-Önümüzdeki dönemde yeterli döviz kazanma ve tasarruf yapma gücü tekrar kazanılana kadar küresel sermaye akımlarının ve fon sağlayıcıların cesaretini artırıcı politikaları öncelemek kritik önemdedir. Ancak sağlanacak fonlar, taş, toprak ve inşaat gibi milli gelire katkısı bir iki yılla sınırlı olan alanlara tahsis edilmeden, büyümeye katkısı uzun süreli olacak yatırımlara yönlendirilmelidir. Küresel sermaye akımlarının ekonomiye girmesinin zaman alacağı daima göz önüne alınmalıdır.
– Kurları sabitlemek için sebep olunan rezerv kayıplarının yoksunluğunu CDS primlerinin yüksekliğiyle telafi edecek duruma düşüldü. Rezerv yoksunluğunun etkileri, hukuksal ve yönetsel alanlardaki iyileştirici dönüşümlerle giderilmelidir. Reel satın alma gücünün artırılması için ücret zamlarından ziyade, ulusal düzeyde fiyatlar genel seviyesinin düşürülmesi modellenmelidir.
-Ücret zamlarının süreklileştirilmesi, ekonomi üzerinde artık yük olmaya başladı. Ücret artışları, birebir fiyatlara yansıtılıyor ve fiyat istikrarsızlığını süreklileştiriyor. Usulüne uygun olarak fiyatlar genel seviyesinin ulusal düzeyde düşürülmesi ise son iki yılda gerçekleşen haksız sermaye transferlerini telafi edecek, gelir adaletsizliğinin giderilmesine katkı sağlayacaktır. Ulusal düzeyde fiyatlar genel seviyesinin düşürülmeli ve bir uzmanlar kurulu oluşturulmalıdır.
-Net rezervler ile borçlanılarak elde edilen rezervlerin toplamı, brüt rezervleri oluşturur. Net rezervler/brüt rezervlerin oranı %50’nin üzerinde olması, rezervlerin koruyuculuk gücünü artırıp risk seviyesini azaltır. Türkiye’de uluslararası rezervlerin risk koruyuculuk gücü, 2010 yılından itibaren zayıflamaya başladı, 2020 yılından itibaren ise bizatihi kendisi risk unsuru haline geldi. Brüt rezervlerin bozulan mevcut bileşim kompozisyonu artık devam etmemeli, kalıcı döviz alımlarıyla net rezervler negatif değerden çıkartılıp artış sağlanmalıdır.
-Enflasyon karşıtı bir para politikası oluşturulmadan, enflasyonda düşüş beklemek anlamsızdır. Arz ve tedarik koşulları ile ithalat fiyatlarında normalleşme ve küresel koşullarda toparlanma öngörüsünde olan Merkez Bankası, enflasyonla hiçbir şekilde bir mücadele edece bir para politikası oluşturmadığı halde baz etkisinin dışında yurt içi enflasyonda düşme bekliyor. Liralaşma stratejisi kapsamında uygulanan hedefli kredi, likidite ve çeşitlendirilmiş rezerv yönetimi gibi regülasyonların Türk lirasında istikrarı koruyacağını beklemek içi boş bir beklentidir.
-Gelişmekte olan ekonomilere yönelik tekrar artan küresel portföy girişlerinin hedefinde Türkiye yer almıyor. Ancak bu kez seçimler sonrasında uygulanacak olan ekonomi politikalarının netleşmesi bekleniyor. Küresel düzeyde bankacılık sektöründe ortaya çıkan kırılganlıklar nedeniyle, gelişmiş ülke merkez bankalarının uygulamakta oldukları sıkı para politikasının küresel ölçekte finansal istikrarın bozulmasına yol açacağı yönündeki beklentilerin inandırıcılığı ve haklılığı zayıftır.
-Türkiye ekonomisinin dış talep görünümü, seçim sonucuna bağlı olmaksızın orta ve uzun vadede pozitiftir. Gelişmiş ülkelerin iktisadi faaliyetlerinin olumlu seyretmesi, savaşa dair oluşmuş risklerin büyük ölçüde baypas edilmesi, küresel resesyon kaygılarının ortadan kalkması ve küresel büyüme eğilimlerinin daha da artması gibi gelişmeler dış talebin yükselerek devam edeceğini gösteriyor.
