alma talebini kısıtlayan unsurların başında, geleceğe dönük belirsizlik, devamında ise kur ve faiz oranlarındaki oynaklık yatıyor. Geleceğe olumlu bakamıyor insanlar. Türkiye’de gayrimenkul sektörü her zaman geçerliliğini korur, zira 83 milyon nüfus ve yaklaşık 20 milyon konut var. Bunların büyük bir bölümünün de yaşı eskidi ve yenilenecekler.

PAZARI GENİŞLETMEK İÇİN AKILLI DEĞİŞİM FONU

Bilge Özdemir: Son tespitlerimiz şöyle: Proje satış ofislerine giden her 10 kişiden %60’ı, satın almıyor. Elindeki gayri menkulü satamadığı için satın alımı gerçekleşmiyor. Şimdi pazarı genişletmek için akıllı değişim diye fonla görüşüyorum. Bu gayri menkullere takas usulü alıp belli bir miktarda dokunuşlarla tekrar daha karlı satabilir miyiz? Piyasadaki tıkanıklık eldeki gayrimenkuller.

Dr. Kazım Kılınç : Alper Bey bu konuya bir şeyler eklemek istiyor.

Alper Nergiz: Seçimlerden sonra faizler aşağı gelmeye devam ederse o zaman emlak sektörünün daha fazla canlanacağını düşünüyorum.

Murat Sungur Bursa: Bu konuda ben de bir şeyler söylemek istiyorum. Gayrimenkul sektörü ekonomiyi tetikleyebilen ve yüksek nitelikli insan gücüne gerek duymadan ortalama vasıflı işgücü ile  yaygın istihdam sağlayarak   ekonomiyi ciddi ölçüde  canlı tutan, en kolay sektör diyelim. Çok yüksek  eğitim gerekmiyor, ruhsat işi kolay. İmarla oynamak zor değil. En uygun iş ve yatırım ortamı inşaat sektöründe. Ama iktisadi anlamda incelediğimiz zaman inşaat sektörünün makro ekonomik verileri tetikleyen  kaldıraç katsayısı   düşüktür. Eğitime yapılan yatırım örnek olarak zaman alır ama sonuçta  yüksektir. Ya da elektronik sektörüne yatırım çok  daha yüksektir. Türkiye de 2010 a kadar  çok doğru işler yapılırken ondan sonra bazı konularda  yanlış işler yapılmaya başladı. Türkiye ekonomisi bana göre işte o dönemlerde belli bir  plana programa bağlı olmadan bir şekilde kopuş yaşadı. İstikrarsızlığın dört dörtlüğünü yaşadık. Sürekli ekonomi istikrarsızlığı yaşadık. Biz yönelimimizi değiştirdik  ve bir sürü yanlış yapmaya başladık.

İNŞAAT SEKTÖRÜ  KENTLERİMİZİ DAHA GÜZEL VE YAŞANABİLİR YAPAMADI

Ekonomimizi yıllarca lokomotif gibi sırtlayan ve yüksek kalkınma hızlarına erişmemizi sağlarken çok ciddi istihdam olanakları oluşturan İnşaat sektörümüz parça parça olarak baktığımızda çok nitelikli binalar yada siteler gerçekleştirdi. Ancak maalesef bunlar bütüncül bir planlamadan yoksun olduklarından hem kentlerimizi başta İstanbul olmak üzere olası bir deprem afetine daha hazırlıklı yapamadığı gibi  hem de daha yaşanabilir, daha konforlu ve  daha yaşam kalitesi yüksek  kentler oluşturmamıza hizmet edemedi.

Dr. Kazım Kılınç: Değerli dostlarım, Turcomoney’nin değerli yazarları güzel, verimli bir toplantı oldu. Çok önemli bilgiler paylaşıldı. Hepinize teşekkür ederim.

 

 

 

 

 

 

 

Yorum yok

Yorum Yazın

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

*

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

İlgili Haberler

Site Haritası