Parasal istikrar illüzyonu yaratma çabamızı bir yana bırakarak onun gerçeğini kurmayı başarmalıyız. Kanımca bu doğrultuda atılması gereken ilk adımlar enflasyonun kalıcı bir biçimde düşürülmesi (yüzde 2 düzeyine çekilmesi) ve buna ek olarak ulusal paranın tekrar aşırı değerlenmesine asla izin verilmemesidir.
İçinden geçtiğimiz iktisadi konjonktürde öne çıkan en önemli tartışmalardan biri, “ulusal paramızın değeri ne olacak?” sorusudur. Özellikle Türk Lirası’nın dış değerinde görülen erozyon, daha yaygın ifadeyle döviz kurlarının hızlı artışlarının yarattığı sorunlar dikkat çekiyor. Ancak, mutlaka vurgulanmalıdır ki söz konusu sorun, konjonktürel bir sorun olarak görünmekle beraber, esasen Türkiye ekonomisinin yapısal özelliklerinden biridir. Bu yapısal özellik herkesin bildiği cari açıktır, daha arka plana bakılması gerekirse dış ticaret açıklarıdır. Neredeyse iki asırdır süregelen bu dinamik bir türlü çözülemiyor ve daha ziyade yarattığı sorunlar üzerinden irdelenmeye çabalanıyor. Kanımca dış ticaret açıkları, iktisadi bir sorun olmakla birlikte, aslında iktisadi zihniyetimizin bir görünümünden daha fazlası değildir. Refah içinde yaşamak isteyen, çok tüketmeyi arzulayan, ancak bunun için gerekli olan üretim, tasarruf, yatırım ve benzeri iktisadi zorunlulukları dikkate almaya yanaşmayan bir iktisadi zihniyet bizler tarafından kolaylıkla benimseniyor Sonrasında ise bu temel aksiyomu sorgulamayan zihinler, sadece bunun harekete geçirdiği süreçleri ve onların meydana getirdiği sonuçları ele alıyor. Kanımca bilinen bu açmazın arka planında daha temel niteliği haiz bir ön kabul yatıyor.
ZİHİNLERİMİZ, HUZURU DEĞİŞMEYENDE ARIYOR
Söz konusu ön kabul (aksiyom veya postüla da denilebilir) insanımızın değişenler ve değişmeyenlerden oluşan bir yaşamı farklı bir biçimde kavramsallaştırmasıdır. Gerçekten de insanın yapıp etmeleri etraflıca ele alındığında içerisinde hem değişen boyutlar olduğu hem de değişmeyen unsurların varlığı dikkat çekecektir. Ancak, kanımca bizim zihniyetimiz değişim karşısında değişmeyene meylediyor ve orada bir huzur arıyor. Değişimin yarattığı tehlikeler karşısında ilk tepki olarak ortaya çıkan söz konusu korunmacı psikoloji tabii ki mazur görülebilir; ama bu tavrın kalıcı hale gelmesi aklın işletilmesini engelleyen, hatta onu tamamen devre dışı bırakan bir özellik haline geliyor. Peki biz değişimden çekindiğimizde veya onu yadsıdığımızda değişim ortadan kalkacak mıdır? Tabii ki hayır. Nitekim sanayi devrimi sonrasında yeni ve dinamik bir ivme aracılığıyla tüm dünyayı sömürgeleştirmeye yönelen kapitalizm iktisadi hayatımızı da derinden etkilemiş, onu geri dönülemeyecek biçimde değiştirdi. Özellikle ticaret ve üretim alanında ortaya çıkan değişimler ile boy ölçüşemeyen iktisadi zihniyetimiz kerameti kendinden menkul bir iktisadi başarı arayışını kurguluyor. Gerçek anlamda teknoloji geliştiremeyen, inovasyon yapamayan, ihracatı başaramayan bu zihniyet meydana gelen değişimleri ancak takip ediyor ve belki de taklit ediyor. Bu genel tasvirin belirsizliğine son verebilmek ve önermemin ayaklarını yere bastırabilmek için somut bir olguya (parasal istikrar olgusuna) yönelmek yerinde olacaktır.
KAPİTALİZM, DEVLETTEN NE BEKLİYOR?
Parasal istikrar ulusal paranın iç ve dış değerini belirli bir güven içerisinde öngörülebilir hale getirmek olarak tanımlanabilir. Esasen kapitalizmin devletten beklediği en önemli işlevlerden biri de söz konusu istikrardır. Bireysel girişim, özel mülkiyet ve piyasa mekanizması temelleri üzerinde işleyen bir sermaye birikimi süreci olarak kapitalizm, biriktirdiği ve biteviye dolanım içerisinde tutmak istediği sermayeyi korumak için bu istikrarı talep ediyor. Kapitalizmin mekânsal yayılımı bağlamında farklı ülkelerde de karşımıza çıkan bu zihniyet ülkemizin değişim karşısında yukarıda işaret ettiğimiz ataleti ile çelişki içerisindedir. Daha farklı ifadeyle, küresel ve/veya ulusal kapitalizm parasal istikrar arıyor, onun illüzyonunu değil. Somutlaştıracak olursak fiyat istikrarı ve döviz kurları istikrarı talep ediliyor. Eğer bu talepler karşılanmazsa sermaye kendi çözümlerini üretmeye yönelecek ve bizim karşımıza yeni değişimler çıkacaktır. Para ikamesi ve sermaye hareketleri söz konusu değişimlerin görünümleridir. O halde parasal istikrar illüzyonu yaratma çabamızı bir yana bırakarak onun gerçeğini kurmayı başarmalıyız. Kanımca bu doğrultuda atılması gereken ilk adımlar enflasyonun kalıcı bir biçimde düşürülmesi (yüzde 2 düzeyine çekilmesi) ve buna ek olarak ulusal paranın tekrar aşırı değerlenmesine asla izin verilmemesidir.
Doç. Dr. Ertuğrul Kızılkaya
kizilkaya@turcomoney.com
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.