-Türkiye’nin CDS primleri 2018 yılından itibaren 300 baz puanı aşarak aşırı kırılganlık alanında konumlanmış durumdadır. Mevcut durumda 550-600 bandında seyrediyor. Temel makro ekonomik ve politik parametrelerin tek bir havuzda harmanlanarak oluşturduğu CDS (Credit Default Swap-Kredi Temerrüt Takası) primlerindeki gelişmeler, Türkiye açısından gündemdeki birincil önceliğini koruyor.
-Büyüme, işsizlik, seçimler, enflasyon oranı, faiz oranı, döviz kurları, rezervler, cari açık, para ve maliye politikaları, borçluluk düzeyi, borsa endeksleri, jeopolitik gelişmeler, yapısal sorunlar, ülke kredi derecelendirme notları gibi ekonomik ve politik parametrelerin tamamı Türkiye’nin CDS priminin oluşumunda topluca yer alıyorlar. CDS primleri, Türkiye ekonomisinin büyüme öngörülerinin tespitinde en açık göstergedir.
-Türkiye ekonomisinin kaynak tahsis süreçlerinde, sadece piyasa sinyal ve göstergelerine dayanarak karar vermesi yönteminden vazgeçmesi gerekir. Türkiye yeniden planlama süreçlerine geri dönmelidir. İstihdam ve verimlilik artışları, problem olmaya devam ediyor. Sanayileşme ve özellikle yüksek teknolojiye dayalı yatırımlar yerine üretken olmayan ve ancak kısa sürede yüksek kar ve rant getiren alanlara yoğunlaşılıyor. Bu nedenle istihdam ve verimlilik artışları problem olmaya devam ediyor.
-Türkiye ekonomisinin gelişmiş ülkeler ile kalkınma açığını 10-15 yıl aralığında kapatabilmesini sağlayacak büyüme oranlarının altındaki her büyüme eksik büyümedir. Türkiye son 40-45 yıldır hep eksik büyüme içerindedir. Eksik kalmanın nedeni ise sanayileşmede devam eden plansızlıktır. Mevcut para politikası başından bu yana sürdürülemez durumdadır. Yüksek enflasyona rağmen mevcut düşük faiz politikası terk edilmez ise TL’nin dış değerindeki erime ve mali zorlukların artması kaçınılmazdır.
Para, maliye, döviz, finansal piyasaların ortak kesişim alanlarını oluşturan uyum faktörleri son iki yıldır uyumsuz ve birbirleriyle çatışır hale geldi. Giderek belirginleşen politika faizi ve mevduat/kredi faizi uyumsuzlukları, serbest piyasa ve bankalar arasında belirginleşen çifte kur gibi tezat gelişmeler, piyasalar arasındaki ortak kümelerin yok edilmesinin neticeleridir. İki yıldır iyice belirginleşen bu reddiyeci uyumsuzlukların ortadan kaldırılması, politika zorlukları içerse de her vade ve her faktör bazında tanı çalışmaları ve çözüm programları geliştirilip bir an önce uygulamaya konulmalıdır. Sebep olunacak finansal güçlüklere rağmen, politika faizinin enflasyona etki edecek seviyelere taşınması ve eş zamanlı olarak kurumların ve güçler arasındaki bağımsızlıkların artırılması ilk öncelikli adım olacaktır.
Yeterli döviz kazanma ve tasarruf yapma gücü tekrar kazanılana kadar küresel sermaye akımlarının ve fon sağlayıcıların cesaretini artırıcı politikaları öncelemek kritik önemdedir. Ancak sağlanacak fonların, taş, toprak ve inşaat gibi milli gelire katkısı bir iki yılla sınırlı olan alanlara tahsis edilmeden, büyümeye katkısı uzun süreli olacak yatırımlara yönlendirilmesi esas olmalıdır. Döviz piyasalarında oluşturulacak politikalar açısından, küresel sermaye akımlarının ekonomiye girmesinin zaman alacağı daima göz önüne alınmalıdır. Bu açıdan, IMF gibi uluslararası kuruluşlarla iş birliği yapılmayacak ise, TL’nin dış değerindeki olası seviyelerin ve dolayısıyla fiyatların istikrara kavuşması da elbette zaman alacaktır.
