Aslında her bir partinin ekonomi konusundaki vaad ve öngörülerini ayrı ayrı analiz edip yorum yapmayı düşünüyordum, ancak bunu kısa tutmanın imkânsız olduğunu düşündüğüm için ben çok kısa ve genel değerlendirmemi arz edeyim.
önce genel bir tespitle başlayalım: kendilerinin tek başına iktidara gelme ihtimalini düşük gören siyasi hareketler, bilhassa ekonomik vaadler konusunda çok daha cüretkâr ve popülist davranma eğiliminde olurlar. Bu, siyasetin belki de evrensel bir kuralıdır. Bu tür partiler, kaynakların nereden nasıl sağlanacağına dair ayrıntılı çalışmalardan ziyade, vatandaşların en kısa sürede nakdî imkânlara veya ev-gıda gibi temel ihtiyaç maddelerine erişimi yönündeki söylemlere ağırlık verirler. Bu siyasi rasyonelite açısından normal görünebilir, zira vatandaşın çoğunluğunu ilgilendiren husus kendi refahının nereden sağlanacağı değil, bir an önce bunun kendisine verilmesidir. Eğer seçmenin büyük çoğunluğu zaten temel ihtiyaçlarını karşılamış, uzun vadeli düşünen ve ayrıntılı iktisadi analizler yapan bireylerden oluşmuyorsa bu şekilde popülist siyasi söylemler bir şekilde yüksek oy getirebilir. Nitekim 2000’lere kadar Türkiye’de hemen hemen tüm partiler böyle davranarak iktidara geldiler, ancak ne yazık ki hem içi boş politikalarla, hem de kötü yönetimlerle ülkeyi dünyanın en yoksul ülkeler sınıfına ve itibarsız konumlarına getirdiler. Fakat 2000’lerden sonra değişmeye başlayan Türk siyaset ve ekonomi paradigması, artık yeni bir seçmen profilini de beraberinde getirmeye başlamıştır.
Muhalefetin ekonomik vaadlerinin, doğrudan oy potansiyeli temeline dayandığı görülüyor. Bilhassa CHP’nin emeklilere yönelik stratejisinde bu açıkça görülüyor. İnsanın doğasındaki “kısa vadecilik” zaafını kullanarak seçmenin kısa sürede refaha kavuşacağı şeklinde bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Fakat bir ülkede sürdürülebilir kalkınma ve refah için ani ve büyük miktarlarda nakdî fon sağlama, bir anda vergileri kaldırma ve muafiyetler sağlama gibi kulağa hoş gelen, ama sonuçları itibarıyla son derece tehlikeli söylem ve eylemler yerine,
1) Fon transferlerinin hangi kaynaktan nasıl sağlanacağı iyi çalışılmış olmalı ve
2) Bu fon transferleri ekonomiye verimli biçimde geri dönüşünü sağlayacak şekilde yapılmalıdır.
Sürdürülebilir kalkınma ve kalıcı ferah için siyasi partilerin şu hususlarda daha açık ve net söylem ve eylemleri ortaya koymaları gerekir:
1) çağın gereklerine uygun işgücü oluşturma,
2) Küresel marka yaratma,
3) üreten, özgün fikir geliştiren girişimlerin finansal kaynaklara erişimini kolaylaştırma,
4) Verimliliği sağlama,
5) Vergi oranlarını düşürüp daha geniş tabana yayma
6) çevreye, insanın doğasına zarar vermeyen enerjiyi ve üretim teknolojilerini yaygınlaştırma.
Bugün bilhassa muhalefet partilerinde bu sayılan hususların tümüne ilişkin tatmin edici bir vizyon göremiyoruz.
SEçİM VAATLERİ,YOKSULLUKLA MüCADELE HEDEFLİYOR
Genel olarak seçim bildirgelerinde sosyal ve ekonomik sorunların öne çıkması olumludur. CHP ve HDP metinlerinde gelir dağılımını düzeltici önerilerin yurttaşlık hakkı temelinde tanımlanması, hayır-hasenat toplumunun önüne geçmesi de anlamlıdır. önemli olan neoliberalizme tavrı olan partilerin seçim sonrası birlikte davranacaklarına ilişkin bir umut aşılamaları, böylelikle seçmenin AKP‘ye alternatif bir hükümet umuduyla sandık başına gitmesidir. CHP daha sonra açıklanan seçim bildirgeleri Türkiye‘de iyice bozulan gelir ve servet dağılımını düzeltmeye yönelik ipuçları taşıyor.
