Uzakdoğu’ya hiç gittiniz mi? Ya, Vietnam’a, Kamboçya’ya ve Tayland’a? Büyülü bir dünyanın keyifli yolculuğunu okumaya ne dersiniz? Türkiye-Avustralya İş Konseyi Başkanı ve Turcomoney yazarı Zuhal Mansfield, Uzakdoğu’nun büyülü ülkeleri Vietnam, Kamboçya ve Tayland gezisini sizin için kaleme aldı…
Yaz bitti hepimiz birbirinin fotokopisi olan günlerimize döndük. Aynı saatlerde kalkıyor, aynı yollardan işe gidiyor, aynı saatlerde yemek yiyoruz. Şikayetlerimiz bile aynı olmaya başladı, trafik, soğuk, pahalılık v.s Sırf bu sebepten gezi notlarımı sizlerle paylaşacağım.
Vietnam’dayız… İlk durağımız Hanoi… Mobiletlerin sel gibi aktığı bu şehri tarif etmek biraz zor, Vietnam’ın yeni başkentinde…
Büyükelçiliğimizi ziyaret ettik. Yıllar öncesi Shanghai Başkonsolosumuz olan eski dostum Sayın Akif Ayhan’a yine bir Uzakdoğu ülkesinde rastlamak gezinin en güzel sürprizi oldu.
“Neler olmaz ki Vietnam’da” dedi Büyükelçimiz. Alt yapı, üst yapı herşeye ihtiyaç var. Keşke bu ihalelere girebilsek. Google’da bulabileceklerinizi yazmak istemiyorum nüfusunu, ekonomisini merak edenler internette biraz dolaşınca çıkıyor. Güvenli beslenmenin tek yolu deniz mahsulleri. Yerel yemekleri yemek imkansız gibi. Denizden çıkan herşeyi yerim sözünü yerine getirirken bile tereddütlerimiz oldu.
KONFÖÇYÜS TAPINAKLARI
Şehir değiştiriyoruz!
Bambaşka bir maceralar için Halong Bay’a gidiyoruz. Yolda; Konfüçyüs eğitimleri verilen okulları, tapınakları gördük. Tüm din ve inançların ortak felsefesi: “Herkes eşit”
Sadece yıldızlar ve gemi ışığından başka hiç bir sey olmayan Halong Bay’de teknede, geceyi geçirmek rüya gibiydi. Ertesi günü kanu yapıp tekrar turist kimliğimize kavuştuk.
Yolda Halong inci çiftliklerini ve inci yapım yerlerini ve nasıl yapıldıklarını görünce, o minicik canlılara bile müdahale edişimiz karşısında utanç duydum. Ve savaş tünellerinde durunca içimde o tünelleri görme isteği olmadığını farkettim. Ekip tünellere girdi. Savaşın en hararetli ormanlarının içinde, yaşananları hissettiklerini söylediler . Zavallı Vietnamlıların, Amerikalılardan kurtulmak için yerin dibinde yaşadığı küçücük tünelleri gezmişler.
Ben yerel bir yerde, yerel bir kahve denedim, tadı ve yapılışı çok enteresan olan bu kahveyi yol boyunca her fırsatta içtim. Tek kelimeyle nefisti ve her kafeteryada minik bir kahve masası ve yanında bir hamak bulunuyor, tüm gün motorlarla seyahat edenler buralarda kahve içip dinleniyorlar. Bunlara “hamak kafe” ismini verdim.
HAYRAN OLUNAN ŞEHİR: HO CHI MING CITY
Bir başka şehir “Ho Chi Ming City… Bu şehre hayran olduk. Sonra da komünizme geçiş kararları alınan sarayı gezdik. Ayrıca şehrin yeni yüzünü ve “Time square”a dönüşmüş haline şaşırdık. Bi ara pirinç kağıdına sigara böreği sarma dersi aldık! Ve yıllardır kullanılan posta evinden modası geçse de Türkiye’ye kartpostal attık! Ünlü katedrali tören olduğu için dışarıdan gördük. Her yere aynı neşeyi katan Hard Rock Cafe’de akşam yemeğimizi yedik.
Gruptan bir arkadaşımız, şöyle bir not düşmüş; “… Ama her şeye rağmen, insanlık adına yapılan tüm zulümleri kalbimizin derinliklerinden söküp atamadık”. Kahve tercihimi takdir ettim.
4500 km ; yani bir dünya devi uzunluğundaki nehrin 4 adasını da gezdik! Can Tho’da geceledik! Fakiri, fakir kelimesinin, zengini de zengin kelimesinin tarif edemediği bir başka yerdeyiz. Her ne kadar bu farklı grup birlikte ve gülümseyerek yaşasa da, içimizin burkulmaması imkansız.
BAL ÇAYI İLE SAĞLIKLI YAŞAM…
Adalarda Hindistan cevizi yağlarının faydalarını, sokmayan arıların yaptığı balları yerken, bal çayının sağlık için nasıl yapılacağını öğrendik.