ÜCRET ZAMLARININ SÜREKLİ HALE GETİRİLMESİ, EKONOMİ ÜZERİNDE YÜK OLMAYA BAŞLADI
Küresel sermaye akımlarına serbestçe açık bir ekonomide hem dalgalı kur rejimini benimsediğini hem de döviz kurlarını sabitlemeye ve/veya “Liralaşma” adı altında bağımsız bir para politikası uygulamaya kalkıyorsa piyasa güvenini kaybeder. Bu imkânsızlık neticesinde kurları sabitlemek için sebep olunan rezerv kayıplarının yoksunluğunu CDS primlerinin yüksekliğiyle telafi edecek duruma düşüldü. Rezerv yoksunluğunun etkileri, hukuksal ve yönetsel alanlardaki iyileştirici dönüşümlerle giderilmelidir. Reel satın alma gücünün artırılması için ücret zamlarından ziyade, ulusal düzeyde fiyatlar genel seviyesinin düşürülmesi modellenmelidir. Zira, ücret zamlarının süreklileştirilmesi, ekonomi üzerinde artık yük olmaya başladığı için, birebir fiyatlara yansıtılıyor ve fiyat istikrarsızlığını süreklileştiriyor. Usulüne uygun olarak fiyatlar genel seviyesinin ulusal düzeyde düşürülmesi ise son iki yılda gerçekleşen haksız sermaye transferlerini telafi edecek, gelir adaletsizliğinin giderilmesine katkı sağlayacaktır. Ulusal düzeyde fiyatlar genel seviyesinin düşürülmesi modelinin oluşturulması ve devreye alınması için ise bir uzmanlar kurulu oluşturulmalıdır.
VERİ TOPLAYAN KURUMLAR ÜNİVERSİTELERİN DENETİMİNE AÇILMALI
TÜİK gibi ulusal düzeyde veri toplayan kurumların tamamının çalışma süreçlerinin, metodolojilerinin ve raporlamalarının denetlenmesi için konusunda uzman ve eğitimli kişilerden oluşturulacak bağımsız ve bilimsel kurumlar oluşturulmalı ya da üniversitelerin denetimine açılmalıdır. Yapılacak denetimler sayesinde kaybedilmiş olan piyasa itibarlarının geri kazanılması daha kolay olacaktır. Kamu kurumlarında şeffaflığın artırılması ve ulusal güvenlik gerekçeleri haricindeki nedenlerle uygulanan bilgi gizleme-bilgi karartma eğilimlerinin hesap verilebilirlik açısından bir an önce ortadan kaldırılması gerekir.
ULUSLARARASI REZERVLERİN RİSK KORUYUCULUK GÜCÜ, 2010 YILINDAN İTİBAREN ZAYIFLAMAYA BAŞLADI
Türkiye’nin rezervlerindeki bozulma 2010 yılından itibaren başlamış ve bugüne kadar 13 yıldır devam ediyor. Net rezervler ile borçlanılarak elde edilen rezervlerin toplamı, brüt rezervleri oluşturur. Net rezervler/brüt rezervlerin oranı %50’nin üzerinde olması, rezervlerin koruyuculuk gücünü artırıp risk seviyesini azaltır. Türkiye’de uluslararası rezervlerin risk koruyuculuk gücü 2010 yılından itibaren zayıflamaya başladı, 2020 yılından itibaren ise bizatihi kendisi risk unsuru haline geldi. Brüt rezervlerin bozulan mevcut bileşim kompozisyonu artık devam etmemeli, kalıcı döviz alımlarıyla net rezervler negatif değerden çıkartılıp artış sağlanmalıdır. Yapısal cari açık zorluklarının aşılma güvencesi için, bileşimin net rezerv lehine değiştirilmesi ve Merkez Bankası’nın en son finansman sağlayıcısı olma görevinin (lender of last resort) daha kaliteli hale getirilmesi şarttır. Rezervlerin miktarı, ithalat, kısa vadeli dış borçlar ve M2 tanımlı para arzı karşısında yetersizlik içerindedir. Koşullu veya koşulsuz tüm borç ve yükümlülüklerin lehine kaymış olan brüt rezervlerin mevcut bileşiminin; açık piyasa işlemleriyle ilişkili olarak, kamu tahvilleri için teminat sağlama fonksiyonu ve Türk parasının dış ve iç değerini dolayısıyla enflasyonu kontrol etme gücü zayıfladı. Brüt rezervlerin içeriğinde, koşullu borç ve yükümlülükler yoluyla temin edilen kalemlerin bazıları açısından, rezervlerin her an kullanıma hazır bulunma özelliği cari durumda bir miktar zayıfladı.