özellikle çok eleştirilen CHP metni, neoliberalizmin yurttaşa umut aşılamanın, vaatlerde bulunmanın bile önünü kesen zihniyetini karşısında buldu. Bu anlayış piyasa toplumunu temel alır, piyasa süreçleri sonucu işsiz kalan, eğitim sisteminin dışına düşen, dükkânını kapatmaktan başka çare bulamayan kişinin bu akıbetle karşılaşmasının suçunu kendinde aramasını vaaz eder. Bu ideoloji AKP hükümetleri elinde İslami muhafazakârlıkla yoğrulunca, altta kalanların suçu kendinde aramasını veya Allahın işi diye bir kader gibi kabul etmesini, ona uzanan yardım eline minnet duymasını, hamd etmesini, bu minnettarlığın gereğini yerine getirip oyunu da ampule yönlendirmesini telkin eder.
CHP bildirgesi ekonomik çözüm önerilerini yurttaşlık üzerinden tanımladığı için, yurttaşı yoksulluğunu veya ihtiyaç içerisinde bulunduğunu kanıtlar gibi onur kırıcı uygulamalara da mecbur bırakmıyor. örneğin, CHP‘nin emekli maaşını 1500 TL‘ye çıkartma sözü mevcut döviz kuru üzerinden aylık 550 ABD doları, yıllık 6600 ABD doları gibi bir gelire karşı geliyor ki, kişi başına geliri 40 bin doları geçen AB‘ye girme iddiası bulunan bir ülke için göze alınamayacak bir bedel sayılmamalı. Bu ödemenin talebi kamçılaması, özellikle iç talebin zayıflaması sonucu 3 yılda ancak yüzde 3 büyüme temposu tutturabilen ekonomiyi canlandırması beklenebilir. Sonuçta vergi gelirleri de artar, bütçeye olan yük hafifler. UNCTAD‘ın araştırması bütçe harcamalarını artırmanın çarpan etkisinin genelde ve Türkiye özelinde pozitif olduğunu, diğer bir ifadeyle büyümeyi olumlu yönde etkileyeceğini ortaya koydu. Zaten CHP‘nin ekonomi programının kaynak maliyeti kendi hesaplarına göre 67 milyar TL civarında ki, bu GSMH‘nın yaklaşık yüzde 3‘üne denk geliyor. Bir muhalefet partisini böyle bir ufku olması normal, Türkiye‘nin potansiyeli de buna yeterlidir. Diğer bir örnek yıllık 5 milyar maliyet hesaplanan okullardaki ücretsiz öğle yemeğidir.
Bu program hem okul çocuklarının beslenme sorununu çözecek, hem de yoksullara çocuklarını okula göndermeyi teşvik edecektir. Kaynak nerede sorusuna verilecek en uygun cevap, barış ortamının sağlanması ve yoksulluğun törpülenmesiyle askeri harcamaların ve güvenlik harcamalarının azaltılması olmalıdır. Yunanistan’da Selanik Programı olarak adlandırılan kaynakları da belli bir ekonomik çözüm paketi sunan Syriza neoliberalizmin temsilcisi Troyka duvarına tosladı, programın uygulanması büyük ölçüde engellendi. Bu açıdan sendikaların, emek örgütlerinin CHP ve HDP‘nin emekçiden yana önerilerinin arkasında durması, olası saldırıları püskürtmeye yardımcı olması gerekir. Göreceli ılımlı üslubuyla tanıdığımız Ekonomi bakanı Ali Babacan‘ın CHP‘ye yönelik ağır suçlamaları seçim bildirgesinin amacına ulaştığını AKP‘nin panik havasına girdiğini gösteriyor.
PARTİLER SEçİM VAATLERİ YAPABİLİR AMA KULLANACAKLARI KAYNAKLAR AçIKLANMALI
AKP’nin ardından CHP, MHP ve HDP de seçim beyannamelerini açıkladılar. Ak Parti’nin seçim beyannamesinde ekonomi başkanlık sisteminin aksine olabildiğince geniş tutulmuş. Beyanname önce “ne yaptık?” sorusunu ardından da “ne yapacağız?” sorusunu yanıtlıyor. Temel sorunlara yönelik öneriler şöyle özetlenebilir:
Verginin tabana yayılması, fiyat istikrarını koruyacak para politikası çerçevesinin korunması, cari açığın kalıcı çözüme kavuşturulması, yurtiçi tasarrufların ve işgücüne katılımın artırılması, eğitimin niteliğinin geliştirilmesi.
Bu amaçlar gerçekleştirildiği takdirde Türkiye ekonomisinin daha yüksek bir ekonomik büyümeye sıçrama yapacağına kuşku yok. Peki, AKP hangi politika araçları ile bu hedeflere varmayı öneriyor? Sırayla gidelim.