Bir başka adada yemeğimizi yemek için durduğumuzda, fil balığımızı, pirinçten yapılmış kağıda sarıp, rulo yapıp yemeği öğrendik. Fakat akrep ve yılanı bir bütün olarak kavanozlarda pirinç rakısında veya alkolün içinde neden yıllanmaya bıraktıklarını öğrenemedik. Ama dehşetle baktık!
Her molada bir tapınak gezip Buda’ya da saygılarımızı sunduk! Dua ettik ve tütsü yaktık. Memleketi konuşmaya başladık, yolda “Memleketim” şarkısını söyledik, Ayten Alpman’ı andık.
CAN THO – LONG UXUYEN – GÖZ ALABİLDİĞİNE BÜYÜK BİR DEV
Makom Deltası. Bereketin yatağı. Toprağa düşen tohumun bir an önce büyümek için çırpındığı topraklarda, neden hamam böceği kurusu, akrep kızartması, solucan kavurması yediklerini anlamak mümkün değil. Sabahın ilk ışıkları ile tekneye binip nehrin ortasında bu bölgenin en hararetli ticaretini yani floating markete gidip perakende ve toptancı zincirini , bir malın ilk elden son satıcıya geçişini, yine içimiz burkularak izledik.
Senede sadece, Çin Yeni yılında 2 hafta tatil yapan tüm yılı ve ömrünü nehrin üzerinde geçirenlere, orada doğup büyüyenlere bakarken kaç bin defa şükrettiğimi bilmiyorum.
Hiç bir dostluk duygusu olmadan yaşadıklarını öğrendiğimiz timsah çiftliğindeyiz. İnci için, istiridyelere, derisi içinde bu garibanlara neler yaptığımızı görmek bir defa daha bizleri kahretti. Tek tesellimiz etinin de yenmesi oldu.
KAMBOÇŞA’YA FERİBOTLA GEÇİŞ
Preah Khan temple… Çok nadir turistin uğrak yeri. Bu şehre günde sadece 80 turist geliyormuş. Yüzlerce merdiven çıkarak ulaştığımız, Japon balıkları ve çiçeklerle dolu bir tapınakta, uçsuz bucaksız pirinç tarlalarına bakarak ne kadar huzurlu olunabildiğini ve pirincin bu ülkeye kattıklarını hissettik!
Vietnam’dan ayrılma günü geldiğinde, Makom deltasını kullanarak Kamboçya’ya geçişimizi hızlı feribotla yaptık. Gezinin asıl hedefine gittikçe yaklaşıyor ve heyecanlanıyorduk. Nehirden tüm valizlerle birlikte minicik bir botla Kamboçya’ya giriş yapmak çok ilginçti.
Phonom Phenh’e gelir gelmez kralların muhteşem sarayını ve National Müze’yi gezdik. Olmayan geçmişlerinden zorla çıkan bu müze bize hiç bir şey hissettirmedi.
Ertesi gün Çin başkanı şehirlerine ziyarete geliyor diye yapılan devasa ışıklı panolar hepimizi şaşırttı. Bu şehirde, mobiletlerden dönüşen tuktuk trafiği ile karşılaştık, şehri gezdik. Asya mutfağının daha yenilebilir haline kavuştuk.
Ertesi gün Siem Reap e geçtik ve herkese nasip olamayacak kadar uzak ama çok değerli birdDünya mirasına gittik. Angkorvat.
İşte gezimizin nihai hedefi olan Angkor Wat …
BURASI ANLATILMAZ, YAŞANIR!
Hinduzimin, Budizm ile birleştiği tek yer. Bu yerleşim yeri ve tapınağını yüzyıllar evvel bilinmeyen bir nedenden terketmişler. İklim ve bitki örtüsünün azizliğine uğrayan bu dev şehir ve tapınak 800 yıl gözlerden uzak kalmış, sonra bir Fransız gezgin tarafından tekrar bulunmuş. Bence tapınak kadar hayret verici bir olay.
MUTLAKA GÖRÜLMELİ!
Hiç bir söz anlatmaya kifayet edemiyor! Selçuklular yaşarken onlar burada yaşamışlar.. Müthiş bir enerji yayıyor. İki gündür buralardayız, 10 gün kalsak yetmez. Fakat süremiz doldu. Başka bir ülkeye gitme zamanı geldi . Birazdan Taylan’da geçeceğiz.
Zuhal Mansfield
mansfield@turcomoney.com
Türkiye-Avustralya İş Konseyi Başkanı
Söyleşinin devamını okumak için;
D&R’ın internet sitesinden
http://www.dr.com.tr/Dergi/Turcomoney/Kolektif/Ekonomi-Haber/Ekonomi-is-Dunyasi/urunno=0000000370911
Dijimecmua’dan (http://www.dijimecmua.com/turco-money/) okuyabilir, satın alabilir, abone olabilirsiniz.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.