AYKIRI PARA POLİTİKASINDA ISRAR EDİLMEMELİ
M1 para arzında son bir yılda gerçekleşen %58,60 oranındaki artışın önemli nedeni, piyasalardaki güvensizlik ve fiziksel olarak taşınacak veya her an hazır bulundurulacak para miktarının fiyatlar genele seviyesindeki artışa eşlik etme gereğidir. Kredi kartlarının limitlerinde ikiye üçe katlanan artışlar da bu nedenlidir. Aynı şekilde M2 para arzında oluşan %62,79 oranındaki yıllık artışın nedeni ise, döviz fiyatlarındaki kur beklentisi nedeniyle dövize endeksli olan KKM hesaplarına geçiş ve ilave yığışmayla ilgilidir. KKM’ların tasfiyesi esnasında ve sonrasında M2 para miktarı seviye düşüklüğü yaşayacağı için ticarete eşlik etme adına paranın dolaşım hızı artacaktır. M2 para tanımı içerisindeki vadeli YP mevduattan vadeli TL hesaplara geçişlerin de nedeni KKM uygulaması olup, gösterim olarak Türk parası şeklinde tasnif edilse bile esasında dövize endeksli statüsündeki dövizlerdir. Dolayısıyla liralaşma adıyla ortaya konulan uygulama esasında dövize endeksleme işlemidir. Yarıdan daha az kısmı yerel para olan M2 tanımlı bir para arzının yönetiminde dünyadan bağımsız davranarak oluşturulan bir para politikasıyla yönelmeyeceği gayet açıktır. M2 para tanımı içerinde yer alan Türk parası şeklinde tasnif edilen ve ancak esasında dövize endeksli statüsüyle gerçekte döviz olan kalemler dikkate aldığında M2 paranın içeriğindeki para türlerinin %60’lık kısmı döviz, sadece %40’lık kısmı Türk parasıdır. M3 para tanımında oluşan %62.36’lık yıllık artış ise fiyat istikrarsızlığının artış eğilimde olduğunun göstergesidir. M3 para arzındaki artış ile enflasyon artışı arasında seviye farklılığı oluşsa bile, gelişimleri eş yönlüdür. Sonuçta para arz türleri Türkiye ekonomisinde, yatırımcı ve tüketici güvensizliğine, bağımsız ve aykırı bir para politikasında ısrar edilmemesi gerektiğine ve yüksek enflasyonun devam ettiğine işaret ediyor.
ENFLASYON KARŞITI PARA POLİTİKASI OLUŞTURULMADAN, ENFLASYONDA DÜŞÜŞ BEKLEMEK ANLAMSIZDIR
Enflasyon karşıtı bir para politikası oluşturulmadan, enflasyonda düşüş beklemek anlamsızdır. Arz ve tedarik koşulları ile ithalat fiyatlarında normalleşme ve küresel koşullarda toparlanma öngörüsünde olan Merkez Bankası, enflasyonla hiçbir şekilde bir mücadele edece bir para politikası oluşturmadığı halde baz etkisinin dışında yurt içi enflasyonda düşme bekliyor. Liralaşma stratejisi kapsamında uygulanan hedefli kredi, likidite ve çeşitlendirilmiş rezerv yönetimi gibi regülasyonların Türk lirasında istikrarı koruyacağını beklemek içi boş bir beklentidir. Öncelikle ikili döviz kurunun oluştuğu ve bu kurlar arasındaki makasın hemen hemen %10’lara ulaştığı bu konjonktürde TL’nin değerinin istikrarlı olduğunu iddia etmek doğru değildir. İkincisi TL’de istikrar olmadığı halde olmayan ısrarla enflasyonda dengelenmeye katkı sağlayacağının iddia edilmesi dayanaktan yoksundur.