Vergi ödeyenlerden daha fazla vergi almamak, buna karşılık vergi tabanını genişletmek. Yani vergi kaçıranların üzerine gidilecek. Bu nasıl yapılacak? “Vergi mevzuatı sadeleştirilecek ve ilgili tarafların katkılarıyla düzenlenecek”. Somut hiçbir politika önerisi yok. Yegâne istisna, gayrimenkul rantlarından kamunun pay alacağı.
İkinci kritik konu enflasyon. Yakın geçmişte yaşanan şiddetli faiz savaşı nedeniyle bu konuda beyannamenin ne diyeceğini merakla bekliyordum. “Para politikasının temel amacı olan fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmek konusunda kararlılık devam etmektedir.” deniliyor… Yani MB bağımsız politika hakkını koruyacak. Bu da güzel. Anlaşılan bağımsızlıktan taviz yok. Ama şöyle bir uzlaşma söz konusu. Merkez Bankası “Fiyat istikrarını sağlama amacıyla çelişmemek kaydıyla, hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekleyecek.” diyor. MB yasasına böyle bir ifade ekleneceğini tahmin edebiliriz.
Maliye politikasından sürpriz yok. Düşük bütçe açıklarına devam.
Diğer kritik konu tasarruf. Daha yüksek büyüme için iç tasarrufların artması şart.
CHP’nin vaatleri ve ekonomik hedefleri fazlasıyla iddialı. Sosyal demokrat bir partinin, yoksulluğun oldukça yaygın, gelir eşitsizliğinin de bir hayli yüksek olduğu bir ülkede geniş bir yeniden dağıtım programı açıklaması teamüllere aykırı değil. Ancak bu programın ciddiye alınması için ülke ekonomisinin olanak sınırlarını da fazla zorlamaması gerekir.
CHP’nin gelir desteği projelerinin bir bölümünü de çok yerinde buluyorum. örneğin 400 TL kreş desteği, çeşitli burslar ve eğitim yardımları türünden destekler salt yoksullukla mücadele açısından değil, işgücüne katılımı artırmak ve eğitim düzeyini yükseltmek için de faydalı.
Buna karşılık şu üç konuda ciddi şüphelerim var: Kaynak sorunu, yardım yapılacak grupların tanımı ve makroekonomik hedefler. Vaat edilen sosyal yardımlar o kadar geniş ki burada hatırlatmaya kalkarsam yerim kalmaz. Avrupa’da partiler çoktandır ekstra sosyal harcama vaat ettiklerinde mutlaka harcama miktarını tahmin edip nasıl finanse edeceklerini de ilan ediyorlar. CHP beyannamesinde bu rutini es geçince “Bu vaatler kaç para tutuyor ve nasıl karşılanacak?” sorusuna muhatap olmaya başladı.
İlk şok geçtikten sonra CHP’nin ekonomi yöneticileri rakamlar telaffuz etmeye başladılar. CHP kurmaylarının açıklamalarına göre, ihtiyaç duyulan ekstra kamu kaynağı 60 milyar lira (milli gelirin yüzde 3’ü) kadar. Maliye Bakanı Şimşek’in hesabına göre ise 130 milyar. 60 milyar bana düşük gözükmüştü.
Makroekonomik hedeflere gelince: ‘Ekonomik büyüme yüzde 6’ya çıkarılacak’ deniyor. Şahsen Türkiye’nin yüzde 5’in üzerinde büyüme olanağına sahip olmadığı kanaatindeyim. AKP bunu beceremiyor. CHP’nin nasıl becereceğini göstermesi yeterince makbul olurdu. Büyüme konusunda ana muhalefetin biraz fazla iddialı olması hoş görülebilir. Yüzde 6 büyüme için yatırım-GSYİH oranı yüzde 20’den 29’a çıkacak deniliyor. Aynı zamanda cari açığı da kapatacağız sözü verildiğinden tutarlı bir şekilde iç tasarrufların da yüzde 15’ten yüzde 30’a çıkarılacağı iddia ediliyor. Kusura bakmayın ama bu işi bilen hiç kimle tasarruf oranının iki katına çıkacağına inanmaz.
Sosyal yardım yapılacak gruplara gelince: 17 milyon yoksuldan söz ediliyor. Kim bu yoksullar diye baktığınız zaman karşınıza “göreli yoksulluk” ölçütü çıkıyor. Bu ölçüte göre ortanca gelirin yüzde 60’ından daha az gelire sahip olanlar yoksuldur. Bu ölçütte yoksulluk tanım icabı sıfırlanamaz. Ancak azaltılabilir.
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İsim *
Email *
Bir dahaki sefere yorum yaptığımda kullanılmak üzere adımı, e-posta adresimi ve web site adresimi bu tarayıcıya kaydet.
Δ
Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.