Liralaşma stratejisi, Türk lirasının önceliklendirilmesi değil, dövize endekslenerek bizatihi dolarizasyonun artırılmasıdır. Faiz aracının serbestçe kullanılma inisiyatifi yoksa, enflasyonunun yönü üzerinde etkinlik sağlanamaz ve önden yüklemeli regülasyonların ilave yükler dışında herhangi bir başarı elde edileceği beklenemez. Para politikası ve fiyatlama davranışlarını ilgilendiren yapısal konularda politika araçlarının enflasyonda öngörülen düşüş ile uyumlu şekilde kullanılacağı söyleniyor ise, faiz aracının serbest kullanım inisiyatifinin olması gerekir.
İktisadi faaliyetlerin yukarı yönlü hareketinde etkili olan yurt içi talebin artış gerekçesi, satın alma gücündeki zayıflamanın önlenmesi çabası olup, orta vadede yurt içi talebin destekleyici rolü tamamen tersine dönecektir.
TÜRK LİRASI, % 20 CİVARINDA AŞIRI DEĞERSİZLEŞTİ
TÜİK’in yayımladığı enflasyon verilerinin girdi olarak kullanılması sonucunda, iddia edildiği gibi Türk parasının değerli değil, tam tersi % 20 civarında aşırı değersizleştiği hesaplanıyor. Dolayısıyla dış satımcıların ve döviz spekülatörlerinin düşük kur şikayetleri teknik olarak doğru değildir. Güncel net ihracatın milli gelir içindeki payının tarihsel ortalamaların üzerindeki seyretmesi bunu ispatlayan en açık göstergedir. Son iki yılda gerçekleşen satın alma gücü transferlerinde ihracatçıların elde ettikleri kazanç akımlarının devam etmesini sağlama adına TL aşırı değerlenmiştir algısı yaratılıyor.
Hizmetler sektörünün artan talep desteği, ara malı ve enerji ithalatının sürekliliği cari işlemler açığını kalıcı hale getiriyor. Ayrıca altın ve tüketim malı ithalatındaki gelişmeler ise cari işlemler açığının volatilitesinde en temel itici faktörlerdir. Dolayısıyla bu faktörlerin gelişimlerini serbest piyasa koşulları içerinde yönetilip yönlendirilmesi ve temel olarak da döviz kazancını artırıcı uygulamalara ağırlık verilmesi mali politikaların ve makro ihtiyatı tedbirlerin ana amaçları olmalıdır.
KÜRESEL PORTFÖY GİRİŞLERİNİN HEDEFİNDE TÜRKİYE YER ALMIYOR
Gelişmekte olan ekonomilere yönelik tekrar artmakta olan küresel portföy girişlerinin hedefinde uzun süredir Türkiye yer almıyor. Ancak bu kez seçimler sonrasında uygulanacak olan ekonomi politikalarının netleşmesi bekleniyor. Küresel düzeyde bankacılık sektöründe ortaya çıkan kırılganlıklar nedeniyle, gelişmiş ülke merkez bankalarının uygulamakta oldukları sıkı para politikasının küresel ölçekte finansal istikrarın bozulmasına yol açacağı yönündeki beklentilerin inandırıcılığı ve haklılığı zayıftır. FED başta olmak üzere, diğer gelişmiş ülke merkez bankalarının faiz artış döngüsünün zayıflayacağı yönündeki beklentilerin nedeni, resesyon korkusu değil, enflasyon artışlarındaki yavaşlama sinyallerinin ortaya çıkmasıdır.
Türkiye ekonomisinin dış talep görünümü, seçim sonucuna bağlı olmaksızın orta ve uzun vadede pozitiftir. Gelişmiş ülkelerin iktisadi faaliyetlerinin olumlu seyretmesi, savaşa dair oluşmuş risklerin büyük ölçüde baypas edilmesi, küresel resesyon kaygılarının ortadan kalkması ve küresel büyüme eğilimlerinin daha da artması gibi gelişmeler dış talebin yükselerek devam edeceğini gösteriyor.
TÜRKİYE’NİN CDS PRİMLERİ, 500-600 BANDINDA SEYREDİYOR
Türkiye’nin CDS primleri 2018 yılından itibaren 300 baz puanı aşarak aşırı kırılganlık alanında konumlanmış durumdadır. Mevcut durumda 550-600 bandında seyrediyor. Temel makro ekonomik ve politik parametrelerin tek bir havuzda harmanlanarak oluşturduğu CDS (Credit Default Swap-Kredi Temerrüt Takası) primlerindeki gelişmeler, Türkiye açısından gündemdeki birincil önceliğini koruyor. Büyüme, işsizlik, seçimler, enflasyon oranı, faiz oranı, döviz kurları, rezervler, cari açık, para ve maliye politikaları, borçluluk düzeyi, borsa endeksleri, jeopolitik gelişmeler, yapısal sorunlar, ülke kredi derecelendirme notları gibi ekonomik ve politik parametrelerin tamamı Türkiye’nin CDS priminin oluşumunda topluca yer alıyorlar. CDS primleri, Türkiye ekonomisinin büyüme öngörülerinin tespitinde en açık göstergedir.
CDS primlerinin ulaştığı yüksek seviye, Türkiye’nin ekonomik, politik ve toplumsal dinamiklerinin küresel gelişmelerden ve konjonktürel gündemden negatif yönde farklılaşmakta olduğunu ve giderek daha da kötüleştiğini gösteriyor. CDS primlerinin üzerinde, siyasi istikrarın etkisi hemen hemen sıfır iken, siyasi istikrarsızlığın etkisi ise bozucu yönde oldukça büyüktür. Faiz oranlarıyla CDS primleri arasında orta-uzun dönemde istatistiki olarak anlamlı ve oldukça güçlü bir ilişki mevcuttur. Dolayısıyla Faiz oranlarının ekonomik aktivitelere uygun bir şekilde ve doğru bir seviyede tespit edilmesi oldukça önemlidir. Oysa mevcut durumda faiz oranlarının bulunduğu seviye, ekonomik aktivitelere ve konjonktüre uygun değildir. Liralaşma stratejisi çerçevesinde Merkez Bankası tarafından son 1,5 yıl içerisinde atılan adımların tamamı hem fiyat istikrarını hem de finansal istikrarı tahrip etmeye devam ediyor.
HEDEFLİ KREDİ POLİTİKALARI, KAYNAK KULLANIM DENGELERİNİ BOZUYOR
Finansal sistemde Türk lirasının payını kalıcı şekilde arttırma ve yurt içinde tüm yatırım ve ticaret işlemlerinin Türk lirası etrafında şekillenmesini temin etme iddiasıyla yürütülen politikalar, Türk parasını dövize endeksleme çalışmalarından başka bir şey değildir. Zira bilançolarda yaşanan liralaşma, reel sektör firmalarının yabancı para pozisyonları ve hane halkının finansal varlık kompozisyonunda ortaya çıkan Türk Lirası varlığı esasen KKM adı altındaki dövize endekslenen işlemlerdir. Dövize endeksleme firma ve hane halkının finansal dayanıklılık derecelerinin artışına katkı sunamaz.
Hedefli kredi politikaları kaynak kullanım dengelerini bozuyor. Kredi kompozisyonun ihracatçı firmaların ve KOBİ’lerin lehine değişmiş gözükse de esasında ithalat bağımlılığını artırarak cari açığın daha da kalıcılaşmasına ve risk derecesinin artmasına neden oluyor. Piyasalardaki finansmana erişim zorluğuna ve maliyet yüksekliğine rağmen, TL kredi faizlerinin para politikası faizlerine yakınsadığına ve parasal aktarım kanallarının etkinliğinin arttığına yönelik iddialar doğru değildir. Kredi faizlerine göre menkul kıymet tesis edilmesine yönelik zorlayıcı düzenlemelere rağmen dahi piyasa faizleri düşmüyor.
EKONOMİDEKİ TAHRİBATIN BOYUTLARI ŞİMDİ ÇOK DAHA İYİ ANLAŞILACAK
Enflasyondaki süreklilik ve yüksek seviye, arz kapasitesinin artışına yönelik bir para politikası uygulanmadığının en açık göstergesidir. Ekonominin içine girdiği döviz tedarik zorluğu ve artan döviz talebi, kambiyo kısıtlamalarıyla aşılamaz. Ekonomideki tahribatın boyutları seçim bittiğine göre şimdi çok daha da iyi anlaşılacaktır. Özellikle KKM’ın devamında ve aynı zamanda bu üründen çıkış stratejisinin başlangıcında nasıl bir maliyetle karşılaşılacağı çokta muamma değildir. Düşük faiz politikalarına devam edileceğine dair açıklamalar, rezerv yetersizlikleri, depremin yarattığı devasa ihtiyaçlar, popülist politikaların sebep olacağı harcamalar, bütçe ve cari açıklar ve ekonomik politikaların değişmeyeceğine dair algılar genel risk beklentilerini artırıyor.
TÜRKİYE, YENİDEN PLANLAMA SÜREÇLERİNE GERİ DÖNMELİDİR
Türkiye ekonomisinin kaynak tahsis süreçlerinde, sadece piyasa sinyal ve göstergelerine dayanarak karar vermesi yönteminden vazgeçmesi gerekir. Piyasa sinyalleri üretken olabilecek sektör ve iş kollarından ziyada kısa dönemli ve yüksek kar getiren alanlara yöneltecek sinyaller veriyor. Dolayısıyla piyasa sinyalleri planlama süreçleriyle entegre edilmelidir. Türkiye yeniden planlama süreçlerine geri dönmelidir. Türkiye’nin seçimi de aşacak şekilde toplumsal ve yönetsel tabanlı çok derin yapısal problemleri bulunuyor. Türkiye toplumlarının demokrasi ve değişim talepleri ile bireysel ve özgürlük arayışları aynı kararlılıkla devam ediyor.
Sanayideki nitelik ve nicelik eksikliği ve katma değeri düşük profil yapısı ithalat bağımlılığının esas nedenidir. Hizmetler sektöründeki yığışma ve öncü sektör olma durumu da ithalat bağımlılığının devam etmesine katkı sağlıyor. Sanayi sektörünün 1980’li yıllara kadarki dönemde öncü olma durumunun yok olması sürekli ve artan ivmeli ekonomik büyümeyi engelledi. Türkiye’nin ekonomik yapısında istihdam ve verimlilik artışları problem olmaya devam ediyor. Türkiye ekonomisinde sanayileşme ve özellikle yüksek teknolojiye dayalı yatırımlar yerine üretken olmayan ve ancak kısa sürede yüksek kar ve rant getiren alanlara yoğunlaşılması nedeniyle Türkiye ekonomik yapısında istihdam ve verimlilik artışları problem olmaya devam ediyor. Nitekim düşük teknoloji yoğunluklu yatırımların yüksek teknoloji yoğunluklu yatırımlara göre payı 10-15 kat daha fazladır.
DÜŞÜK FAİZ POLİTİKAZI TERKEDİLMEZSE TL’NİN DIŞ DEĞERİNDEKİ ERİME VE MALİ ZORLUKLARIN ARTMASI KAÇINILMAZDIR
Türkiye ekonomisinin gelişmiş ülkeler ile kalkınma açığını 10-15 yıl aralığında kapatabilmesini sağlayacak büyüme oranlarının altındaki her büyüme eksik büyümedir. Türkiye son 40-45 yıldır hep eksik büyüme içerindedir. Eksik kalmanın nedeni ise sanayileşmede devam eden plansızlık halidir. Para politikası yönünden mevcut para politikası başından bu yana sürdürülemez durumdadır. Yüksek enflasyona rağmen mevcut düşük faiz politikası terk edilmez ise TL’nin dış değerindeki erime ve mali zorlukların artması kaçınılmazdır.
Orhan ÖKMEN
Sesmir Yönetim Kurulu Başkanı
okmen@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.